top of page

Dinden Çıkmak

Hangi Durumlarda İman Geçerli Değildir?

İmanın geçerli olmasının şartları şöyle sıralanabilir:[i]

  1. İman son nefeste veya ihtimallerin tükendiği ümitsizlik anıyla sınırlı olmamalıdır. Bu kimselerin imanının kabul olunmayacağı hem ayetlerde hem de hadislerde belirtilmiştir.[ii]

  2. Hz. Peygamberin getirdiği dini hükümlerin tamamını … bir bütünlük içinde kabul etmeli, kesin inanç esaslarını veya farz olduğu bilinen hususlardan birini inkâr etmemelidir.[iii]Farz veya haram olduğu kesin olarak bilinen bir hükmü, meselâ namazın farz, şarap içmenin haram olduğunu kendi hür iradesiyle inkâr eden… kimseye mümin denilemez.[iv]

  3. Kişide mümin niteliğinin devam etmesi için dinin esas ve hükümlerini yok sayan veya yalan ve sahteliğe kaçan bir davranış sergilememelidir.[v]

  4. Mümin olan kimse alçakgönüllü olmalı, “Allah’ın azabı bana isabet etmez”, diye düşünmemelidir. “İbadet ve taatim yerinde, Allah benden daha iyi kul mu bulacak?” gibi düşünmemeli, azabından emin olmamalıdır. Buna mukabil, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelidir. Benim kurtuluş ümidim kalmadı gibi düşüncelere kapılmamalı ve Allah’ın kullarına merhametinin çok olduğunu unutmamalıdır. Nitekim bir âyette “ De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullar! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir” (ez-Zümer 39/53) denilmektedir.[vi]

 

İman Edip de Amel Edilmese Olur mu?

İslam düşüncesinde iman konusunda yapılan değerlendirmelerden biri de imanın, kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve İslam’da emredilmiş ibadet veya taat türünden birinin veya yasaklanmış bir emrin yapılmaması, yani amellerin yerine getirilmesi şeklindeki tanımıdır. Bu görüş sahipleri Hâriciyye, Mu’tezile, Şia ve Zeydiyye mezhepleri ile Selef âlimleridir. Onların savunduğu temel görüş, imanın tasdik, ikrar ve İslam’ın amel rükünlerini bizzat yapılmasından ibaret gören daha geniş bir anlayıştır.[vii]

 

…amelin yani dinî pratiklerin imandan bir cüz olması meselesi çoğunluk tarafından kabul görmemiştir. [viii]

 

İman ve amel ilişkisi üzerinde durulurken İslam’ın emrettiği ve yasakladığı her davranışın son derece önemli olduğu hususu gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü dinin temel inançlarına imanla birlikte onun temel hükümlerine de iman edilmesi gerekmektedir.[ix]

 

Amel ile iman arasında çok yakın bir ilişki vardır. Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetinde iman ile sahih amel yan yana zikredilmiş, müminlerin sâlih amelleri işleyerek maddî-mânevî gelişmelerini sağlamaları ısrarla istenmiştir… İnsan sadece inanılması gerekli şeyleri tasdik eder, ameli umursamayan bir tavır sergileyip yasakları çiğnerse, dine, Allah'a ve Peygamber’ine olan bağlılığı yavaş yavaş azalır, günün birinde kalbindeki iman ışığı da sönüp gider. O halde amelin hem imanı güçlendirmede üstlendiği rol, hem de müminin cehennem azabından kurtularak nimetlere ulaşmasına aracı olması ve Rabbine karşı kulluk görevini gerçek anlamda yerine getirmesi bakımından önemi çok büyüktür.[x]

 

Allah'a, Hz. Peygamber'e ve O'nun haber verdiği şeylere yürekten inanıp, kabul ve tasdik eden kimseye mümin denir. Müminler âhirette cennete girecekler, orada pek çok nimetlere kavuşacaklardır. Günahkâr müminler, suçları ölçüsünde âhirette cezalandırılsalar da sonunda cennete konulacaklardır. Mü-minlerin ebedî cennetlik olacağına dair Kur'an'da pek çok âyet vardır.[xi]

 

Kalbinde inancı olduğu halde inancını diliyle söyleyen, fakat çeşitli sebeplerle ameli terkeden, dolayısıyla şirk ve küfür dışındaki büyük günahlardan birini işleyen kimse, işlediği günahı helâl saymıyorsa mümindir, kâfir değildir. Fakat büyük günah işlediği için ceza görecektir. Ancak bu kimse için tövbe kapısı açıktır. Yüce Allah böyle bir kimseyi âhirette dilerse affeder, şefaat olunmasına izin verir, dilerse günahı ölçü-sünde cezalandırır. Neticede ise, kalbinde inancı bulunduğu için cennete girdirir.[xii]

 

Sahâbîlerden Ebû Zer el-Gıfârî'nin anlattığına göre, Hz. Peygamber:

"Allah'tan başka hiçbir Tanrı yoktur deyip de bu inancı üzere ölen kimse cennete girer" buyurmuş, Ebû Zer, "O kişi zina yapsa, çalsa da mı?" diye sormuş, "Evet, zina yapmış, hırsızlık etmiş de olsa cennete girer" cevabını vermiştir. Ebû Zer soruyu üç kez tekrar edip aynı karşılığı alınca, dördüncü sorusunda Allah elçisi, "Ebû Zer bu durumdan hoşlanmasa bile o kimse cennete girer" buyurmuştur (Buhârî, Müslim).[xiii]

 

İman Eden Herkes Aynı Şekilde mi Davranır?

Takva ve İhsan Sahibi Olanlar (Sorumluluk Bilinci Taşıyanlar ve İçtenlikle Hareket Edenler)

Gündelik hayatlarında Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar, gerçek anlamda inanan ve inançlarının gereğine göre iyi ve güzel davranışlarda bulunanlardır. Bu niteliğe sahip olan mü’minler takvâ sahibi olup gündelik hayatlarında dinlerine ve dindarlıklarına zarar verebilecek olan kötü davranışlardan kendilerini korudukları gibi daima uyanık bir tavır içinde olurlar.[xiv]

 

Günahtan korunma anlamında takvâya sahip dindarlar özellikle Allah’a ortak koşmaya götürecek her türlü söz ve davranıştan uzak dururlar. Ayrıca her biri Allah’a isyan mahiyeti taşıyan küçük ve büyük günahlardan kaçınırlar. Allah’ı unutturacak her türlü niyet, düşünce ve davranıştan gönül dünyalarını uzak tutmaya çalışırlar. İşte bunlar gerçek anlamda kendisini günah işlemekten koruyan takva sahibi dindar mü’minlerdir.[xv]

 

İhsan sahibi dindarlar ise yüksek düzeyde her an Allah’la birlikte olma duyarlılığına sahip olan kimselerdir. Bunlar ihsân sahibi olup Allah katında güzel olan bir işi gereği gibi yerine getirirler, güzel davranışın özündeki iç güzelliği dış yüzündeki güzellik ile süsleyip ortaya koyarlar. İhsan mertebesi İslâm’ın kemalindendir. Cibril hâdisinden (Müslim, “İman” 1) öğrendiğimiz kadarıyla, inanç ve davranış güzelliğine sahip olan muhsin yani ihsan sahibi, Allah’ı görüyormuş gibi davranışlarında titizlik gösteren kimsedir. [xvi]

 

Günah İşleyenler

Dinde Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen veya yasaklarına uymayan kişilere günahkâr veya fâsık denir. …fâsık kavramı, din dilinde iman ettiği halde bile bile Yüce Allah’a ve Peygamber'e itaat etmeyen, dinî görevlerini terk eden ve günah fiillerini işleyenlere denir. [xvii]

 

Ehl-i sünnet inancına göre inandığı halde büyük günah işleyen ve işlediği günahlarda da ısrar eden kimseler fâsık kategorisine girer. İnançlı olduğu halde günahkâr niteliğini kazanan birey Allah’tan bağışlanma dilemeden ölürse yaptıklarına karşılık olarak cehennemde cezasını çeker, sonra da oradan çıkarılarak cennete konulur. [xviii]

 

Riyakâr Davrananlar

İslam dinine göre âhiret ameliyle dünya menfaati gözetmek anlamına gelen riyâ’ kötü bir davranış türüdür. … Bu tür kötü karaktere sahip olan kimseler herhangi bir iyi davranışı Allah’ı hoşnut etmek için değil, insanların beğenisini kazanmak için yaparlar. Amaç insanlar üzerinde manevi nüfuz, şan, şöhret ve dünyevi çıkar elde etmektir. [xix]

 

Aşırılık ve Gerilik Arasında Denge Anlayışı

İslam düşünce tarihinde davranışı tamamen inancın bir parçası sayan kesimler, ibadetleri tam olarak yerine getirmeyen kimseleri kâfir sayacak kadar ileri gitmişlerdir. Bu zihniyetlerin egemen olduğu dönemlerde toplumsal barış bozulmuş, müslümanlar arasında birlik ruhu zaafa uğramıştır.Eylemi, inancın bir parçası saymayan üstelik de günahın imana zarar veremeyeceği inancını benimseyen anlayışların egemen olduğu dönemlerde ise helal ve haram duyarlılığı kaybolmuştur. Özellikle toplumsal hayatın eksenini oluşturan ahlakî değerler alanında ciddi çözülmeler baş göstermiştir.[xx]

 

…dengeli bir bakış açısı benimseyen ekoller ise İslâm’ın asgarisinin kalbi tasdik olduğunu söylemekle birlikte, olabildiğince davranışın gerekliliğine kuvvetli bir şekilde vurgu yapmışlardır. Çünkü İslam’ı benimsemek topyekün olarak dini kabul etmek ve özümsemektir. İslam’ın bireylerden istediği de inanmanın yanında farzları yerine getirmek ve haramlardan kaçınmaktır. Ancak bir kimseye Müslüman isminin verilmesi doğrudan dinî emir ve yasakları yerine getirip getirmemekle ölçülemez. Bu durum farzların bir kısmını eksik yapanın İslâm’dan çıkmasını gerektirmediği gibi onu müslüman toplumdan dışlamayı haklı kılmaz. Kaldı ki bir konunun inanç hükümlerinden sayılabilmesi için onun temel kaynaklarda yer alması gerekir. Bunlar da Kur’an âyetleri veya doğruluğu kesin olan hadislerdir.[xxi]

 

İnançlı olduğu halde gerek tembellikten, gerek nefsanî arzulardan, gerek sosyo-ekonomik ve gerekse sosyo-kültürel şartlardan dolayı davranışlarını ihmal eden kimseler dinden çıkmazlar. Böyle bir kimsenin tanımı, kâfir değil, olsa olsa günahkâr mü’mindir.[xxii]

 

Nasıl Dinden Çıkılır?

İslâm kaynaklarında inançsızlık anlamında kullanılan küfür sözlükte bir şeyi örtmek ve gizlemek anlamına gelir. …Terim olarak küfür… Allah’ı, O’nun Resulünü, yeniden dirilişi ve ilahi öğretinin bir kısmını ya da tamamını kabul etmemektir.[xxiii]

  • İman hakikatlerini gizleyen, inkâr edene kâfir,

  • Allah’a ortak koşana müşrik,

  • Kalbi itikadını bozup diliyle iman ettiğini söyleyene münafık,

  • İmandan sonra küfre dönen kimseye de mürted denir.

 

Bunların hepsi sonuç itibariyle inkârda birleşmektedirler.[xxiv]

 

Başkasını Dinden Çıkarmak: Tekfir

Bir müslümanı küfre nispet etme manasına gelen tekfîr tarihte bazen yanlış yönlere çekilmiş, bir kısım toplulukların elinde hasımlara karşı kullanılmıştır. Hz. Peygamber ve İslam bilginleri insanlar hakkında gelişi güzel inançsızlık suçlaması yapılmamasını tavsiye etmelerine rağmen rağmen, Müslümanların bir diğer Müslüman kardeşini küfre nispet etme gafletini göstermelerini önleyememiştir.[xxv]

 

Hz. Peygamber Medine toplumunda, münafıkların varlığını bildiği halde onları küfürle itham etmemiş, temelleri hoşgörüye bağlı bir İslâmlaştırma siyaseti izlemiş, pek çok hadiste de "Ben müslümanım" diyeni küfürle suçlamaktan sakınmayı tavsiye etmiştir. Bir hadiste "Kim bir insanı kâfir diye çağırırsa yahut öyle olmadığı halde ey Allah düşmanı derse söylediği söz kendisine döner" (Buhârî, Müslim) buyurulurken, bir başka hadiste de şöyle denilmiştir: "Bir insan müslüman kardeşine ey kâfir diye hitap ettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner" (Buhârî, Müslim).[xxvi]

 

Ehl-i sünnet mensuplarının tekfir konusuna yaklaşımı ve iman-amel konusunda dengeli bir çizgi izlemesi bu sorunu çözmede katkı sağlayabilir. Nitekim onların “ehl-i kıble tekfir edilemez” ilkesi oldukça açıklayıcıdır. Nitekim Hz. Peygamberden gelen bir rivayette “kıblemize yönelerek bizim gibi namaz kılan ve kestiğimizi yiyen bir kimse Allah ve Resulünün güvenini kazanmış sayılır. O halde Allah’ın verdiği güven ve emana aykırı davranmayın” buyrulmuştur (Buharî, “Salât” 28; Ebû Davud “Cihad” 95).

 

 

Dipnotlar

[i]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[ii]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[iii]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[iv]Diyanet İslam İlmihali. Komisyon. Diyanet Vakfı Yayınları:2011

[v]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[vi]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[vii]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[viii]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[ix]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[x]Diyanet İslam İlmihali. Komisyon. Diyanet Vakfı Yayınları:2011

[xi]Diyanet İslam İlmihali. Komisyon. Diyanet Vakfı Yayınları:2011

[xii]Diyanet İslam İlmihali. Komisyon. Diyanet Vakfı Yayınları:2011

[xiii]Diyanet İslam İlmihali. Komisyon. Diyanet Vakfı Yayınları:2011

[xiv]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xv]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xvi]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xvii]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xviii]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xix]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xx]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xxi]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xxii]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xxiii]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xxiv]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xxv]İslam İnanç Esasları. Anadolu Ünv.: 2010

[xxvi]Diyanet İslam İlmihali. Komisyon. Diyanet Vakfı Yayınları:2011

bottom of page