Arayan Ä°nsan
Ä°slam'a GiriÅŸ

Modern Dünyada Müslümanca Tutum
Prof. Dr.Mehmet Paçacı'nın Kur'an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz (Anakara Okulu: 2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Müslümanların Durumu
Müslümanlar için özellikle on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl büyük yenilgilerle, acılarla, hayal kırıklıklarıyla dolu bir dönem oldu. Bu yenilginin sonucu olarak Müslümanlar ve onların medeniyeti tarih sahnesinden adeta silindi. Bununla Müslüman olarak anılan kiÅŸilerin ve toplulukların yok oldukları, yeryüzünden silindiklerini tabii ki kastetmiyoruz. Ancak bu geliÅŸmeler sonucunda Müslümanların tarihin dışına itildiÄŸini ve onların da orada kaldıklarını söylemeye çalışıyoruz.
Dünyada artık her türden bütün beÅŸerî iliÅŸkileri Batı medeniyeti belirlemektedir. Hiçbir iliÅŸki biçimi Ä°slam’a göre belirlenememektedir. Bizim içinde bulunduÄŸumuz bu durum aslında oldukça zor bir durumdur. Bir yandan Müslüman nesli bu dünyada yaÅŸamaktadır, fakat bir yandan da bu dünyada olup bitenlere kendisine göre bir yön çizememekte, olayların gidiÅŸinde etkili olmaya güç yetirememektedir. BaÅŸka bir deyiÅŸle o, bir yandan tarihin içindedir, ama bir yandan da fiilen dışındadır.
​
Çözümsüzlük Tavrı
Bu geliÅŸmeler Müslümanlarda ÅŸöyle bir ruh hali yaratmıştır: Bu tarih aslında yanlıştır ve tarihi yapanlar bu dünyadaki zulmü, sömürüyü, insanlık dışı suçlan iÅŸleyenlerdir. Müslüman genellikle savunmacı bir propagandist tavrıyla ÅŸöyle devam eder: Ä°slam bu dünyaya hakim olsaydı bu olanların hiç birisi olmayacaktı. Ä°slam en ‘güzel’ insani iliÅŸkileri, en ‘ÅŸahane’ ekonomik iliÅŸkileri, en düzenli 'düzeni’ vb. önermektedir. Yoksa Ä°slam’ın bu iÅŸlenen suçlarla hiçbir ilgisi yoktur. BaÅŸka bir uygarlığın yarattığı problemlere Ä°slami çözümler getirme çabası yanlış bir iÅŸtir. Çünkü problemler onların problemidir. Ä°slam ya bütün olarak sistemiyle vardır ya da yoktur. Ä°slam parça parça uygulanamaz. Aslında Müslüman bu modern tarihi sahte bir tarih, olmaması gereken bir tarih olarak görmektedir. Bugün Müslümanlara, içinde bulunduÄŸumuz tarihsellik içinde ÅŸekil almış insani, ekonomik, kadın-erkek, aile iliÅŸki biçimlerinin ortaya çıkardığı sorunlar hakkında çözüm önerileri için baÅŸvurduÄŸunuzda, birçok Müslüman coÄŸrafyada alacağınız cevap, “bu konularda Ä°slam'ın cevabı vardır ve baÅŸkalarıdır, bunlara onlar çözüm bulmalıdırlar, biz egemen olursak bunların Ä°slâmî yoldan çözümlerini gerçekleÅŸtireceÄŸiz" ÅŸeklinde olmaktadır.
​
Bu tavır alış baÅŸka bir ÅŸekilde ÅŸöyle ifade edilebilir; biz Müslümanlar Kur’an’ın dini-ahlaki hükümlerinin indiÄŸi tarihselliÄŸi esas almaktayız, sadece bu ve bu tarihsel durumlara çok benzeyen tarihsellikleri sahih kabul etmekteyiz; yoksa bu durumlardan farklı bir ÅŸekilde geliÅŸmiÅŸ tarihsel durumları gerçek tarihsellikler olarak kabul etmemekteyiz ve sonuç olarak bu sahte tarihselliklere müdahil olmak durumunda deÄŸiliz, onlar için bir çözüm önerimiz olsa bile, bundan insanlık biz egemen olduÄŸumuzda yararlanabilecektir.
​
Burada dikkat edilirse kim tarafından ortaya çıkarılırsa çıkarılsın tarihin, insanlığın halihazır problemlerine çözüm arama tavrı deÄŸil, problemlere kayıtsız kalma, problem çözümlerini erteleme halet-i ruhiyesi bulunmaktadır. Mesela, kadın-erkek iliÅŸkilerinin ve onların ekonomideki ağırlıklarının Kur'an vahyinin sonuçlandığı sıradaki tarihsel ÅŸekli bizim için esastır. Kur’an bu tarihselliÄŸe veya benzeri durumlara çözüm getirmektedir. Bunun dışındaki durumlar, yani kadın ve erkeÄŸin toplumdaki ekonomik ağırlıklarının bu esas duruma göre farklılık gösterdiÄŸi tarihsellikler ise sahte durumlardır. Bu durumlara göre Kur’ani dini-ahlaki hükümler getirmek, yani yeni çözümler üretmek Kur’an’a düÅŸmez. Bu görüÅŸe göre, mesela bu farklı durumları dikkate alarak miras dağılımını Kur'ani çerçevede belirlemek mümkün deÄŸildir.
​
Bunun kabul edilemez sonucu ise, zorunlu olarak tarihin dışında kalmaktır. Aslında Müslümanların gitgide bu durumu da benimsediklerini gözlemlemek zor deÄŸildir. Böylesi bir tutumun sonucunda, Müslüman tüccar bir yandan ticaret yapmakta, fakat bu ticareti Ä°slam’a göre gayrimeÅŸru ekonomik iliÅŸkiler çerçevesinde sürdürmenin ağır halet-i ruhiyesini yaÅŸamaktadır. Belki daha da önemlisi mesela bugün repo ekonomisi ÅŸeklinde devam eden ekonomik iliÅŸkiler için Müslüman cemaatin hiçbir çözüm önerisi bulunmamaktadır. Onun savunmacı ve refleksif tepkisi ona sadece bu ekonominin dışında kalmayı önermektedir. Bunun sonucunda Müslüman tüccarın sermayesi sürekli küçülür ve zayıflarken, bu ekonomik düzenden haksız kazanç saÄŸlayanlar sürekli güçlenmekte ve büyümektedirler. Bugün Müslüman ulemanın bu tüccarlara Ä°slam'ın egemenliÄŸini beklemelerini önermekten baÅŸka yapacağı bir ÅŸey yoktur. Ancak ekonomik olarak sürekli küçülen bir zümrenin nasıl olup da bir gün egemen olacağı sorusu üzerinde durulmamaktadır.
​
Geçici de Olsa Çözüm Arama Tavrı
Ne kadar yanlış olursa olsun bu, yaÅŸanılan bir tarihselliktir ve Kur’an'ın ilkeleri çerçevesinde bir çözümü muhakkak bulunmaktadır. Kur’an’ın her devrin problemlerine çözümü bulunduÄŸu ifadesi bu ÅŸekilde anlaşılmalıdır; yoksa vahyin indiÄŸi dönemdeki tarihsel konjonktürü her devirde yaÅŸatmak ÅŸeklinde deÄŸil. Oysa bugün Müslümanlar gerçek kabul ettikleri tarihselliÄŸi de tekrar yaÅŸatmaya güç yetiremedikleri için benzeri bir konjonktürün bir daha gelmesini beklemek durumunda bırakılmışlardır.
​
Müslümanların içinde fiilen bulundukları tarihin kendileri tarafından yapılmadığı, bu tarihin yanlış ve kötü kiÅŸiler ve uygarlıklar tarafından yapıldığı ve dolayısıyla bu yanlışlıklar bir ÅŸekilde sona erene kadar biz Müslümanların tarihin içine girmemek, ona müdahale etmemek gibi bir lüksü var mıdır? Ä°çinde fiilen bulunduÄŸumuz zamanların yaÅŸanmamış olduÄŸunu kabul edebilir miyiz? Kur’an’ın bütün zamanlar için inmiÅŸ olduÄŸu bizim için ne ifade etmektedir? Sahte tarihsellikler kabul etmek, aynı zamanda Kur’an’ın uygulanabileceÄŸi ve uygulanamayacağı tarihsellikleri kabul etmek anlamı taşımıyor mu? Ä°ÅŸte evrenselci ve fakat bu noktada zorunlu olarak evrenselliÄŸini kaybeden görüÅŸün zorluÄŸu budur ve böylesi bir anlayış hiçbir zaman yeni bir Ä°slam medeniyetinin doÄŸmasına izin veremeyecektir. Çünkü bu anlayış, tarihe girebilecek bir tarih dilimi bulamayacak, dolayısıyla onu belirleyemeyecek, onu deÄŸiÅŸtiremeyecek ve tarihin dışında, onun için gerçek -ama aslında kelimenin tam anlamıyla ütopik- olan tarihselliÄŸin gelmesini boÅŸuna bekleyip duracaktır. Çünkü zamana hükmedemeyen bir anlayışın böyle bir durumu yakalama ÅŸansı ihtimal hesaplarına kalmış demektir. Nitekim bugün olan da budur. Öyleyse Müslümanlara düÅŸen, her halükârda yeni tarihsel durumlara Kur’an’a uygun hükümleri üretebilmektir.
​
Ä°lkelerden Ödün Verme
Burada karışıklığa sebep olan belli bir bakış açısını yukarıdaki kaygılardan ayırt etmek gerekmektedir. Bu yerinde kaygılarla; özellikle had cezalarını ve kadının Müslüman toplumlardaki yerini öne çıkararak bugün daha çaÄŸdaÅŸ ve insancıl cezaların ve uygulamaların bulunması gerektiÄŸi iddiasını ileri süren safdil bir söylemi birbirinden ayırmak gerekmektedir. Bu söylem, Ä°slam'ın geri kalmış, incelikten yoksun vahÅŸi, insanlık dışı bir din olduÄŸunu iddia eden sekülarist ve pozitivist saldırılara karşı Ä°slam'ı korumak ve savunmak gibi bir tavır alış sonucunda oluÅŸmuÅŸ görünmektedir.
Müslümanların tarihe tekrar müdahil olarak onu deÄŸiÅŸtirme kaygısını, bu sahte kaygılarla karıştırmak, Müslümanlar için yeni problemler yaratmaktan baÅŸka bir ÅŸeyle sonuçlanmayacaktır. Ahkamın gerçeklik taşımayan bu gerekçelerle deÄŸiÅŸtirilmesi kaygısı, Müslümanların kendi iç problemi deÄŸil, kendileri dışında oluÅŸturulmuÅŸ asılsız bir problemin onlara dayatılmasından ibaret olmak durumundadır. Tarihsel kaygılara bu ÅŸekilde bakılması ve onların bu ÅŸekilde yargılanmaları zaten tarihe girebilme baÅŸarısını gösterememiÅŸ Müslümanların ağır problemlerini bir kat daha ağır ve karmaşık hale getirmeye yarayabilir. Böyle bir yargılama Müslümanların yararına bir çözüm getirmekten uzak kalacak, tarihe girmek gibi asil bir amacın sahte bir problemmiÅŸ gibi muamele görmesine yol açacaktır. Müslümanların bu meselesi de çözülmemiÅŸ olarak kalacaktır. Bir tartışmalım Müslümanların kendilerine has bir problem olabilmesi, problemin çözümünden Müslümanların ve bütün insanlığın yararlanabilmesine baÄŸlıdır.
​
Zorluklar ve Riskler
Tarihe girip ona yön verme çabasının tabii ki zorlukları ve riskleri vardır, Burada Müslüman için en önemli sorun bir yandan, maalesef Müslümanlar tarafından oluÅŸturulmamış bir tarihselliÄŸe girebilmek ve buna raÄŸmen Kur’an’dan kaynaklanan hükümleri uygulamak ve Müslüman kalabilmektir. Burada kabul etmek gerekir ki, biz içinde bulunduÄŸumuz tarihselliÄŸin bir ferdi durumundayız. Bir yandan Kur’an’daki evrensel, deÄŸiÅŸmeyen ve deÄŸiÅŸmemesi gereken unsurları gözetmek bir yandan da sürekli deÄŸiÅŸen tarihe girmek ve onu deÄŸiÅŸtirmek gibi bir görevle karşı karşıyayız. Kur’an’da bize verilen evrensel ilkeler tarihsel zarflar Ä°çinde sunulmuÅŸtur. Bu bakımdan her iki unsurun da kendine göre iÅŸlevi bulunmaktadır. Evrensel ilkelerin taşıyıcısı olan, bunun ötesinde onların çerçevesini belirleme durumunda olan tarihsel unsurlara nasıl bir deÄŸer atfetmemiz gerekiyor? Bunları sadece birer kap, taşıyıcı olarak mı göreceÄŸiz; yoksa onlara bundan öte bir deÄŸer atfetmemiz gerekiyor mu? Bu aÅŸamada Kur’an'ın tarihsel ve evrensel unsurlarını, bunların mahiyetlerini, birbirlerine göre sınırlarını, iÅŸlevlerini ve kendi aralarındaki iliÅŸki biçimini belirginleÅŸtirmek ve bu iki unsur arasındaki iliÅŸkinin nasıl kurulması gerektiÄŸi sorusunun cevabı önemli olmaktadır. Bu soruya kiÅŸinin vereceÄŸi cevap aynı zamanda nasıl bir anlama metodu ya da ictihad anlayışı tasarlandığı hakkında da ipuçlarını barındıracak bir cevap olacaktır.
​
Kur’an’ın anlaşılması ve uygulanması onun tarihsel hükümlerinin arkasındaki evrensel öze ulaÅŸmakla mümkün olabilmektedir. Ancak bu süreçte anlayan kiÅŸinin tarihselliÄŸi anlamada tabii ki etkin olmaktadır. Onun içinde bulunduÄŸu ÅŸartlar, o zamanki anlayışlar vb. öznenin anlayışına tesir eden faktörlerdir. Anlamanın kendisi de tarihsel bir ortamda gerçekleÅŸmektedir. Hükümlerin ya da tarihsel olayların anlamı tarihsel perspektifin deÄŸiÅŸmesiyle deÄŸiÅŸecektir. Yani olayları tarihüstü, Allah’ın kavradığı tarzda külli, bütün bilgileri içerecek ÅŸekilde kavramak ve nesnel bir anlamaya ulaÅŸmak mümkün deÄŸildir. Bu bakımdan tarihsel anlama tarihsel ÅŸartlardan bağımsız olamayacak ve bu yüzden de nesnel olamayacaktır.
​
Ä°ÅŸte tarihsel anlama sürecinin tabiatındaki bu özellik Ä°mam Åžafiî’nin istihsan karşıtlığının arkasındaki kaygıyı besleyen özelliktir: Çünkü istihsanda ya da genel olarak ictihadda müctehidin ameliyle dinin anlaşılmasına, bir anlamda da dine müctehidin öznelliÄŸi ve tarihselliÄŸi girmektedir. Müctehidin kendi içinde bulunduÄŸu tarihselliÄŸi, bilgisi, ahlakı hatta psikolojik halleri, tarihsel hükümleri nasıl deÄŸerlendirdiÄŸi, onlardan yola çıkarak en temel ilkeleri nasıl tanımladığı hususunda etkili olmaktadır. Bugün de bu evrenselci yaklaşımın en önde gelen kaygılarından birisidir. Bu içinde bulunduÄŸumuz tarihselliÄŸin bizi içine çekeceÄŸi, bizi kendisine benzeteceÄŸi ÅŸeklinde bir korkudur. Ancak bu hemen görüleceÄŸi gibi bir savunma durumudur ve Müslümanların ictihadla tarihe müdahalesinin önündeki büyük bir engeldir.
​
Aslında bu korku her nasılsa alabildiğine farklı iki şeyi birbirine karıştırmaktadır.
-
Birincisi geleneÄŸin tamamıyla referans noktasını yitirmesi ve tarih içinde kimliÄŸini yitirerek kaybolup gitmesidir. Bu pasif, savunmacı bir tutumdur.
-
Ä°kincisi ise, referans noktasını gözden uzak tutmaksızın tarihin içine girerek onu kendi doÄŸrultusunda deÄŸiÅŸtirmesidir. Bu ise aktif ve dirayetli bir tutumdur.
Bu baÄŸlamda vahyin tarihsel tarafına deÄŸer atfetmeyen, yani kendi referans noktasını dikkate almayan görüÅŸün ÅŸöyle bir durumla karşılaÅŸma tehlikesi vardır. O da kendi tarihindeki ve geleneÄŸindeki bütün referansını yitirmek ve böylece hatta baÅŸka bir geleneÄŸe yenik düÅŸmek ve ona katılmaktır.
​
Vahiy tarihinde Ä°sa’dan (as) sonra Hıristiyanlığın içine düÅŸtüÄŸü durum bunun en güzel örneÄŸi olabilir. Ä°sa, Musa’nın (as) ÅŸeriatı üzerine gelmiÅŸ, onu tasdik eden bir Beni Ä°srail peygamberi idi. Ä°sa’dan sonra oluÅŸturulan Hıristiyanlık, Pavlus’un katkılarıyla vahyin temel ilkelerinin içinde saklandığı tarihsel hükümler zarflarını yitirdi. Bu tavır alış doÄŸrultusunda, tabiatıyla vahye alt deÄŸerlerin tanımlarını ve sınırlarını belirleyen tarihsel hükümler ortadan kaldırılınca, bunlara yeni zarflar gerekti ve bu zarflarda Helen geleneÄŸinin zarfları oldu. BaÅŸka bir deyiÅŸle Hıristiyanlık aslında Sami geleneÄŸi içinde yer alması gerekirken, geleneÄŸini kaybetti ve baÅŸka bir geleneÄŸe Helen geleneÄŸine atladı ve onun içinde yitti. OluÅŸan yeni durum dinin temel kavramlarını, onların sistem içindeki konumlarını, tanımlarını ve iÅŸlevlerini de belirledi. Allah’ın dini tahlif edildi.
​
Ä°ÅŸte bu noktada bir referans noktası olarak Kur’an’ın tarihselliÄŸi, onun tarihsel hükümleri önem kazanmaktadır. Aksi takdirde öncelikle müctehidin elinde evrensel ilkeleri tanımlayacağı bir referans kalmayacaktır. Mesela, adam öldürme konusunda, kürtaj, nefs-i müdafa ve iyileÅŸme umudu kesilmiÅŸ kiÅŸilerin hayatlarına son verilmesi gibi farklı meseleler karşısında müctehid neye göre hüküm verecektir. Bunları kabul mü, yoksa red mi edecek? Bu konular karşısında farklı kültürler ve gelenekler insan, hayat, ölüm, adalet, dünya sonrası hayat gibi temel kavramlara getirecekleri farklı tanımlar sebebiyle farklı tavırlar takınacaklardır. Ancak bu tanımlara daha önce kendi kültürlerinin temel metinlerine; bu konuda önceki tarihsel somut bakarak ulaÅŸabilirler. Tarihsellikler sürekli deÄŸiÅŸtiÄŸi için, müctehidlerin Kur'an’daki temel kavramları ve evrensel ilkeleri anlamaları ve uygulamaları hep deÄŸiÅŸecektir. Ancak yine de Kur'an'daki tarihsel hükümler sürekli bize bu temel kavramların aktarılması gereken tanımlarını empoze edeceklerdir. Ä°ÅŸte Ä°slam geleneÄŸinin referans noktası ve onun normatif tarafı bu olmalıdır.
​
Sonuç
Sonuç olarak ÅŸunları söyleyebiliriz: Amaç Kur’an’ı içinde bulunduÄŸumuz tarihselliÄŸe, dünya durumuna müdahil kılmaktır. Bunun için önerilen ise aslında ictihad kurumunu iÅŸlevsel hale getirmekten baÅŸkaca bir ÅŸey de deÄŸildir. Bu bakımdan hiç kimsenin “modemitenin veya baÅŸka bir deyiÅŸle Åžeytan’ın hakim olduÄŸu bir zaman diliminde içtihadın Ä°slam'ın yararına olmayacağı ve Ä°slam’da reforma yol açacağını” iddia etmeye hakkı olamaz.
​
Ä°ctihadda zorunlu olarak Kur’an hükümlerinin tarihiyle ilgilenmek zorundasınızdır. Ancak bu dinamik bir ilgidir. O hükümleri o tarihsellikte sonsuza kadar tespit etmek deÄŸildir amaç. Amaç onların evrensel mesajlarını yakalamak ve o mesajları bugüne, yeni tarihsel durumlara taşımaktır. Aslında bugün benzerlerine ÅŸiddetle ihtiyaç duyduÄŸumuz bir ictihad müdafaası olan Ä°slam Hukukunda Ä°ctihad adlı eserinde Muhterem H. Karaman, bunu ÅŸu cümlelerle ifade etmektedir:
(Mezheb imamları) Nas bulunmayan yerlerde gerektiÄŸinde meÅŸru maslahatlara göre hüküm verdikleri gibi, zaman zaman da lafza deÄŸil, ruh ve manaya veya kitap ve sünnetin umumî kaidelerine dayanarak bazı nasların elfazını aÅŸmışlardır. Åžüphesiz bu davranış, nassın hükmünün mesnedi olan ‘illet’in deÄŸiÅŸmesiyle hükmün de deÄŸiÅŸmesi esasına baÄŸlı bulunduÄŸu için nassa muhalefet ÅŸeklinde deÄŸerlendirilemez.
​
Burada yapılan dinin bazı unsurlarını dışarıda bırakmak da deÄŸildir. Kur’an ve Hadis nassı Ä°slam'ın temel kaynaklarıdır. Ancak nasların tabiatı ortaya konulmalı ve onların tarihsel ve evrensel unsurları belirlenmelidir. Tarihsel ve evrensel unsurlar ve bunların iÅŸlevleri birbirine karıştırılmamalıdır. Kur’an’ın bize taşıdığı tarihsel hükümler her zaman doÄŸruluÄŸu kesin hükümler olarak Ä°slam’ın evrensel mesajının zarfı, taşıyıcısı olmaya devam edecektir. Ancak onlar yoluyla biz bu mesajın ve ilkelerin doÄŸru tanımlarına ulaÅŸabilme imkânına sahibiz. Bu bakımdan onlar herhangi bir tarihsel hükümler bütünü gibi görülemezler. Bu gerçek, Kur’an’daki ve Hadis’teki tikel hükümlerin her zaman dikkate alınmaları gerekliliÄŸini ortaya koymaktadır. Ä°ÅŸte ictihad Ä°slam'ın bu evrensel ve tarihsel unsurlarını yerli yerinde ele alabilen bir anlayışın sonucudur. Ä°ctihad Ä°slam’ın ilkelerini deÄŸiÅŸik zamanlara taşıma kaygısının ürünüdür.
​
Oysa Ä°slam’ın Ä°lkelerini deÄŸil, tikel hükümlerini evrensel kabul eden yaklaşımın Kur’an’ı yeni tarihselliklere taşımak gibi bir ÅŸansı olamayacaktır. Çünkü o nasların indiÄŸi tarihselliÄŸin yeniden dönmesini beklemeye koyulmuÅŸtur. Çünkü bu yaklaşım Ä°slam’ın uygulanabilir ve uygulanamaz olduÄŸu zaman dilimlerini kabul etmektedir. Ä°çtihadın modem zamanlarda Ä°slam’a deÄŸil modernist paradigmaya yarar saÄŸlayacağını ve Ä°slam’ı deÄŸiÅŸtireceÄŸini iddia etmek böyle bir kabulün gereÄŸidir. Bu kabule göre, Ä°slam gerekli tarihî ortam oluÅŸuncaya kadar uygulanamaz durumdadır. Öyleyse bu durumda yapılacak ÅŸey ancak Ä°slam’ın uygulanacağı zamanlan beklemekten ibarettir.