Arayan Ä°nsan
Ä°slam'a GiriÅŸ

Fazlurrahman
Şevket Kotan'ın Kur'an ve Tarihselcilik (Beyan: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Müslüman tarihselcilerden Fazlur Rahman'ın, diÄŸerlerine nazaran hem daha tanınmış hem de Ä°slami ortodoksiye daha yakın bir çizgide olduÄŸu bilinmektedir. Fazlur Rahman’ı tanımlamak gerekirse o, Ä°slam geleneÄŸinin eleÅŸtirmenidir. Özgün tarafı ise, Ä°slam geleneÄŸine yönelttiÄŸi eleÅŸtirileri temelinde Ä°slam’ın temelleri olan Kur’an ve onun pratik yorumu Sünnet’in yeniden yorumlanıp aktüelleÅŸtirilmesine dair bir teori geliÅŸtirmesidir.
​
Tefsir Usulü: Ä°kili Hareket
Kur’an’ı “tarihsel bir metin” olarak belirleyen Fazlur Rahman, tarihsel bir metin olarak Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanması, bununla da Müslümanın modern dünyadaki sorunlarını çözecek ve bu meyandaki ihtiyaca cevap verebilecek bir tefsir usûlünün geliÅŸtirilmesi zaruretini dile getirir. Yeni bir tefsir usûlü geliÅŸtirmenin zaruretine inanan Fazlur Rahman, bunun için bir teori geliÅŸtirir ve bu teorisini yazılarında iÅŸler.
​
Bu tefsir usûlü iki hareket temeli üzerine kurulur: ilk harekette yaÅŸanılan tarihsel ortamdan Kur’an’ın indirildiÄŸi zamana gidilir; sonra tekrar oradan yaÅŸanılan tarihsel ortama dönülür. Çünkü Kur’an, Peygamber’in yaÅŸadığı tarihsel ortamdaki ahlaki ve toplumsal durumlara ve özellikle onun zamanında ticaretle uÄŸraÅŸan Mekke toplumunun sorunlarına gönderilen ilahi bir cevaptır. Kur’an, “çoÄŸunlukla somut tarihi olaylar içerisinde karşılaşılan belli sorunlara cevap teÅŸkil eden, ahlaki, dini ve toplumsal açıklamaları içermektedir.” Böyle olunca Kur’an, bazen bir soruya cevap vermekle yetinir; ancak genellikle bu cevaplarda hükmün illeti açık ya da üstü kapalı zikredilir. Bazen genel kanunlar da vazedilmiÅŸtir. Fakat bilinmelidir ki, sadece cevapların verildiÄŸi yerlerde dahi, bunların illetini anlamak ve bunlardan hükümler çıkarabilmek için bunların ortamını yeterince incelemek zorunludur.
​
Bu tefsir teorisi ÅŸu esası kabul eder: GeçmiÅŸte geçmiÅŸin kendine ait bünyesinde uygulanabilir olan ya da uygulanmış olan ÅŸeyin ayrıntılardaki farklılıkları kabul edilse dahi, bugün uygulanması imkânsız deÄŸildir. Yalnız mevcut durumumuz “ayrıntılardaki" farklılığını kabul etmek, hem geçmiÅŸte çıkarılan kuralları günün deÄŸiÅŸen ÅŸartlarına uygun bir duruma sokmak, hem de bu genel ilkeler ve deÄŸerlerle uyum saÄŸlayabilecek bir ÅŸekilde, geçmiÅŸte çıkarılan genel ilkeleri ve deÄŸerleri çiÄŸnememek ÅŸartı ile gerektiÄŸi gibi mevcut durumu deÄŸiÅŸtirmek demektir.
​
Ä°çtihad, kural içeren bir nassın veya geçmiÅŸteki emsal bir durumun manasını anlama ve o kuralı öyle bir ÅŸekilde teÅŸmil, tahsis ya da aksi halde tadil ederek deÄŸiÅŸtirme çabasıdır ki, bulunan yeni çözüm vasıtasıyla bu kural, yeni durumu içersin. Ä°çtihadın bu ÅŸekilde tanımlanması dahi, bir nassın veya emsal bir durumun bir ilke olarak genelleÅŸtirilebileceÄŸini ve böylece bu ilkenin de yeni bir kural olarak formüle edilebileceÄŸini ifade etmektedir. Bu da demektir ki, geçmiÅŸteki bir nassın veya emsal bir durumun manası ile, ÅŸu andaki durum ve etkin gelenek, yeterince nesnel olarak bilinebilir. Bundan ÅŸu sonuç çıkar; gelenek, uygun tarihsel nesnellikle incelenebilir.
​
Gadamer'e göre “etkin tarih" hesaba katıldığında, nesnel anlama imkânı ortadan kalkar, oysa Fazlur Rahman nesnel bir anlamanın imkanına tam bir itimat beslemektedir. O, bu konuda ÅŸunları söylüyor:
“Bu anlayışın, (Gadamer’inki) Kur’an tefsiri olarak anlatmaya çalıştığım görüÅŸe tamamen ters düÅŸtüÄŸü açıktır. EÄŸer Gadamer’in tezi doÄŸru ise, o zaman “iki hareket” teorisi olarak, yine yukarıda ileri sürdüÄŸümüz görüÅŸün hiçbir anlamı yok demektir.”
​
Ä°çtihad Teorisi: YaÅŸayan Sünnet
Fazlur Rahman’ın “YaÅŸayan Sünnet” teorisi, onun "ictihat” teorisinin dayandığı temel niteliÄŸindedir.
Onun yaÅŸayan Sünnet kavramıyla kastettiÄŸi mana Ä°. Hakkı Ünal’ın özetiyle ÅŸudur:
“Hz. Peygamber’in vefatından sonra, Sahabe, Tabiun ve Etbau’t-Tabiin nesillerini kapsayan ilk Ä°slam toplumu alimleri ve idarecileri yoluyla, Hz. Peygamber’i ve onun sahih Sünnet’ini esas alarak, karşılaÅŸtıkları her türlü probleme çözüm üretmiÅŸler ve bu faaliyeti "Sünnet” kavramının genel kapsamı içinde mütalaa etmiÅŸlerdir. Bir yanda miktarı az da olsa Hz. Peygamber’in sahih Sünneti, diÄŸer yanda da ilk devir Müslümanlarının Nebevi Modele baÄŸlı kalarak serbestçe ortaya koydukları çok sayıda fikir ve tatbikat vardır. Yorum, içtihad ve toplumun örf ve adetlerini de içine alan bu ikinci kısım, cemaatin yaÅŸayan sünnetini oluÅŸturmaktadır. Bu oluÅŸum, Åžafii'ye kadar normal seyrinde devam etmiÅŸken onun, "yaÅŸayan sünnet" yerine, hadisi kesin otorite olarak ikame etmesiyle sekteye uÄŸramış, daha sonra özellikle hadisçilerin “yaÅŸayan sünnet" birikimini hadisleÅŸtirerek buna kesin ve deÄŸiÅŸmez bir ÅŸekil vermeleriyle geri dönülmez bir yola girilmiÅŸtir.”
​
Bu özetten açıkça anlaşıldığı gibi "sünnet” ya da “yaÅŸayan sünnet", Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarından daha çok, onun Nebevi Sünnet’ine dayanılarak cemaat tarafından geliÅŸtirilen yorumlar ve uygulamaları ifade etmektedir. Bu konuda varılan konsensüsler “icma” olarak ifadesini bulmuÅŸtur ve icma bizzat yaÅŸayan sünnettir. Fazlur Rahman bu alanda söz söyleyen müsteÅŸriklerin “sünnet" kavramıyla ilgili görüÅŸlerini deÄŸerlendirdikten sonra ÅŸu saptamalarını ortaya koyar:
Peygamberin Sünneti” baÅŸlangıçta ve her zaman geçerli ve etkili bir kavramdı ama, Hz. Peygamberin bıraktığı sünnet muhteva ve sayı olarak çok zengin olmadığı gibi özel bir anlam da ifade etmiyordu. Sünnet kavramı Hz. Peygamber'den sonra sadece bizzat Peygamber'in sünnetini deÄŸil, aynı zamanda Nebevi Sünnetin yorumlarını da ifade etmektedir. Bu yüzden Sünnet kavramı bu anlamda, sürekli bir geliÅŸme süreci olan ümmetin icmaının bir uzantısı olup icmayı da içermektedir.
​
Hz. Peygamber'in esas vazifesi kanun koymak ve bir kurallar dizisi oluÅŸturmak deÄŸil, öncelikle insanlık için ahlakı bir ıslahatçı olmaktı. Bu yüzden o, zaman zaman çözümlemek durumunda kaldığı münferid davalar için verdiÄŸi kararlar dışında genel bir yasamaya ender olarak ve sadece Ä°slam davasını güçlendirmek amacıyla baÅŸvurmuÅŸtur. Nitekim Kur’an'da da genel yasama, Ä°slam öÄŸretisinin son derece küçük bir bölümünü oluÅŸturmakta ve hukuki kurallar vazeden bu kısım, indiÄŸi çevrenin özelliklerini yansıtmaktadır. ÖrneÄŸin Kuran’ın savaÅŸ ve barışla ilgili hükümleri tamamen yöreseldir, dolayısıyla bu hükümleri gerçek anlamda doÄŸrudan hukuki metin kabul etmekten çok, dolaylı hukuk malzemesi olarak görmek daha uygun olur.
​
Fazlur Rahman'ın "YaÅŸayan Sünnet” görüÅŸünü serimleyen bu açıklamalarında görüldüÄŸü gibi bu formülasyon, daha önce ifade ettiÄŸimiz gibi onun içtihad teorisinin temelidir. "YaÅŸayan Sünnet”le temellenen bu içtihad teorisinin varmak istediÄŸi nokta, bir nevi serbest içtihaddır. O, nassın lafzını deÄŸil, Hz. Peygamber'i harekete geçiren "ruh”u esas alır. Bu yüzden içtihadın baÄŸlı kalacağı esas, lafız deÄŸil o lafzın ruhu olmalıdır. Böyle olunca da belli bir tarihselliÄŸe hitap etmiÅŸ bulunan nassın lafzının aşılmasında bir beis görülmemelidir. Çünkü Fazlur Rahman'a göre doÄŸrusu ÅŸudur:
"Her ne kadar geçmiÅŸteki atalarımızın "YaÅŸayan Sünnet''i, Kur'an'ın ve Hz. Peygamber'in ilk dönemlerde cemaat içinde gerçekleÅŸtirdiÄŸi faaliyetlerin saÄŸlıklı ve baÅŸarılı bir yorumu, bizler için dersler içerse de kesinlikle aynen tekrarlanamaz. Çünkü tarih, toplumlar ve yapıları söz konusu olunca asla tekrarlanmaz. Bununla birlikte eski tarihimiz sadece bir anlamda tekrarlanabilir ve hatta bu anlamda, eÄŸer ilerici Müslümanlar olarak yaÅŸamak istiyorsak, tekrarlanması da gerekir: Nasıl ki eski nesiller Kur'an'ı ve Hz. Peygamber'in Sünnetini özgürce yorumlamak, yani ideali ve ilkeleri vurgulamak ve onları kendi zamanlarının yeni yapısı içinde somutlaÅŸtırmak suretiyle kendi sorunlarını uygun bir ÅŸekilde halletmiÅŸ iseler, bizim de aynı ÅŸeyleri kendi çabamızla kendimiz için, kendi çaÄŸdaÅŸ tarihimiz için yapmamız gerekir.”
​
Fazlur Rahman’ın içtihad teorisine dair aktardığımız açıklamalarında görüldüÄŸü gibi, bu satırlarında da belirgin olan ÅŸey, onun geleneksel Ä°slam içtihad teorisinin aksine, nassın zahiri manasının aşılması gerektiÄŸini önermesidir. Bu da somutlaÅŸtırılacak olursa, "ahkamın deÄŸiÅŸmesi” anlamına gelmektedir.
​
Eserlerinde sıkça tekrar edildiÄŸi gibi, Kur'an hükümlerinin yeni tarihselliklerde bu tarihselliklere uygun ÅŸekilde deÄŸiÅŸtirilmesi gerektiÄŸi önerisinin, basit bir gerekçesi vardır: Kur’an'ın TarihselliÄŸi. O bu konuda "Hz. Peygamber kabilelerle sınırlı dar bir alanda görev yapmıştır; bundan dolayı, geniÅŸ toprakların ve bütün halkların söz konusu edildiÄŸi bir yerde aynı uygulamayı gerçekleÅŸtiremezsiniz. Aksi takdirde, Hz. Peygamber’in bütün hayatı boyunca uÄŸrunda savaÅŸmış olduÄŸu gerçek adalet ilkelerini ihlal etmiÅŸ olursunuz.” görüÅŸünü ileri sürer. Bu görüÅŸünü Fazlur Rahman, baÅŸka bir yerde ÅŸöyle örneklendirerek somutlaÅŸtırmaktadır:
"Mesela, Kur'an'ın yasakladığı riba düzeni ile modern bankacılık ve faizi aynı saymak iki ÅŸeyi açıkça karıştırmaktır; çünkü faiz, modern ‘geliÅŸimci ekonomi’ kavramı çerçevesinde olan ve tamamen farklı fonksiyonu olan özel bir düzenlemedir. Zekât da hiçbir Ä°slam ülkesinde uygulanmamaktadır, çünkü onlar baÅŸka vergi sistemlerine alışmış durumdadırlar.”
​
Ä°ctihad Teorisinin DeÄŸerlendirilmesi
Bu yeni içtihad teorisinin klasik içtihad teorisinden farkı, daha önce onun içtihad teorisi anlatılırken belirtildiÄŸi gibi, nassın lafzı (literal) sınırlarına baÄŸlı kalmamasıdır. Çünkü geleneksel-klasik içtihadda içtihad sonucu istinbat edilen hüküm, nassın lafzı sınırları içerisinde kalmasa da onu aÅŸmamak zorundadır; aksi takdirde bu batıl içtihad olur. Halbuki ona göre bu yapılmalıdır, çünkü “gayet belirli bir ÅŸekilde cereyan eden ve etmekte olan toplumsal deÄŸiÅŸmeyi gözlerini kapayarak görmemezlikten gelip hala Kur’an’ın kurallarını görünüÅŸteki (literal) manası ile uygulamakta ısrar etmek, Kur'an'ın toplumsal ve ahlaki gayelerini, hedeflerini kasten yok etmektir.” Bu yüzden o, genel klasik anlamıyla hakkında hüküm bulunmayan yeni bir meselenin hükmünün nassa dayanılarak ortaya çıkarılması ve uygulanabilmesi için nassın tarihe tekabüliyetini araÅŸtırmak için güç sarf etmek anlamındaki içtihada yeni bir tanım getirir:
“Ä°çtihad, kural içeren bir nassın veya geçmiÅŸteki emsal bir durumun manasını anlama ve o kuralı öyle bir ÅŸekilde teÅŸmil, tahsis ya da aksi halde tadil ederek deÄŸiÅŸtirme çabasıdır...”
​
Bu tanımın ortaya çıkardığı husus ÅŸudur: Nass da içtihadın kapsamına dahildir, ihtiva ettiÄŸi hüküm, bu yeni tarihsellikte Kur'an'ın gayeleri doÄŸrultusunda deÄŸiÅŸtirilir. Bunun pratik anlamı ise, kendisinin sık sık örneklendirdiÄŸi gibi Kur'an hükümlerinin modern tarihsellik gereÄŸince deÄŸiÅŸtirilmesidir. Bu deÄŸiÅŸtirilecek hükümler, tarihsel alanla ilgili olanlardır. O, tarihsel olanları ile kuralsal olanları ayrı tutar.
​
Onun deÄŸiÅŸimci içtihad teorisini dayandırdığı düÅŸünsel temel, "gaye”, yani klasik tabiriyle "Mekasıdu’ÅŸ-Åžeria” düÅŸüncesidir. Çünkü Kur'an hükümlerinin hizmet etmesi beklenen gayeleri vardır ve lafız itibariyle tarihsel olan hükümler, bu gayeleri gerçekleÅŸtirmek için konulmuÅŸlardır; dolayısıyla aslolan literal anlamıyla bu hükümler, kurallar deÄŸil, bunların gözettikleri gayelerdir. Fazlur Rahman, Kur'an'ın gözettiÄŸi bu gayelerin, evrensel ilkelerin, önermekte olduÄŸu anlama-yorumlama metodolojisi ile nesnel olarak belirlenebileceÄŸini ifade etmektedir. Çünkü bu metod, Kur'an mesajının topyekûn anlamını ortaya çıkaracak niteliktedir. Bu metodla ÅŸeriatın muhtevası çok yönlü bir deÄŸiÅŸime tabi tutulacak, kanun koyan ayetler dahi bu yorumun kapsamı içinde olacaktır.
​
Fazlur Rahman'ın içtihad için temel aldığı “gaye”, aslında klasik Ä°slam içtihad faaliyetinin yabancı olduÄŸu bir ÅŸey deÄŸildir BaÅŸtan itibaren hükümlerin ta'lil edilip edilmeyecekleri hususu Ä°slam alimleri tarafından tartışılmış ve genel olarak ta’lil edilebilecekleri, çünkü bu hükümlerin ÅŸeriatın genel amaçlarının gerçekleÅŸmesine hizmet ettikleri görüÅŸü hâkim görüÅŸ olarak geçerli olmuÅŸtur. Ä°mam Åžatıbi, el-Muvafakat isimli eserinin Kitabu’l-Makasıd kısmını, ÅŸeriatın gayelerine tahsis ederek “fıkh”ın bu konuya ne denli önem verdiÄŸini ve bu konunun içtihad faaliyetinde temel teÅŸkil ettiÄŸini ortaya koymuÅŸtur. Ama bilmek gerekir ki, fıkhın ve içtihadın, yani bir bakıma anlama ve yorumlamanın felsefesini yapan bu eser, tarih boyunca süregelen fıkıh-içtihad faaliyeti esnasında üretilmiÅŸ felsefi birikimin bir özeti, bir halkasından ibarettir. O, Åžatıbi'nin nevzuhur ürettiÄŸi bir eser deÄŸil, Ä°slam düÅŸünce faaliyetinin bir meyvesidir. Bu eserinde müellif, “makasıd” (gayeler) ile ilgili her meseleyi hem Åžari'in maksatları açısından hem de kulun maksatları açısından detaylıca ele alıp iÅŸlemektedir. Maksatları a) zaruri olanlar, b) haci olanlar ve c) tahsini olanlar ÅŸeklinde üç gruba ayırarak inceleyen Åžatıbi, zaruri olanlarının 1. Dinin korunması, 2.Nefsin korunması, 3. Neslin korunması, 4. Malın korunması ve 5.Aklın korunmasını temine yönelik olduÄŸunu belirtir. Åžatıbi'ye göre bu beÅŸ gayeye bütün dinlerde-milletlerde riayet edilmiÅŸtir.
​
Geleneksel içtihad faaliyetinde Kur'an'ın hükümleri taabbudı olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılmış; taabbudi: olanların yorum konusu olmayacağı, taabbudi olmayanların ise yorumlanabilecekleri ve bunların illet-hikmet doÄŸrultusunda gözettikleri gayeyi gerçekleÅŸtirip gerçekleÅŸtiremeyecekleri açısından bazen uygulanmayacakları genel olarak kabul edilmiÅŸtir. Ne var ki bu durum, hükmü ilga edip deÄŸiÅŸtirme anlamında kabul görmüÅŸ deÄŸildir. Çünkü aslı maksatlar, baÅŸka hiçbir ÅŸeye iltifat etmeksizin sadece emir ve yasaÄŸa riayet etme anlamına gelmektedir. Allah kullarını ne ile yükümlü kılmışsa maslahat odur ve bu itibarla ÅŸer'i delillerin ortaya koymuÅŸ olduÄŸu ÅŸer'i esaslar sabittirler, deÄŸiÅŸmezler.
​
Ä°ÅŸte Fazlur Rahman ile fukaha-ulema arasındaki gerilim noktası da burasıdır; çünkü Fazlur Rahman, daha önce açıklandığı gibi gaye nosyonunu, içtihad teorisinin dayanağı olarak ele almakta ve tarihsel olduÄŸunu öne sürerek ahkamın modern tarihsellikte deÄŸiÅŸmesi gerektiÄŸini savunmaktadır. Ulemaya göre nikahta mehir, mirastaki nispetler, boÅŸanma ve iddet sayıları gibi hükümler taabbudilik arzettiklerinden bu gibi hükümlerde her halûkârda belirtilen sınırlarda durmak ve teslim olmak gerekirken Fazlur Rahman, mesela burada geçen mirasın nispetleri ve riba, kadının ÅŸahitliÄŸi, zekât, cezalar gibi birçok konuda hükümlerin deÄŸiÅŸebileceÄŸi hatta deÄŸiÅŸtirilmesi gerektiÄŸi fikrindedir. Ulemadan farklı olarak o, hükümlerde taabbudi olan-olmayan ayırımı yapmaz.
​
Tarihsel ve Tarihüstü
Fazlur Rahman, tarihselci bir bakış açısıyla Kur'an’ı iki kısma ayırır: O, “deÄŸer” düÅŸüncesinden hareketle Kur’an’ın bir kısmını tarihsel, diÄŸer bir kısmını ise tarihsel olmayan olarak ele alır. Bir kısmı aÅŸkın, yani tarih-üstü deÄŸerleri, diÄŸer bir kısmı da tarihsel deÄŸerleri içerir. Birinci kısmı evrenseldir; evrensel mesajlar taşır, ikincisi tarihseldir; geçici, deÄŸiÅŸken tarihsel hükümleri bildirir.
Onun “doÄŸaüstü deÄŸerler”, “sabit deÄŸerler”, “Kur'ani deÄŸerler”, "temeller” dediÄŸi bu deÄŸerlerin ne oldukları, nasıl tespit edilecekleri oldukça problematiktir. Ayrıca bu deÄŸerlerin elde edildiÄŸi varsayılsa bile bu "ide”lerle, bu doÄŸaüstü göksel deÄŸerlerle somut gerçekler arasında nasıl baÄŸlantı kurulacağı baÅŸka bir sorundur. Fazlur Rahman bu noktayı temel olarak aldığı ve projesini bu temele göre ÅŸekillendirdiÄŸi halde, bu noktayı açıklığa kavuÅŸturmamıştır. Aslında bu mümkün de deÄŸildir.
​

Muhammed CoÅŸkun'un Modern Dünyada Kur'an Yorumu (MÜ Ä°lahiyat Vakfı: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Yorumun ÖznelliÄŸi
Modern Dünyada Kur’an Yorumu. Muhammed CoÅŸkun. MÜ Ä°lahiyat Fakültesi Vakfı: 2018
Tarihsel/tikel uygulamaların ardındaki evrensel/tümel maksatları kavrayabilmek için Fazlur Rahman Kur’an araÅŸtırmalarında ikili hareket adını verdiÄŸi bir yöntem önermektedir. …içinde bulunduÄŸu yüzyılın koÅŸullanmışlıklarına göre düÅŸünmeyip Kur’an’ın indirildiÄŸi tarihsel koÅŸullara gitmesi, onu orada kendi koÅŸulları içerisinde anlaması ÅŸeklinde gerçekleÅŸecektir.
​
Dikkat edileceÄŸi üzere bu insanın, içinde yaÅŸadığı koÅŸulları aÅŸabileceÄŸini, zaman ve mekân koÅŸullarından münezzeh olabileceÄŸini varsaymaktadır. TarihselliÄŸin zamana baÄŸlılık düÅŸüncesine dayalı olduÄŸu göz önüne alındığında Fazlur Rahman’ın bu önerisinin sistematik tutarlılıktan uzak olduÄŸu açıktır. Çünkü eÄŸer Kur’an metni tarihsel karaktere sahip ise ve bu tarihsel karakterin ardındaki tarih üstü öz, maksat aranıyorsa bu durumda Kur’an yorumcusunun bizzat kendisi de tarih içinde yaÅŸayan bir özne olarak koÅŸullanmış, sınırlanmış olmalıdır.
​
Fazlur Rahman’ın önerdiÄŸi ikili hareket yönteminin diÄŸer ayağı ise Kur’an araÅŸtırmasının nüzûl döneminde tek tek hadiseleri inceleyerek genel maksatlarını kavradığı vahyi, bu döneme uygulamak üzere geri dönmesidir. Ä°kili hareketin bu ikinci adımı için de birincisinde söz konusu olan tutarsızlıklardan söz etmek mümkündür. Artık nasların her biri tikel birer “emir veya yasak” olarak uygulama konusu olmayacak, aksine onların ruhundan çıkarılmış olan genel ilkeler bu çağın koÅŸullarında tikel uygulamalara dönüÅŸtürülecektir. Bu anlamda Kur’an’ın tarihselliÄŸinden söz etmek “onun hükümlerini sadece bu hükümlerin kendilerine indirildiÄŸi ilk muhatap kitle için baÄŸlayıcı kabul edip sonraki zamanlarda yaÅŸayanlara doÄŸrudan hitap etmeyen, bunun için de zorunluluk anlamında bir baÄŸlayıcılığı bulunmayan bir kitap olarak algılanması” anlamına gelmektedir.