Arayan Ä°nsan
Ä°slam'a GiriÅŸ
Allah’ı (c.c) Zikir Ä°le Tanımak
Hamza Kılıç’ın Allah’ı Tanımanın Yolu (Ä°nsan: 2015) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Beden gözleriyle Allah’ı görmek veya bu kulaklarla Allah’ı duymak, akıl ve mantıkla O’nu tanımak imkânsızdır.
​
Allah'ı tanımanın bir yolu olmalıdır. Öyleyse Allah’ı nasıl tanıyacağız? O’na yaklaÅŸmak için nasıl bir yol arayacağız?
​
Åžayet tanımak istediÄŸiniz gözle görünüp elle tutulan somut bir nesne ise, beÅŸ duyunuz sizlere gereken kolaylığı saÄŸlar. Ama tanımak istediÄŸiniz soyut yani sadece zihninizde düÅŸünüp tasarladığınız bir ÅŸeyse, iÅŸiniz daha zor olacaktır.
​
Allah’ı hakkıyla tanımak kimseye nasip deÄŸildir ama Allah’ı yeterince tanımak yine ve ancak O’nun istemesiyle ve O’nunla olur.
“Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler...” (Zümer 39/67)
“Allah, kendisine yöneleni doÄŸru yola iletir. ” (Åžuarâ, 42/13)
​
Allah’ı tanımanın temel öÄŸretisi de zikirdir.
​
Ä°nsanoÄŸlunun kendisini yaratanı tanıması, O’nu anıp hatırlaması, O’nunla bir ÅŸekilde iliÅŸki kurması, kısaca O’nun birlikteliÄŸine sahip olması ile gerçekleÅŸtirir. Bu birlikteliÄŸi de ancak “zikir” yoluyla elde edebilir.
​
Zikir (Allah’ı Anma) Ne Demektir?
Zikir; Allah’ı anmak ve hatırlamak, onu unutmamak ve gaflet hâlinde olmamaktır.
Kur’ân okumak, namaz kılmak da dahil olmak üzere, Allah’ı her zaman ve her yerde sürekli anmaktır.
“Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin." (Ahzâb, 33/41)
​
Lisan ve kalb ile zikir yapılmasındaki maksat, alışkanlık ve yakınlık meydana gelsin ve kalp Allah’tan gaflete düÅŸmesin. Zikreden yani Allah’ı anan, eÄŸer birlikte yaÅŸadığı Hakk’ı yanında görmezse, onun zikri zikir deÄŸildir.
​
Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Mukâbesât adlı eserinde ÅŸöyle diyor:
“BenliÄŸin hatırlama gücü, hatırlama gibi manalara gelen zikir kelimesi, iki türlü hatırlamaya iÅŸaret eder: Unutulan ÅŸeyi hatırlamak, unutmamak için hatırda tutmak. Zikirde ulaşılmak istenen birinci mânâ olup, ikincisi buna yardım eden bir unsurdur.”
​
Allah’ı anmak kalbe yerleÅŸince, kul daima Allah’ı anar; dil bir ÅŸey söylemese de Allah’ı zikretmiÅŸ sayılır.
​
Ünsiyet yani alışkanlık, zikre devamsız olmaz; muhabbet de marifetsiz bulunmaz. Marifet, yani Allah hakikati akıl yoluyla deÄŸil, gönül duyguları yoluyla elde edilir.
​
Hz.Ä°mâm-ı Ali (k.v.), zikri, Allah’ı anmayı ÅŸu anlamlı sözlerle açıklıyor:
“Allah’ı anmak ibadetlerin en ÅŸiddetlisidir. Bir kiÅŸinin kalbi Allah’ı zikrettiÄŸi müddetçe o kiÅŸi namazda sayılır; isterse çarşıda pazarda bulunsun. Åžayet dudakları da zikir ile hareket ederse çok daha azametli olur.”
​
Ä°mam-ı Gazâlî, Ä°hyâu Ulûmi'd-din adlı eserinde;
Faydası olan zikir, devamlı ve kalb huzuruyla olan zikirdir. Bütün ibadetler kalbin huzuru ile deÄŸerlenir, ibadetin neticesi de huzurudur. Allah’ı anmaktan maksat ÅŸudur ki; gece-gündüz Allah'ın önünde ve huzurunda olduÄŸumuzu, bizi ve iÅŸlerimizi gördüÄŸünü bilmemiz ve müÅŸâhade etmemizdir. Lafla yani sözle yapılan zikirden maksat da, bu zikri elde etmeÄŸe vesile olmasıdır. Zikir ibadetlerin en ÅŸereflisidir.”
​
“Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı dosdoÄŸru kıl. KuÅŸkusuz namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyan Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüÄŸüdür.” (Ankebut, 45)
​
Bir kalp Allah’a baÄŸlanıp o yüce Zât’ı anmadığı ve onunla iliÅŸki kurmadığı müddetçe boÅŸ ve gafildir.
Ä°mam-ı Rabbânî, Mektûbât adlı eserinin 142. mektubunda;
“Zikir demek, gafleti gidermek demektir. Başında da, yolun sonunda da insanın zahiri yani bedeni gafletten kurtulamaz; bunun için beden her zaman zikre muhtaçtır. Bazı zaman ism-i zât olan Allah kelimesiyle zikir daha faydalı olur, bazen de kelime-i tevhîd söylemek daha uygundur. Bâtına yani kalbe gelince, burada gaflet büsbütün gidinceye kadar zikir yapmak elbette lazımdır”.
​
Seyyid Abdulhakim Arvâsî, zikre ÅŸu güzel ve manalı beyanlarıyla ışık tutuyor;
Allah ile birlikte olmak, yalnızca O’nun isimlerinden birini, sesli ya da sessiz, sayılı ve sayısız tekrar etmek -belki bir yolu da budur ama yalnızca bu deÄŸildir- Allah’la birlikte olduÄŸunun farkında ve ÅŸuurunda olan bir insan, hiçbir ÅŸey söylemese de olur. Ama aslolan bütün zamanlarında, bütün iÅŸ ve eylemlerinde Allah’la olan bu birlikteliÄŸini devam ettirebilmesidir. Bu birlikteliÄŸin tam karşıtı “gaflet”tir. Gaflet, Allah ile olan bağın, irtibatın kesilmesidir.
​
Ä°mâm-ı Gazâlî, Kimyâ-i Saâdet adlı eserinde ÅŸunları söylüyor: “Zikrin üç çeÅŸidi vardır.
-
Dil ile zikir olup kalbin habersiz olmasıdır; bunun tesiri azdır, ama tesirsiz de değildir.
-
Kalbin zikridir, fakat kalbe yerleşmemiştir; ancak uğraşarak kalbe yaptırılabilir.
-
Zikrolunanın kalbi kaplamasıdır. Bu tam manasıyla bir zikirdir.”
Allah’ı Anmanın ÇeÅŸitleri
Ä°mâm-ı Gazâlî hazretleri, kalb ile yapılan zikrin önemini izah ederken ÅŸöyle diyor:
“Namaz oruç, dua ve hac ibadetleri de birer zikirdir. Bütün ibadetlerin özü, aslı Allah’ı anmaktır. Ä°slâm’ın direÄŸi namazdır ve namazdan maksat Allah’ı zikir ile anmaktır.
​
Allah’ı anmanın çeÅŸitlerini ÅŸu ÅŸekilde sıralayabiliriz:
-
Allah’ı isimleri ile anmak.
-
Allah’ı namaz ile anmak.
-
Allah’ı Kur’ân ile anmak.
-
Allah’ı dua ile anmak.
-
Allah’ı düÅŸünce yolu ile anmak.
Allah’ı Ä°simleri Ä°le Anmak
Zikir deyince, akla Allah'ı isimleriyle anmak gelir. Allah’ı isimleri ile anmak, “kelime-i tevhîd” denilen “Lâilahe illallah” kelimesinin, Allah ism-i ÅŸerifinin ya da Allah’ın diÄŸer isimlerinden birinin sesli veya sessiz olarak tekrar edilmesidir.
​
Her uÄŸraşın başında mutlaka bir ön hazırlık vardır. Ä°ÅŸte Allah’ı isimleriyle anmak da, O’nu tanımak, O’nunla iletiÅŸim kurmak için yapılan bir nevi ön hazırlıktır.
​
Bu tip zikir, Allah ile kul arasında bir iletiÅŸim kablosudur. Allah’ı içtenlikle anan her kiÅŸi, bu olaÄŸanüstü yeteneÄŸi sezip fark eder. Böyle bir iletiÅŸim, ruh âleminin karanlık dehlizlerini aydınlatır; kalbi nefsanî düÅŸüncelerden vesveselerden korur; onu kontrol altında tutarak gaflete düÅŸmesini önleyip her an dikkatli ve uyanık olmasını saÄŸlar.
​
Kendisini isimleriyle çok anmamız için bizi çeÅŸitli âyetlerle uyarır:
“Namazı bitirince de, ayakta, otururken ve yanınız üzerine yatarken Allah'ı anın...’’ (Nîsâ, 4/103)
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar...” (Âl-i Ä°mrân: 3/191)
“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akÅŸam Rabbini an. Gafillerden olma." (Araf, 7/205)
“...UnuttuÄŸun takdirde Allah’ı an...” (Kehf, 18/24)
“Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an.” (Vâkıa, 56/96)
“Rabbinin adını an, bütün varlığınla O'na yönel.” (Müzzemmil,2/8)
​
Allah’ı Namaz ile Anmak
Namaz; kiÅŸinin dil, kalb, akıl ve diÄŸer organ ve azâlarıyla yaptığı sözlü ve fiilî bir ibadettir. Namaz, Allah’ı anmanın bir görünümüdür. O kulun Allah’la olan en içten diyalogudur.
​
Namaz, Kur’ân-ı Kerîm’in yüzden fazla yerinde dua etmek manasına gelen “salât” olarak geçer.
“...Muhakkak ki salât mü’müminlere vakitli olarak farz kılınmıştır.” (Nîsâ, 4/103)
​
Ama bazen, “namaz kılınız” emrinin yerine “Allah’ı zikrediniz, Allah ı teÅŸbih ediniz veya Rabbinin adını zikret” gibi salât kelimesinin yerine kullanıldığını görüyoruz.
“...Bana kulluk et. Beni anmak için namaz kıl.” (Tâ Hâ, 20/14)
“Nice namaz kılanlar var ki, onların namazdan nasibi, yorgunluk ve zahmetten baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Kendilerini fenalıktan men etmeyen, alıkoymayan namazın, Allah’ın rahmetinden uzaklaÅŸtırmaktan baÅŸka bir kârı olmaz. Gafillerin namazı kendilerini fenalıktan alıkoymaz.” (Ebû Dâvûd, Neseî, Ebû Hureyre’den)
​
“Çok kimseler vardır ki, kıldığı namazın altıda biri, hatta onda biri kendisi için yazılmaz. Ancak bilerek huzur ile kıldığı kısım yazılır.” (Ebû Dâvûd, Neseî ve Ammâr bin Yâsir’den)
Allah’ı Kur’an Ä°le Anmak
Kur’ân’la zikrin baÄŸlantısı nedir?
​
BaÄŸlantısı, zikrin ta kendisi olmasıdır. AÅŸağıdaki ayetler bize, Kur’ân’ın diÄŸer bir adının zikir olduÄŸunu belirtiyor:
“Ä°ÅŸte bu sana âyetlerinden ve hikmet dolu bir Zikir’den okuduÄŸumuzdur.” (Âl-i Ä°mrân, 3/58)
“...Ä°çinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla, size bir Zikir gelmesine ÅŸaÅŸtınız mı?” (A’râf, 7/63)
“Hiç ÅŸüphesiz o Zikr’i biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr, 14/9)
“...Ä°nsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düÅŸünüp anlasınlar diye sana bu Zikr'i indirdik.” (Nahl, 16/44)
“...Åžüphesiz ki, tarafımızdan sana bir Zikir verdik.” (Tâ Hâ, 20/99)
“Biz ona ÅŸiir öÄŸretmedik. Zaten ona yakışmazdı da. Onun söyledikleri ancak Allah'tan gelmiÅŸ bir Zikir ve apaçık bir Kur'ân'dır. ” (Ya¬Sin, 36/69)
“Siz, haddi aÅŸan kimseler oldunuz diye, sizi Zikir’le uyarmaktan vaz mı geçelim?” (Zuhruf, 43/5)
“Oysa o Zikir, alemler için bir öÄŸüttür.” (Kalem, 68/52)
“O, alemlere bir zikirden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir." (Tekvîr, 81/27)
​
Allah’ı Dua ile Anmak
Dua, Allah la bir konuÅŸma, içten bir yalvarış ve dertleÅŸmedir. Hepsi bir istek ve arzuya dayanır; ama yine de baÅŸlı başına Allah’ı bir anış ve hatırlamadır. Her an, Allah’ın varlığını ve yakınlığını hissederek duâ etmek, Allah’ı etkin bir anıştır. Çünkü duânın özelliÄŸi, Allah ile kulu arasında özel ve sıcak bir baÄŸlantının kurulmasıdır.
"Duâ, ibadetin ta kendisidir" (Ebû Dâvûd, Neseî, Ebû Hureyre’den)
“...korkarak ve umarak O’na dua edin...” (A’râf, 7/56)
“Kullarım sana Beni sorduklarında (söyle onlara), Ben çok yakınım. Bana duâ ettiÄŸi vakit duâ edenin dileÄŸini kabul ederim. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doÄŸru yolu bulsunlar.” (Bakara, 2/186)
​
Allah’ı DüÅŸünce Ä°le Anmak
Tefekkür, kulu olgunlaÅŸtırarak arif seviyesine yükseltir. Ârif; irfan ve marifet sahibi, anlayışı mükemmel insan demektir.
​
DüÅŸünmenin bir zikir olabilmesi için de, düÅŸünme anlarında Allah ile olan baÄŸlantının/birlikteliÄŸin kesilmemesi bu iÅŸin anahtarıdır. Aksi halde düÅŸünce, boÅŸ bir hayal ve oyalanmadan ileri geçemez.
“Aklı ve gönlü iÅŸletenler o kiÅŸilerdir ki, onlar ayakta, otururken ve yanlan üzerine yatarken (bütün vakitlerinde) Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düÅŸünürler...” (Al-i Ä°mran, 3/190-191)
​
Allah’ı Anmanın Karşılığı
Allah’ın Zikreden Kulu Anması
“Öyleyse, siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bir de bana ÅŸükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/152)
​
Allah’ın bir kulunu anması nasıl olur?
​
Allah’ın bir kulunu anması, onunla özel olarak ilgilenmesiyle olur.
​
Birazcık geri dönerek ömür yolculuÄŸunuzu gözden geçirin. Bir yerlerde Allah’ın sizleri nasıl andığını, sizlere nasıl lütuf ve ihsânda bulunduÄŸunu, sizleri nasıl koruyup, gözettiÄŸini mutlaka göreceksiniz. Ya bir felâketten kıl payı kurtuldunuz, ya bir kazayı çok ucuz atlattınız ya da hiç beklemediÄŸiniz bir yerden nasiplendiniz. Hele bir de başınız sıkıştı ve “yetiÅŸ” diye seslendiyseniz.
“...darda kalana, kendisine yalvardığı zaman karşılık veren ve (baÅŸları sıkıştığında) sıkıntıları gideren...” (Neml, 27/62)
Allah, yarattığı her kul ile özel olarak ilgilenmez. Çünkü O’nun genel yasaları vardır. O doÄŸma yaÅŸama, çoÄŸalma ve beslenme için gereken her ÅŸeyi yaratmış ve yasaları koymuÅŸtur. Ve insana, bu ortamda yaÅŸayabilmesi için gereken bütün imkân ve olanakları saÄŸlamıştır. Bu O’nun “Rahman” sıfatının gereÄŸidir ve zaten genel olarak herkesi rahmetiyle anar.
​
Allah’ın özel ilgisini çekmek nasıl olur diye sorarsanız?
​
Allah’ın özel ilgisini çekebilmek için, öncelikle âyetin başındaki “Öyleyse siz beni anın ki...” emrini yerine getirmek gerekir.
​
Basiret
Basiretin kelime manası, kalb gözüdür. Öngörü, saÄŸgörü, duygular üstü bakış, seziÅŸ ve görüÅŸ kudreti, idrâk, zekâ, ilim, tecrübe olarak anlaşılır. Başımızdaki gözlere basar, kalb gözlerine de basîret denir.
Zikir, üstün bir yetenek saÄŸlar. Bu yetenek, gerçekleri gören, yanlış yapmamamızı saÄŸlayan gözler “basîret gözleri” yani “kalb gözleri”dir.
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine ÅŸeytandan gelen bir vesvese dokunduÄŸu zaman Allah’ı zikrederler hemen gerçeÄŸi görürler. (A'raf, 7/201)
​
Basîret, Allah’tan kaynaklanan ve kafa gözlerinin görüp idrâk edemeyeceÄŸi gerçekleri görüp algılayabilen bir kudrettir. BaÅŸta, Allah’ın bilinmesi, tanınmasıyla ilgili bilgiler olmak üzere; ruhun ve insanın iç dünyasının bütün inceliklerini araÅŸtırıp bulabilen Ä°lâhî bir görüÅŸtür. Kudsî aydınlık, kalb gözü ve gönül gözü olarak da adlandırılır.
​
Basiret, ifadelerle anlatılmayacak kadar esrarlı bir görünüme sahiptir. Apaçık ortada olup, buna karşın herkesten gizleneni, gizli olanı görmek ancak basiret sahiplerinin iÅŸidir.
​
Ä°ÅŸte, ısrarla ve her haliyle Allah’ı anan bir kul, kalb gözlerine ve can kulaklarına sahip olur.
​
ÇoÄŸu insanın beden gözleri gördüÄŸü hâlde, kalb gözleri kördür. Bakınız bu olguyu Kur’ân-ı Kerîm bize nasıl açıklıyor?
‘‘...Ama gerçek ÅŸu ki; kafadaki gözler kör olmaz, lâkin göÄŸüsler içindeki kalbler kör olur. ” (Hac, 22/46)
“...Onların kalbleri vardır, ama onlarla gerçeÄŸi kavrayamazlar; gözleri vardır, onlarla göremezler; kulakları vardır, fakat onlarla iÅŸitemezler. ” (A’râf, 7/179)
​
Allah'ı (c.c) Anmayanların Durumu
Allah Tarafından Unutulmak
Allah’ı anmamak, O’nu unutmanın cezası aynı ÅŸekilde Allah tarafından unutulmaktır.
“Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar hep birdirler. Onlar kötülüÄŸü emrederler, iyilikten alıkoyar ve cimrilik ederler. Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Çünkü münâfıklar, fâsıkların ta kendileridir. ” (Tevbe, 9/67)
​
Hz. Ali; “Dünya, seni Allah’tan alıkoyan ÅŸeydir.” der.
​
“Dünya hayatı bir oyun ve eÄŸlenceden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Ahiret yurdu ise Allah’tan korkanlar için muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz” (En’âm, 6/32)
​
Dünya, insanın kötü sıfatlarının sembolü olan nefsidir. Allah’tan gâfil, sorumsuz, niçin ve neden yaratıldıklarını bilmeyen azgın nefislerin, bitip tükenmek bilmeyen istek ve arzularıdır. Öyle ki, bu kötü duygularını, istek ve arzularını, hevâ ve heveslerini tanrı edinecek kadar çirkinleÅŸirler; hiçbir kural, hiçbir yasa onları sınırlayamaz.
“Kötü duygularım kendisine tanrı edineni gördün mü?.” (Furkân, 25/43)
“Hevâ ve hevesini tanrı edineni... gördün mü?” (Câsiye, 45/23)
​
İşte bu nedenle Allah bizleri uyarıyor:
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerini unuttuÄŸu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (HaÅŸr, 59/19)
​
Allah’ın kulunu unutması nasıl olur?
​
Åžu bir gerçek ki, insanoÄŸlu başı sıkıştığı zaman kendisinden çok üstün bir varlığa ihtiyaç duyar; bu onun doÄŸasında vardır. Ä°ster inanmış, ister inanmamış olsun, bu deÄŸiÅŸmez. Ä°nsandaki bu duygu, nedense hep sıkıştığı hep güç durumda kaldığı zaman harekete geçer. Peki ya Allah’ı dünyada unutan ve Allah’ın da kendisini unuttuÄŸu insan nasıldır?
Kendilerine yapılan uyarılan unuttuklarında (daha evvel indirmiÅŸ olduÄŸumuz sıkıntı ve darlıkları kaldırıp) üzerlerine her ÅŸeyin kapılarını açtık (bol nimet verdik). Nihayet kendilerine verilen o nimetlerle şımarıp zevke dalınca ansızın (ölümle) yakaladık. Birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.” (En’âm, 6/42-44)
​
Allah, bu dünyada unuttuÄŸu insanları bol nimetle baÅŸ baÅŸa bırakır. Bu Allah’ın, dünya iÅŸlerine dalarak kendisini unutmuÅŸ kuluna, günahını ve azgınlığını artırması için vermiÅŸ olduÄŸu bir fırsattır. O da bu fırsatın tuzağından habersiz, sanki bir ganimetmiÅŸ gibi dünyasından baÅŸka bir ÅŸey düÅŸünemez, şımardıkça şımarır; ÅŸehvetine, hırs ve tutkularına daldıkça dalar. Artık o, bütün bunları tanrı edinecek kadar önemsemiÅŸ, sapıtıp gitmiÅŸtir.
“Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve Allah’ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediÄŸi, gözünün üstüne de perde çektiÄŸi kimseyi gördün mü?... ” (Câsiye, 45/23)
​
Ä°ÅŸte bu durumdaki bir insanın, bu ölçüyü aÅŸan istek ve tutkuları onun gerçek varlığını, ruhunu mahveder. Kalbi katılaşır, zalimleÅŸir ve sevgiden, ÅŸükürden, ibadetten yoksun Allah’ı unutup gider. Buna karşılık Allah da o bedbaht kulun kulağını ve kalbini mühürleyip, gözünün üstüne de perde çekerek onu unutur.
​
Gaflet Halinde Olmak
Allah’ı anamayanların ortak özelliÄŸi, gaflet halinde olmalarıdır. Gaflet halinde olanların Allah’la olan baÄŸlantıları kopmuÅŸ demektir.
​
Sıkça veya sürekli olarak gaflet halinde olmak, kiÅŸi için en büyük tehlikedir. Ä°ÅŸte bu nedenledir ki Allah insanları bu tehlikeye karşı uyarmış, gaflete kapılanlardan olmamalarını hatırlatmıştır.
“Rabbini, sabah akÅŸam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.” (A’râf, 7/205)
“...Kalbini, bizi zikretmekten gaflete düÅŸürdüÄŸümüz, kendi istek ve tutkularına uyan ve iÅŸinde aşırılığa gidene itaat etme.” (Kehf, 18/28)
​
Kalp Katılığı, Kalp Hastalığı ve Kalbin Mühürlenmesi
“Allah kimin gönlünü Ä°slâm’a açmışsa o, Rabbinden bir nur üzerinde deÄŸil midir? Allah’ı anmak hususunda kalpleri katılaÅŸmış olanlara yazıklar olsun! (Zümer, 39/22)
“Onun için sen, (ey peygamberim!) Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından baÅŸka bir ÅŸey istemeyen kimselere yüz verme.” (Necm, 53/29)
​
Allah’ı anmayan bir kulun kalbi, ÅŸu aÅŸamalardan geçerek kilitlenip mühürlenir.
​
Birinci aÅŸama, kalbin katılaÅŸmasıdır. Allah’ı anmayan bir insan anlayışsız, tutarsız, merhametsiz, sert ve zalim bir mizaca sahip olur. Git gide kalbi katılaÅŸmaÄŸa baÅŸlar. Kalbi o kadar katıdır ki taÅŸ bile ondan daha yumuÅŸaktır.
“Bundan sonra yine kalbleri katılaÅŸtı. Artık kalbleri taÅŸ gibi yahut daha katıdır. Çünkü taÅŸlardan öylesi vardır ki, içinden ırmaklar kaynar, öylesi vardır ki çatlar da ondan su fışkırır. TaÅŸlardan bir kısmı da, Allah korkusundan yukarıdan aÅŸağıya yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil deÄŸildir.” (Bakara, 2/74)
​
Ä°kinci aÅŸama, Allah’ı anmamasından, O’nunla irtibat kuramamasından dolayı kalbin hastalanmasıdır. Bu hastalık elbette ki gönül hastalığıdır. Allah’ı anıp O’nunla iliÅŸki kuramayan kalb manen hastadır. Bu durum Kur’ân’da “Kalblerinde hastalık vardır...” (Bakara, 2/10) diye belirtilmektedir.
​
Allah zikrinden mahrum olan kalbler, git gide daha da ağırlaÅŸan bir hastalıkla baÅŸ baÅŸa kalırlar. Âdeta, Allah’a giden yolu kendi taÅŸ kalbleriyle tıkamışlardır.
"Onların kalperinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoÄŸaltmıştır..." (Bakara, 2/10)
"Allah, kalblerinde hastalık bulunanlar ve kalbleri katılaÅŸanlar için, ÅŸeytanın katmak istediÄŸi ÅŸeyi bir deneme (vesilesi) yapsın. Zalimler, gerçekten uzak bir ayrılık içindedirler." (Hac, 22/53)
Üçüncü ve son aÅŸama ise, bu durumdaki bir insan için tam bir hüsrandır. Çünkü Allah, böyle bir kimsenin kalbini kilitleyip mühürlemiÅŸtir. Bu durumdaki bir insan manen ölüdür.
"Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiÅŸtir. Onların gözlerine de bir çeÅŸit perde gerilmiÅŸtir ve onlar için büyük bir azap vardır. ” (Bakara, 2/7)
​
Bu konuda diÄŸer âyetler: Bkz. Enfâl, 8/49; Mâide, 5/52; Tevbe, 9/87-125; Nûr, 24/50; Ahzâb, 33/12; Muhammed, 47/24-29; A'râf, 7/101; Câsiye, 45/23; Münâfikun, 63/3; Mutaffifîn, 83/14.
​
Nefis ve Åžeytan
Yüce Yaratıcı, insanın içine iki etkin güç koymuÅŸtur. Bunlardan biri, “daima ve her zaman” kötülüÄŸü emreden nefis; diÄŸeri de, her zaman Allah’ın emri doÄŸrultusunda hareket eden ve kiÅŸiyi sürekli doÄŸru olana davet eden Ä°lâhî bir sestir. ÅžaÅŸmaz nitelikte bir terazidir sanki. Ä°ÅŸte bu Ä°lâhî yetenek “vicdan”dır.
​
Vicdan, insana, içinde bulunduÄŸu ÅŸartlarda, hangisinin gerçekte de en doÄŸru ve en akılcı karar, en uygun davranış ÅŸekli olduÄŸunu ilham ederek, gerçeÄŸi bulmasını saÄŸlayan Ä°lâhî bir güçtür.
Bu iki güç ya da bu iki ses Kur’ân-ı Kerîm’de ÅŸöyle ifade edilir:
“Nefse ve ona, birtakım yetenek ve kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki...” (Åžems, 91/7-8)
​
“Åžeytan onları etkisi altına aldı da, kendilerine Allah’ı anmayı unutturdu." (Mücâdele, 58/19)
​
Kim Rabbıni zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir ÅŸeytanı ona musallat ederiz. Åžüphesiz bu ÅŸeytanlar, onları doÄŸru yoldan alıkoyarlar da, onlar kendilerinin doÄŸru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 43/36-37)
​
Hamza Kılıç’ın Allah’ı Tanımanın Yolu (Ä°nsan: 2015) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.