top of page
mozturk.png

Kur'ancılık Akımının

İslam Dünyasındaki Tarihi Arkaplanı

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün ÇaÄŸdaÅŸ İslam DüÅŸüncesi ve Kur'ancılık (Ankara Okulu: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

Hindistan

ÇaÄŸdaÅŸ İslam düÅŸüncesi denince akla gelen ilk coÄŸrafyalardan biri ve belki de birincisi Hindistan'dır. Bu durum, bir yönüyle XIX. yüzyılın İslam dünyasında çok belirgin biçimde nüfuzunu hissettiren Batı düÅŸüncesinin Hint Müslümanları arasında ÅŸaÅŸkınlık yaratmasıyla, bir yönüyle de Hindistan’da İngiliz hâkimiyetinin kurulmasıyla çok yakından ilgilidir. Genelde Batı düÅŸüncesinin, özelde İngiliz hâkimiyetinin etkisi Hint Müslümanları arasında ciddi bir tehdit algısı yaratmış ve bu algı ister istemez dinî tartışmaların baÅŸlamasına yol açmıştır.

​

Seyyid Ahmed Han

Kur'an İslâmî söz konusu olduÄŸunda Hindistan coÄŸrafyasında akla gelen ilk isimlerden biri Seyyid Ahmed Han'dır. Siyasî alanda Hint Müslümanların salah ve bekasının İngiliz yönetimine sadakatle mümkün olduÄŸuna inanan Ahmed Han, din ve dini ilimler sahasında geleneksel anlayışın tahammül sınırlarını zorlayan birçok yeni fikir ortaya atmıştır. Kur'an’ın Allah kelamı olduÄŸunu ve en mükemmel prensipleri içerdiÄŸini belirtmekle birlikte, onun bütün muhtevasının dinî olmadığından söz etmiÅŸtir. "Kur’an'da dünyevi iÅŸlerle ilgili yaklaşık beÅŸ yüz ayet vardır. Ancak söz konusu ayetlerin Kur’an’da yer alması içeriklerinin dinî olmasını gerektirmez.” ÅŸeklinde özetlenebilecek bu görüÅŸünün yanında natüralist ve pozitivist düÅŸüncenin etkisiyle Kur’an'da tabiat yasalarına aykırı hiçbir beyan bulunmadığını savunmuÅŸtur. Buna göre sözgeliÅŸi bir asa darbesiyle denizin yarılması, kayadan su çıkması gibi olaylardan söz eden ayetler hissi mucizelerden deÄŸil, aslında izahı mümkün olan doÄŸa olaylarından söz etmektedir. Gaybî-ruhanî varlıklardan söz ettiÄŸine inanılan ayetler ise gerçekte metaforik ve sembolik içermelere sahiptir.

​

Ahmed Han hadis konusunda da geleneksel kabulleri ciddi biçimde sorgulamıştır. Hz. Peygamberin vefatından iki asır sonra yazılmaya baÅŸlanması, daha önceki zamanlarda sözlü ve bilhassa anlam merkezli olarak nakledilmesi ve rivayetlerde önemli ölçüde ravi tasarruflarının bulunması gibi sebeplerle hadislerin mevsukiyetinden ciddi kuÅŸku duyulması gerektiÄŸini düÅŸünen Ahmed Han’a göre manevi-ruhanî içerikli hadisler hariç, Müslümanları baÄŸlayıcı nitelikte hiçbir hadis yoktur. Kaldı ki hadislerdeki anlatımlar, özellikle de Hz. Peygamber'i yüceltici anlatımlar oldukça abartılı, dolayısıyla gerçeÄŸe aykırıdır. Bunun yanında, İslam tarihinde baÅŸ gösteren fitnelerle baÄŸlantılı olarak her fırka kendi görüÅŸlerini destekleyen hadisler uydurmuÅŸtur. Hadisler Kur an ve akıl süzgecinden geçirilip test edilmedikçe sahih kabul edilemez. Gerçekte Müslümanlar için tek saÄŸlam kaynak Kur’an’dır. Bu yüzden, Müslümanlar her ÅŸeyden önce doÄŸrudan Kur’an'ı anlamakla meÅŸgul olmalıdır. Açık bir zihin ve dilbilimin imkânlarıyla Kur’an'ı bizzat kendisinden anlamak mümkündür. Kur’an’ın tarihüstü mesajlarını bugüne taşımak için, hadis ve rivayet temelli tefsir edebiyatından kurtulmak gerekir. Çünkü Kur’an tefsirinde hadis ve rivayet malzemesine baÅŸvurulması, onun tarihüstü mesajlarının belli bir tarihî durumla sınırlandırılmasına yol açar.  

​

Ehl-i Kur'an Ekolü

Seyyid Ahmed Han’ın Kur’an merkezli İslam tasavvuru Hint alt kıtasında Ehl-i Kur'an ekolü tarafından daha ileri bir noktaya taşındı. Ahmed Han'ın düÅŸüncelerini ekstrem denebilecek fikirlerle ÅŸerh eden bu ekolün temsilcileri, dinî alanda Kur’an’ın tek kaynak olduÄŸu iddiasını savundu. Bu savunu her ÅŸeyden önce Sünnet ve hadisin otoritesini reddetmek anlamına geliyordu. Bütün görüÅŸlerinin hâsılası, “Kur’an her bakımdan ÅŸâfi ve kâfidir." önermesinden ibaret olan bu ekol, Kur’an'ı dinî ve dünyevî konularla ilgili her ÅŸeyin bilgisini muhtevi bir ansiklopedi gibi algıladı. Ekolün temsilcileri, Kur'an’ın her bakımdan mükemmel bir kitap olduÄŸu noktasında ittifak etmekle birlikte, sınırlı sayıda ayetten oluÅŸan Kur’an metninin gerek tüm fer’î hükümlere kaynaklık etme gerekse pratik hayatta her gün bir yenisi ortaya çıkan sayısız problemi çözme keyfiyeti konusunda görüÅŸ ayrılığına düÅŸtüler. Bu noktada Abdullâh Çekrâlevî (ö. 1914), tümeller ve tikeller açısından Kur'an'ın her türlü ihtiyacı karşılayacak nitelikte olduÄŸunu ileri sürdü. “Kur’an'da gerek farz gerekse nafile her mesele zikredilmiÅŸtir." diyen Çekrâlevî, bu görüÅŸünü, “[Ey Peygamber! Biz bu Kur'an'ı sana her ÅŸeyi açıklamak (...) için indirdik.” (Nahl 16/89) ayetine dayandırdı.

​

Kur’an dan baÅŸka bir kaynaÄŸa teÅŸri yetkisi tanımayı ÅŸirk kabul eden ve bu görüÅŸe “Hüküm ancak Allah’ındır.” mealindeki ayetleri mesnet gösteren bu ekol, klasik tefsir yöntemlerini de iÅŸe yaramaz olduÄŸu kabulünden hareketle neredeyse tümden yok saydı. Kur’an’ın kendi kendini açıkladığı ve bu konuda baÅŸka hiçbir kaynaÄŸa ihtiyaç bulunmadığı fikrinde ısrarcı olan Ehli Kur’an'a göre yeterli düzeyde Arapça bilgisi Kur’an’ı doÄŸru ÅŸekilde anlayıp yorumlamaya kâfi idi.

​

Mısır

Mısır, özellikle çaÄŸdaÅŸ dönem İslam dünyasındaki fikir ve düÅŸünce akımları için hep mümbit bir toprak olmuÅŸtur.  ÇaÄŸdaÅŸ dönemde Mısır merkezli fikri akımların bir kanadını, misyoner okullarında yetiÅŸen ve çoÄŸunlukla Hıristiyan olan Arap aydınlarının iÅŸgalci İngilizler tarafından desteklenen laik düÅŸünceleri oluÅŸturur. Laik düÅŸünce daha çok basın-yayın faaliyetiyle kendini ortaya koyarken klasik düÅŸünce baÅŸta Ezher olmak üzere geleneksel eÄŸitim kurumlarında ve aynı zamanda bir hayat tarzı ÅŸeklinde etkinliÄŸini sürdürmüÅŸtür. Islahatçı ve belli ölçüde modernist denebilecek üçüncü akım ise her iki yolu da kullanmakla birlikte, daha ziyade yönetimle irtibatlı olarak ve onun ihtiyaçlarını dikkate alarak eÄŸitim kurumlarında yapılacak düzenlemeler üzerinde etkili olmaya çalışmıştır.

​

Cemâleddîn Afgânî, Muhammed Abduh ve ReÅŸid Rıza

Dinî düÅŸünce alanına gelince, Cemâleddîn Afgânî’nin (ö. 1897) Mısır'a gelmesiyle birlikte bu alanda ıslah ve tecdit fikri açıkça dile getirilmeye baÅŸladı. Bu fikrin en önemli temsilcilerinden Muhammed Abduh da büyük ölçüde Batılı ilim ve yönetim anlayışıyla irtibatlandırılıp yeniden tanımlanacak aklın önemini vurgulayarak modern bilimlerle İslam’ın baÄŸdaÅŸtırılabileceÄŸi fikrini savundu. Abduh’un öÄŸrencilerinden ReÅŸid Rıza (ö. 1935) onun fikirlerini savunmayı sürdürdü.

​

Muhammed Abduh ve ReÅŸid Rıza’nın ıslah-tecdit projesi, belli ölçüde Kur'ancılık fikri içerir. Zira bu ekolün kurucu figürlerinin hadise soÄŸuk baktıkları, bilhassa haber-i vâhidlere çok tereddütlü yaklaÅŸtıkları, Kur'an tefsirinde hadis ve rivayet malzemesine baÅŸvurmada isteksiz davrandıkları bilinen bir husustur. Bu isteksizliÄŸin temel sebeplerinden biri, rivayet malzemesinin Kur’an'daki tarihüstü mesajları belli bir tarihsel duruma hapsedeceÄŸi endiÅŸesidir. Kur’an’ın rehberliÄŸini doÄŸru anlayıp kavramak için, her mümin ilahı kelamı kendine nazil olmuÅŸ gibi okumalı ve buna paralel olarak tefsirde de mümkün mertebe Kur'an metninden baÅŸka bir kaynaÄŸa, özellikle de klasik tefsirlerdeki sarf, nahiv ve belagatle ilgili izahata, kelamı ve fıkhı içerikli malumata müracaat edilmemelidir. Kur’an hidayet konusunda hem yeterli hem de gayet açık ve anlaşılabilir bir kaynaktır. Bu sebeple, müminler araya baÅŸka bir vasıta sokmaksızın doÄŸrudan Kur’an’la buluÅŸmalıdır.

​

“Kur’an’a dönüÅŸ” veya “Ilımlı Kur’ancılık" gibi bir isimlendirmeye uygun düÅŸen bu görüÅŸlerin öncüsü, Cemâleddîn Afgânî’dir.  A. MaÄŸribî’nin deÄŸerlendirmesine göre Afgânî, “Kur’an’a dönüÅŸ” konusunda ilhamını Protestanlık mezhebinin kurucusu Martin Luther’den (1483-1546) alıyordu. Zira Sola Scriptura (sadece Kutsal Kitap) sloganından hareket eden Luther’in amacı, müminler ile Tanrı arasına giren Kilise ve ruhban sınıfının otoritesi yerine doÄŸrudan İncil’in otoritesini kaim kılmak, bunun yanında Kutsal Kitabın yorum hakkını papalığın elinden almak ve bu hakkı tüm Hıristiyanlara dağıtmaktı. 

​

Afgânî, Abduh ve ReÅŸid Rıza’nın Kur’an merkezli İslam söylemi Seyyid Kutub tarafından da benimsenmiÅŸtir. Tefsirine, “Kur’an’ın gölgesinde yaÅŸamak bir nimettir. Bu nimeti ancak tadanlar bilir” ifadeleriyle baÅŸlayan Kutub, Kur’an’ın yaÅŸanmak için nazil olduÄŸunu, İslam dünyasındaki sıkıntıların temelde Kur’an’ın ferdî ve içtimai yaÅŸantıdan uzaklaÅŸtırılmasından kaynaklandığım, bu sebeple yeniden Kur’an’a dönülmesi ve Kur’an’ın gölgesinde hayatın İslamlaÅŸtırılması gerektiÄŸini belirtmiÅŸtir. Bunun içindir ki Kutub, ağırlıklı olarak Kur’an’ı Kur’an'la tefsir etmeye çalışmış, tabiatıyla rivayet malzemesine çok az yer vermiÅŸtir.

​

Tevfik Sıdkî

XX. yüzyılın baÅŸlarından itibaren Hint alt kıtasında Ehli Kur’an ekolü tarafından radikal biçimde savunulan Kur’ancılık söylemi aynı tarihlerde Mısır’da da dinî kaynaklarla ilgili tartışmaların merkezine oturdu. Anılan yüzyılın baÅŸlarında bu söylemin Mısır’daki en hararetli savunucusu Dr. Muhammed Tevfık Sıdkî oldu. 

​

Rıza’nın talebesi olan bu zat Menâr dergisinde yayımlanan ve dört yıl kadar sürecek bir tartışmaya neden olan “İslam Kur’an’dan İbarettir” baÅŸlıklı makalesinde dinî alanda Kuran’dan baÅŸka hiçbir kaynak bulunmadığı iddiasını savundu ve bu konuda diÄŸer bütün Kur’ancılar -ki Tevfik Sıdki de adı geçen makalede kendisini "Biz Kur ancılar” (Nahnü’lKur aniyyûn) diye tanımlamaktadır- gibi, "Biz kitapta hiçbir ÅŸeyi eksik bırakmadık." ayetine baÅŸvurdu.

​

Adı geçen makalesinde Tevfik Sıdkî, Hz. Peygamber’den tevatür yoluyla gelen her fiil veya emrin bütün ümmet tarafından her zaman ve zeminde tatbikinin farz olup olmadığını da tartışmıştır. Ona göre Hz. Peygamber’den gelen ve fakat Kur’an’da karşılığı bulunmayan emirler, tevatüren sabit olsa bile farz hükmünde deÄŸildir. Sonraki uÄŸraklarına tanıklık eden Müslüman nesiller Kur’an’dan kendi durumlarına uygun hükümler çıkartabilir ve tatbik edebilir. Bir örnek vermek gerekirse, namazların rekâtları konusunda ÅŸunlar söylenebilir: Allah Nisâ 4/101. ayette, “[Ey Müminler!] Sefere çıktığınızda kâfirlerin ani bir baskınla sizi gafil avlamasından endiÅŸe ederseniz o zaman namazları kısaltarak kılmanızda sakınca yoktur.” buyurmuÅŸtur. Bu ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki düÅŸman korkusu söz konusu olduÄŸunda seferde namaz kısaltılarak kılınabilir. İmamla birlikte kılman korku namazı iki rekâttır. İmama uyan kiÅŸi ilk rekâtı imamla birlikte kılar, daha sonra ikinci rekâtı kendi başına eda eder. Buna göre denebilir ki güven ve emniyet hâlinde müminlere farz olan, bir rekâttan fazla kılmaktır. DiÄŸer bir deyiÅŸle, Kur’an Müslümanlara normal hâllerde iki rekât kılmayı farz kılmış, daha fazlasını onun kendi isteÄŸine bırakmıştır.

​

Subhi Mansûr

Kur’ancılık söylemi Mısır’da Ahmed Subhi Mansûr tarafından da son derece radikal biçimde savunuldu. Ezher Üniversitesi'nde hocalık yapan fakat 80’li yıllarda geleneÄŸe aykırı görüÅŸleri nedeniyle Ezher’den atılan, daha sonra Amerika’ya gidip ReÅŸad Halife ile iliÅŸki kuran A. Subhi Mansûr, günümüzde Mısır merkezli Kur’ancılık söyleminin öncüsü olarak tanınmaktadır.

​

Mısır merkezli modem Kur’ancılık söyleminin manifestosu mahiyetindeki eserinde Subhî Mansûr Ehli Kur’an’ın temel kabullerini kendince temellendirmeye çalışmıştır. Bu baÄŸlamda diÄŸer Kur’ancılar gibi Subhî Mansûr da ilahi kelamın her bakımdan ÅŸâfî-kâfi olduÄŸuna inanmış ve "Kur'an, İslam’ın tek kaynağıdır.” ÅŸeklinde formüle ettiÄŸi bu inancını “Biz Kitap’ta hiçbir ÅŸeyi eksik bırakmadık." (En’âm 6/38), "[Ey peygamber! Biz Kttab'ı sana her ÅŸeyi açıklamak için inzal ettik.” (Nahl 16/89) mealindeki ayetlere dayandırmıştır. Buna göre Kur'an'a imanı olan hiç kimse onun eksik, mücmel ya da açıklamaya muhtaç bir kelam olduÄŸunu ileri süremez. Yine Kur’an'a inanan hiç kimse onun hiçbir ÅŸeyi eksik bırakmadığı, bilakis her ÅŸeyi açıklamak üzere nazil olduÄŸuna iliÅŸkin ilahi bildirimlerin mutlak doÄŸru olduÄŸu noktasında tereddüt etmez. Kur’an, Müslümanların ihtiyaç duyacakları her ÅŸey hakkında konuÅŸmuÅŸtur.

bottom of page