top of page

Hz. Peygamber ve Zikir

Zikir, Kur’an’da da geçen bir kavram durumunda ama Kur'an'da çok farklı şekillerde kullanıldığı görülüyor. Bu durum, acaba kavramın gerçekten çok farklı anlamlara gelmesinden mi kaynaklanıyor, yoksa tüm kullanımlar aslında tek bir konuya mı işaret ediyor? Bu sorulara cevap aramak için zikir konusu ayrı bir çalışmayı hak ediyor.

 

Yine de bu detaya girmeden, zikir konusunu da belirleyici unsurlar arasında değerlendirdik. Özellikle tarikatler döneminden sonra zikrin tasavvufun en önemli unsurlarından birisi haline geldiği görülür. Bu açıdan Hz. Peygamber’in ve Sahabe’nin zikir konusundaki yaklaşımlarını bilmek önemli.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İbn Ömer'den (r.a),[1]

Nebî (s.a) şöyle buyurdu:"Her şeyin cilâsı vardır, kalbin cilâsı da Allah'ı zikretmektir."

 

Amr b. Kays’ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: [2]

“Abdullah b. Bişr’in şöyle dediğini işittim: ‘İki tane bedevi Resûlullah’a gel­mişler, birisi, ‘Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların hangisi daha hayırlı­dır?’ diye sormuş. Resûlullah ‘Ömrü uzun, ameli güzel olanıdır’ ce­vabını vermiş. Bu sefer diğer bedevi ‘Ey Allah’ın Resûlü! İslâmın farizaları (mükellefiyetleri) çoğaldı. Bana bir şey söyle ki onu de­vamlı yapayım’ demiş. Resûlullah da, “Öyleyse Allah’ın zikrini ağ­zından eksik etme” demiştir.”

 

Mâlik b. Yehâmir, Muâz b. Cebel’in (r.a.) kendilerine şöyle de­diğini naklediyor:[3]

Resûlullah’dan ayrıldığım sırada kendisiyle en son konuşmam şöyle olmuştu: “Yâ Resûlâllah! Allah nezdinde amellerin en sevimlisi hangi­sidir?” diye sormuştum. Dilin, “Allah'ın zikrinden yaş olarak ölmendir”buyurmuştu.

 

Ebû Said el-Hudri (r.a) anlatıyor:[4]

Bir defasında Resûlullah’a, “Yâ Resûlâllah! Kıyâmet günü Allah katında en üstün derece­ye sahip olacak kullar kimlerdir?” diye soruldu.

“Allah’ı çokça zikredenlerdir.” buyurdu.

“Yâ Resûlâllah! Allah yolunda savaşan gaziden de mi üstün olacaktır?” diye sordum.

Peygamber Efendimiz, “Bir gazi kılıcıyla kâfirlerin ve müşriklerin içlerine dalsa kı­lıcı kırılıp kendisi kana boyanıncaya kadar dövüşse, yine de Allah’ı çokça ananlar derece bakımından daha üstündürler!” buyurdu.

 

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:[5]

Bir keresinde Resûlullah Mekke yolunda hayvanıyla giderken «Cümdân» dağına varınca: “Haydi yürüyün, bu Cümdân dağıdır, müferridler geçtiler” bu­yurdu.“Yâ Resûlâllah, müferridler kimlerdir?” diye sorduk. “Allah ı çokça zikredenlerdir” buyurdu.

Tİrmizi'nin rivâyetinde farklı şu ifâdeler yer alıyor: “...Sahâbeler sordular. Yâ Resûlâllah, müferridler kimlerdir?” Allah'ın Resulü şu karşılığı verdi: “Kendilerini Allah’ın zikrine bağlamış, O’nu sürekli zikreden, haklarında konuşulanlara, kendilerine yapılanlara aldırmayan kim­selerdir. Yaptıkları zikirler sırtlarından ağırlıklarım indirir, kıyâmel günü Allah’ın huzuruna hafif (günahlardan arınmış) olarak gelir­ler.”

 

Muâz b. Cebel (r.a.) anlatıyor:[6]

Bir keresinde Peygamberimizle birlikte yürürken; “Sâbikun (geçip gidenler) neredeler?” diye sordu.

“Bir kısım halk ilerleyip gitti, bir kısmı da geri kaldı” dediler.

Resûlullah, “Kendilerini Allah’ın zikrine vermiş, sürekli Onu anan o mü­sabıklar nerede? (Ben onlan kastediyorum.) Kim cennet bahçele­rinde gezinmek isterse çokça Allah'ı ansın” buyurdu.

 

Câbir b. Semüre diyor ki: [7]

Peygamberimiz sabah namazını kı­lınca oturur, güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikrederdi.

 

Ebû Ya’lâ’nın rivâyetine göre,[8]

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:“Sabah namazından sonra Allah’ı zikreden bir cemaatla güneş doğuncaya kadar oturmayı üzerine güneşin doğduğu tüm nes­nelere tercih ederim.”

 

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet ediyor: [9]

Resûlullah buyurdu ki: “‘Allah münezzehtir, Allah’a hamdolsun, Allah’tan başka mabud yoktur, Allah en uludur.’ demem, benim nazarımda, üzerine güneşin doğduğu her nesneden daha sevimlidir.”

 

Ebû Ümâme (r.a.) rivâyet ediyor:[10]

Resûlullah buyurdu ki, “Sabah namazından sonra oturup güneş doğuncaya kadar Allah’ı anmayı, tekbir getirmeyi, hamdetmeyi, sübhânallah demeyi, lâ ilahe illâllah diye tehlîlde bulunmayı İsmâil evlâdından iki kö­leyi hürriyetlerine kavuşturmaya tercih ederim. Yine ikindiden son­ra oturup güneş batıncaya kadar (aynı şekilde Allah’ı anmayı) İs­mail evlâdından dört köleyi âzad etmeye yeğlerim.”

 

Ebü Said el-Hudri (r.a.) rivayet ediyor:[11]

Resûlullah (sav), “Allah, ‘Kıyamet günü mahşer halkı cömertlerin kimler ol­duğunu öğrenecek’ buyuruyor” dedi.

“Yâ Resûlâllah, cömertler kimlerdir?” diye soruldu.

“Zikir meclislerine devam edenlerdir” buyurdu.

 

Sabit el-Bünâni anlatıyor: [12]

Selmân-ı Fârisi (r.a.) bir cemaatla Allah’ı zikrederlerken Resûlullah yanlarına uğrar. Bunun üzerine susarlar.

Allah’ın Resulü: “Ne diyorsunuz?” diye sorar.

“Yâ Resûlâllah! Allah’ı zikrediyorduk.”           

“Devam ediniz, üzerinize rahmet indiğini gördüm. O rahmet­te size ortak olmak istedim”, der ve akabinde şöyle buyurur: “Ümmetim içinde kendileriyle birlikte nefsimi sabra zorlamamı emrettiği kullar yaratan Allah’a hamdolsun!”

 

Câbir (r.a.) anlatıyor:[13]

Bir defasında Resûlullah (s.a.v.) yanı­mıza çıkıp geldi ve “Ey insanlar! Allah’ın meleklerden oluşan birlikleri vardır. Bunlar, yeryüzündeki zikir meclislerine konar, buralarda dururlar. O halde cennet bahçelerinde otlayınız!” buyurdu.

“Yâ Resûlâllah, cennet bahçeleri nerededir?”

“Cennet bahçeleri zikir meclisleridir, sabah veya akşam Al­lah’ı zikretmeye gidin, O’nu nefislerinize hatırlatın (diğer bir riva­yette, onu içinizden zikredin). Allah katındaki değerini öğrenmek isteyen Allah’ın kendi nezdindeki derecesine baksın! Çünkü Allah kuluna, O’nun kendisine verdiği değere göre kıymet verir” buyur­du.

 

Ya’lâ b. Şeddâd anlatıyor:[14]

Ubâde b. Sâmit’in (r.a.) de bulun­duğu ve sözlerini tasdik ettiği bir mecliste babam Şeddâd b. Evs (r.a.) şu kıssayı nakletmişti: Bir gün Peygamberimizin huzurunda bulunuyorduk. Bir ara bize, “İçinizde yabancı - hristiyan ve yahûdileri kastediyordu - var mı?” diye sordu.

Hayır, yâ Resûlâllah, dedik.

Kapının kapatılmasını emretti ve “Ellerinizi kaldırın ‘Lâ ilahe illallah’deyin” buyurdu.

Biz de bir süre ellerimizi kaldırdık. Akabinde Resûl-i Ekrem: “Allah’a hamdolsun! Allah’ım, sen beni bu kelime ile gönderdin, bana bu kelimeyi söylememi ferman eyledin, bunun karşılığında ba­na cenneti va’d buyurdun, sen sözünden caymazsın” diye hamdettikten sonra: “Size müjdeler olsun! Allah sizleri bağışladı” buyur­du.

 

Hz. Âişe'den (r.a),[15]

Resûlullah (s.a) hafaza meleklerinin işitmediği gizli zikrin, yetmiş kat daha faziletli olduğunu söylemiş ve şöyle buyurmuştur: Kıyamet günü olduğu zaman, Allah kullarını hesaba çekmek için toplar. Hafaza melekleri topladıklarını ve yazdıklarını getirirler. Allah onlara: “İyice bakın geriye bir şey kaldı mı?” der. Onlar: “Ey Rabbimiz! Bildiğimiz ve muhafaza ettiğimiz şeylerden geriye bir şey bırakmadık. Ancak bildiğimiz ve sakladığımız şeyleri saydık ve yazdık” derler. Bunun üzerine Allah o kula şöyle buyurur: "Senin benim yanımda bilmediğin (ve meleklerin bilmediği) bir (özel) amel defterin var. Ben seni onunla mükâfatlandıracağım. O da gizli zikirdir."

 

Âişe (r.a.) anlatıyor:[16]

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazdan önce misvak kullanarak kılınan namazı misvak kullanıl­madan durulan namazdan yetmiş kat üstün tutardı. Yine Resûlullah “Başkalarının duymadığı zikr-i hafi (sessiz zikir), sesli zikir­den yetmiş kat üstündür” buyurur, sözlerini şöyle sürdürürdü:

Kıyamet günü Allah mahlûkatı hesaba çekmek üzere bir ara­ya topladığında hafaza hıfzedip yazdıkları şeyleri getirirler.

Allah onlara: “Bakın bakalım, o kimsenin başka bir hayrı kalmış mı?” diye emir verir.

Melekler: “Ey Rabbimiz, bizim bildiklerimizden ve zabtettiklerimizden hiç bir nesne bırakmadık, hepsini sayıp yazdık” derler.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, sorguya çekilen şahsa: “Benim katımda senin için saklı bir şey var, sen onu bilmezsin. Ben onunla seni mükâfatlandıracağım. O şey zikr-i hafi (sessiz zikir) dir” buyurur.

 

Dipnotlar

[1] Hadislerle Tasavvuf. Şeyh Eşref Ali Tanevi. Umran:1996

[2]Kitabü’z Zühd. Ahmed İbn-Hanbel. İz: 1993

[3]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[4]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[5]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[6]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[7]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[8]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[9]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[10]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[11]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[12]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[13]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[14]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

[15] Hadislerle Tasavvuf. Şeyh Eşref Ali Tanevi. Umran:1996

[16]Hayatü’s Sahabe. Muhammed Yusuf Kandehlevi. Divan Yayınları:1991

 

bottom of page