top of page

Kandiller yanarken, Yahya Kemal Beyatlı

Adem Çevik'in Edebiyatımızda Ramazan (Sütun Yayınları: 2006) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

​

​

​

​

​

​

​

​

Mütarekenin ilk senesi, eli bayraklı Yunan taÅŸkınlığı, yapılacak her alâyiÅŸ gibi yapılmayacak her nümayiÅŸi yapmış, İstanbul’u yâr ü aÄŸyara bir Yunan ÅŸehri olarak göstermeye çalışmış bizim gibi ecnebilerin gözlerini de uzun bir müddet Elenizmos’un tütsüsüyle bulandırmıştı. O senenin ramazanı geldi. Bir gece Rumları tanıyan ve bizi seven bir ecnebi ile Moda’daydım. Karşıdan İstanbul, mahyalarıyla, minarelerinin ÅŸerefelerindeki kandilleriyle sönmüyordu. O ecnebi bu manzaraya baktı, baktı: “Bu ÅŸehir Türk’tür ve Türk olmasa insaniyet güzelliÄŸinden bir âlem kaybeder!” dedi. Bu heyecanından biraz sonra da bu muazzam mahya ve kandil nümayiÅŸi karşısında hatırına gelen bir mülâhazayı söyledi: “Rumlar bir senedir bu ÅŸehri bize Yunanlı göstermek için ne çarelere baÅŸvurmadılar, kendi evlerinden sonra BeyoÄŸlu'nda Türk emlâkini de maviye beyaza gark ettiler, siz ses çıkarmadınız; lâkin bu akÅŸam ne sizin ne de hükümetinizin tertibi eseri olarak minareler kendiliÄŸinden öyle bir nümayiÅŸ yaptılar bu ÅŸehrin milliyetini tamamıyla gösterir.” Hakikaten İstanbul'un o gece nümayiÅŸi, o senenin bütün çirkin nümayiÅŸlerini söndürmüÅŸtü.

​

Bu akÅŸam, İstanbul’u bir daha o hâlinde göreceÄŸiz. Yalnız artık gönlümüz mahyalara kanmıyor. Uzun seneler vatanda gurbet nasıl olurmuÅŸ duyduk. Kaza ve kaderin cilvesinden sonra istiyoruz ki ramazanı cedlerimiz gibi ferahlı bir Müslüman kalbiyle idrak edelim.

​

Bugünkü Türkler siyasiyatta, ilmi, medeniyeti, hayati telâkkide daima üçe ayrıldıkları gibi ramazanı tahassüste de üçe ayrılıyorlar.

​

Bu üç zümrenin yalnız müÅŸterek bir noktası var! Ramazana tahassür! Bir zümreye göre ramazan bir ÅŸehrâyindir. Çörekli börekli, davullu dümbelekli, meddahlı karagözlü, kalıveli nargileli, ÅŸuruplu ÅŸerbetli, amberli hacıyaÄŸlı, kandilli kâğıt fenerli bir ÅŸehrâyin.

​

Bu zümrenin ramazan geldi mi hasreti coÅŸuyor, hey gidi günler hey! Nerede eski Ramazanlar diye bir acildi hikâyedir tutturuyorlar ki her mevzu gibi yavaÅŸ yavaÅŸ beylik üslûba geçecek.

​

İkinci bir zümre baÅŸta Dârü'l -Hikmetu'l-İslâmiyye ve bütün mütteidler ramazanı böyle anlayışa sinirleniyorlar, diyorlar ki: “Ramazanı bizim mütemeddinlerimizin sevdiÄŸi tarzda, bir ÅŸehrâyindir, rengârenk gûnâgûn levhaları olan bir eski Åžark âlemidir diye Frenkler de seviyor; hatta bu efendilerin çoÄŸu, ramazanı sevmeyi onların ÅŸairlerinden, ressamlarından öÄŸrenmiÅŸ olsalar gerek!

​

Ramazan nefsimizle dünyevî hırslarımızla mücadele ettiÄŸimiz bir aydır. Camilerimizde potinlerini çıkaramayanlar, pantolonları yüzünden diz çökemeyenler bir gün, hatta o da deÄŸil, iftira kadar ancak birkaç saat açlığa katlanamayanlar, neden seviniyorlar?” Cedlerimizin mübarek an’anelerini güden bu muttaki, musalli, mûtekid zümre hiç olmazsa bu ay müddetince orucu, namazı, sadakayı, nefsimizi tezkiyeyi tavsiye ediyor. Lâkin bir zamandır bu memlekette bir üçüncü zümre türedi. Bu zümre diyor ki: “Senede bir defa gelen bu otuz günlük sürekli ÅŸehrâyin içinde bildik mazinin ÅŸaÅŸaasını yaşıyoruz; lâkin bu levha mazidir, biz onun içinde bir müzede dolaşır gibi dolaşıyoruz, zevk alıyoruz, eÄŸleniyoruz. Kendimiz ondan deÄŸil ve ona Frenkler kadar yabancıyız. EÄŸer bu levhanın biraz daha hayatı varsa o eski sürekli hayattan bakiyedir; eski İslam medeniyeti söndükten sonra İslam imanı da gevÅŸedi, ibadet bile ancak bir teamül hâline girdi...

​

Biz cedlerimiz kadar Müslüman, onların diyanetine sahip, onlar kadar imanı hararetli olursak bu mübarek ay yeni bir ÅŸaÅŸaa ile dirilir. Bir müze, bir ÅŸehrâvin olmaktan çıkar, her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olur.”

​

Kimi eski ramazanlara mütehassir, kimi ramazanı cedlerimizin lezzetiyle hâlâ yaşıyor. Kimi ramazanın da her ÅŸey gibi zevalinden korkuyor. Maamâfih ramazan eski medeniyetimizin ufak tefek güzellikleriyle devrine devam ediyor...

 

​

bottom of page