top of page
BahaddinYuksel.png

Kur'an'ı Farklı Anlama Nedenleri I

Mecazlar

Muhammed Bahaeddin Yüksel'in Kur'an'ı Farklı Anlama Nedenleri (Ankara Okulu:2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Mecaz kelimesi “asıl manasından alınıp ilgili bulunduÄŸu baÅŸka bir manaya nakledilen lafız" demektir.  

​

Mecazın Kur’an’da vaki olup olmadığı hakkında ihtilaf edilmiÅŸtir. Oysa mecaz, dilsel bir olgudur ve Kur’an da bu vasat üzerinden insanlara mesajını iletmiÅŸtir. Nitekim Suyûtî, mecazla ilgili sayılan ÅŸüphelerin asılsız olduÄŸunu, mecazın Kur'an’ı süsleyen belagat güzelliklerinden birisi olduÄŸunu ve bundan mütevellit ulemanın mecazın hakikatten beliÄŸ olduÄŸunda ittifak ettiklerini belirtmiÅŸtir.

​

Kur’an'da bol miktarda bulunan mecaz anlatımlar, müfessirlerin Kur’an’ı farklı anlamalarında etkili olmuÅŸ; kimi müfessir bu tür ayetleri mecazi olarak anlayıp yorumlarken, kimisi de hakiki anlamını tercih etmiÅŸtir. Bu ise müfessirlerin ihtilaflarına sebep olmuÅŸ, dolayısıyla Kur'an’ın farklı anlaşılmasına sevk etmiÅŸtir. Buna ÅŸu ayeti örnek verebiliriz:

“MüÅŸrikler, iman etmek için ille de kendilerine meleklerin gelmesini veya rabbinin bizzat gelip görünmesini veyahut rabbinden gelecek yok edici azabın tepelerine binmesini bekliyorlar."

 

Bu ayetteki “Allah’ın gelmesi” ifadesini müfessirler farklı anlamışlardır. Taberî, “Kıyamet yerinde/hesap mevkiinde Allah’ın halkın içinde gelmesi”; İbn Atiyye “Allah’ın azabı veya emrinin gelmesi"; Râzî ise “Kıyamet alametlerinin gelmesi" olarak anlamıştır.

cemalletinerdemci.png

Prof.Dr. Cemallettin Erdemci'in Nassı Anlama ve Aşırı Yorum (Ankara Okulu:2019) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Arap dilinde ve Kur'an-ı Kerim’de mecazi ifadelerin bulunduÄŸunu kabul eden ve buna dayanarak, Kur’an ifadelerinin neredeyse tümünü mecaz olarak kabul eden Mutezile ekolü ile Arap dilinde ve Kur’an’da mecazın olmadığım, kelimelerin yalnızca hakiki/temel anlamlarının olduÄŸunu iddia eden Zahirîler ve dilde mecazı kabul etmekle birlikte, Mutezile ekolü kadar mecaza yer vermeyen Ehl i Sünnet kelamcıları gelmektedir.

​

Câhız, bir ifadenin hakiki anlamdan baÅŸka bir anlama taşınmasını ÅŸu ÅŸekilde açıklar:

Bazen bir kelimenin açık anlamı baÅŸka, delalet ettiÄŸi anlam baÅŸka olabilir. Çünkü sözü söyleyen, muhatabın bunu anladığını bilir. Bu tür ifadeleri, Araplar sıkça kullanır.

​

Metinlerin yorumlanması ve açık anlamlarının dışına taşınmalarını saÄŸlayan hususlardan biri mecaz olgusudur. İstiare, teÅŸbih, kinaye, mübalaÄŸa vb. mecazın unsurları, bu iÅŸlemin yapılmasını mümkün kılmaktadır. Fakat ÅŸunu ifade etmek gerekir ki ister hakiki anlamında kullanılsın, isterse mecazi anlamında kullanılsın dilsel söz dizgesini sınırlayan mütekellimin kastıdır. Mütekellimin kastı ise, metin içi ve metin dışı baÄŸlam ile tespit edilebilir. ÖrneÄŸin “dilediÄŸinizi yapınız” ifadesini hem bir tehdit olarak anlamak mümkün, hem de bir izin ve serbestlik ifadesi olarak görmek mümkün. Öyleyse siganın kendisi ondan neyin kastedildiÄŸine tam olarak delalet edemez. Siyak-sibak ve mütekellimin durumu, bunun hangi anlamda neye delalet etmek üzere sevk edildiÄŸini tespit etmede yardımcı olur.  

BahaddinYuksel.png

Belirsizlikler (Mübhemâtü'l Kur'an)

Muhammed Bahaeddin Yüksel'in Kur'an'ı Farklı Anlama Nedenleri (Ankara Okulu:2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

BilindiÄŸi üzere Kur’an, yazılı kültür geleneÄŸine sahip olmayan, aksine sözlü kültür geleneÄŸi üzere yapılanmış bir topluma nazil olmuÅŸtur. Dolayısıyla Kur'an, ÅŸifahi bir metin formuna sahip olması nedeniyle mesajını bu sözlü kültür vasatından aktarmıştır. Kur’an’ın ÅŸifahi, duyulan, dinlenilen bir forma sahip olması, masa başı yazılmış ve muhataplarının muhtemel anlama sorunlarını daha metnin inÅŸası esnasında izale edecek gerekli ve detaylı bilgileri muhtevi bir metinden elbette ki farklı olacaktır.

 

Åžifahi bir metin, bir konuÅŸma ortamı kodlarına sahip olduÄŸu ve hatip-muhatap-hitap baÄŸlamında hazır bulunan çevresel ayrıntılar “söylenen”e dâhil olmayacağı için, bu ayrıntılara iliÅŸkin belirsiz iÅŸaret ve zamirlerin metne/söyleme dâhil olması kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla metin dışı kalan söz konusu ayrıntılara Kur’an’da ism-i iÅŸaretler veya zamirlerle referansta bulunulmuÅŸtur. Yine Kur’an'da kıssalar, tarihî olaylar, ÅŸahısların isimleri, olayların geçtiÄŸi yerlerin ismi, zamanı gibi ayrıntılar belirtilmemiÅŸtir. İşte Kur’an’da isim, mekân, tarih gibi ayrıntıların verilmeden anlatıldığı ve kapalı kalan hususlar, ulûmu’l-Kur'an ilminin "mübhemât” baÅŸlığının mevzusunu teÅŸkil etmektedir.

​

“Mübhem" kelimesi lügatte algılanması, anlaşılması zor olan ÅŸey, ayırıcı bir özelliÄŸi olmayan ÅŸey, kendisinden maksadın ne olduÄŸu, açık ve belirli olmayan söz gibi anlamlara gelmektedir. Anlam örgüsünde “kendisinden ne kastedildiÄŸi tam olarak tayin edilememiÅŸ olan kelimeler olduÄŸu anlaşılan mübhemâtın terim anlamını, Kur’an-ı Kerim’de sarih olarak isimleri zikredilmeyip, ismi mevsuller, ismi iÅŸaretler, zamirler ve cins isimlerle ifade edilen erkek, kadın, melek, cin, topluluk, kabileler, mekân, zaman ve adetler olarak tarif edebiliriz.  

​

Mübhemâttan olan zamirlerin, Kur’an’ın farklı anlaşılmasına neden olduÄŸunu ifade etmiÅŸtik. ÖrneÄŸin ayette geçen birinci zamir hakkında müfessirlerin geneli kastedilenin İsa (as) olduÄŸunda görüÅŸ birliÄŸi etmiÅŸ olsalar da İkrime buradaki zamirle kastedilenin Hz. Muhammed olduÄŸunu belirtmiÅŸtir. Hâzin ise İkrime’nin bu görüÅŸüne karşı çıkar ve ayetin siyak-sibakına aykırı olduÄŸunu, zamirin İsa’ya (as) râci olmasının daha evlâ olduÄŸunu söyler. Fakat Zeccâc, her ne kadar buradaki "o” zamirinin hem İsa'ya (as), hem de Muhammed'e (as) râci olması mümkün olsa da kastedilenin İsa (as) olmasının mümkün olmadığını; zira ayetteki "Ölümünden önce ona bütün Ehl-i Kitap inanacaktır.” ifadesi açısından bakıldığında, diyelim ki İsa (as) yeniden döndü ve o günün Ehl-i Kitap ona iman etti; peki, o zamana kadar geçen süre içinde vefat eden insanların iman etmeden ölmüÅŸ olmasını, ayetle nasıl baÄŸdaÅŸtırabiliriz ki... diyerek, ayette kastedilen zamirin aslında Hz. Muhammed'e râci olduÄŸunu ifade etmiÅŸtir.

​

GörüldüÄŸü üzere zamirde de müphemlik bulunmaktadır. Müfessirler ise bu gibi durumlarda yaptığı tercihe göre, diÄŸer müfessirlerden farklı sonuçlara varmakta, dolayısıyla söz konusu müphemlik, müfessirlerin Kur’an’ı farklı anlamalarına sebep olmaktadır.

​

Genel-Özel Ayrımı (Âmm-Hâss)

Amm kelimesi, iki ve daha fazla ÅŸeye bir yönden delalet eden lafızdır. Hâss kelimesi ise terim olarak “tek bir isimlendirme ile bir tek manaya veya sınırlı sayıdaki fertlere delalet etmek üzere konulmuÅŸ lafız" anlamına gelmektedir.  

​

Kur’an’ın umum ve hususunu bilmenin önemi sadedinde ÅŸöyle bir olaydan bahsedilir: Adamın birisi tefsiri çok iyi bildiÄŸini iddia ediyormuÅŸ. Müminlerin emiri Ali (ra.) ona dedi ki: “Müminlerin ve kâfirlerin ilahı kimdir?" O da “Allah’tır” dedi. Hz. Ali “doÄŸru söyledin.” dedikten sonra ona “Mümin ve kâfirin mevlâsı kimdir?" dedi. O da dedi ki: “Allah'tır". Bunun üzerine Ali (ra.) “Yalan söyledin, (zira ayet ÅŸöyle der:) ‘Bu Allah’ın inananların mevlâsı olması ve kâfirlerin herhangi bir mevlâsı olmaması nedeniyledir.” 

​

Kur’an’da geçen lafızların umum veya husus ifade etmesi, müfessirlerin ayetleri farklı anlamalarına ve farklı yorumlar yapmalarına sebep olmuÅŸtur. ÖrneÄŸin “Yoksa onlar Allah’ın fazlından insanlara verdiÄŸi ÅŸeylere karşı haset mi ediyorlar? ayetinde geçen insanlar” kelimesinin kimleri kapsadığı hakkında farklı anlayışlar söz konusu olmuÅŸtur. İkrime, Süddî, îbn Abbas, Mücâhid, Dahhâk ve Mukâtil b. Süleyman gibi âlimler, ayetteki “en-nâss” kelimesi ile kastedilenin Muhammed (as.) olduÄŸunu düÅŸünürken, Katâdc bu kelimeyle kastedilenin Araplar olduÄŸunu söylemiÅŸ, Taberi ise seçimini Muhammed (as.) ve ashabı olması yönünde belirlemiÅŸtir. Kurtubî, Dahhâk'ın, Nebinin KureyÅŸ kabilesinden çıkmış olması nedeniyle bu kelime ile kastedilenin KureyÅŸ olabileceÄŸini rivayet etmiÅŸtir. Burada “en-nâss” ile kastedilenin Muhammed (as.) olması halinde kelime hâss, Araplar olması halinde ise âmm olmaktadır.

​

Bir baÅŸka örnek ise:           

"Allah'ın adı anılmadan kesilmiÅŸ hayvanların etlerinden yemeyin. Çünkü hu tür etleri yemek. Allah'ın emrine isyan demektir." ayetidir. Acaba bu ayet, kesilen hayvanın üzerine Allah'ın adını anmayı terk eden kiÅŸinin, kasıtlı veya unutarak terk etmesini mi ifade ediyor; yoksa her ikisini de içeren genel bir ifadeye mi sahip? Yani kasıt veya unutma açısından husûsî midir; yoksa her ikisini de içermesi açısından umûmîdir?

​

Örneklerde de görüldüÄŸü üzere müfessirler umum ifade eden lafızları farklı anlamışlar, dolayısıyla farklı içeriklerle izah etmiÅŸlerdir.  

​

cemalletinerdemci.png

Prof.Dr. Cemallettin Erdemci'in Nassı Anlama ve Aşırı Yorum (Ankara Okulu:2019) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

ÖrneÄŸin: "İnsanlar onlara, (düÅŸmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu toplamışlar onlardan korkun, deyince bu. onların imanım artırdı." (Âl-i İmrân, 3/173) ayeti incelendiÄŸinde, ayette kullanılan ‘en-nas’ ifadesinin insanlar anlamında kullanıldığını; fakat bunun bütün insanların deÄŸil, o dönemde Hz. Peygamber’e karşı ordu toplamak için yola çıkmış Nuaym b. Esed el-EÅŸcâî’nin olduÄŸu bilinmektedir. Sebeb-i nüzül, bu kiÅŸinin kim olduÄŸunu bildirmese bile, bunun hususilik kastedilen âmm bir lafız olduÄŸu akli karineyle tespit edilebilir. Zira ‘en-nas’ teriminin içine kendisine karşı ordu toplanılan Hz. Peygamber ve onun ashabı da girmektedir. Akli karine, Hz. Peygamber ve ashabının ‘en-nas’ kavramının içinde yer almadığını bize bildiri.

​

Umum-husus konusunu üç açıdan ele almak mümkündür.

  1. Kur’an’da yer alan kelimeleri genel (umum) ve özel (husus) anlam ifade etmeleri bakımından incelemek mümkündür.

  2. Kur’an metninde genel lafızlarla gelmiÅŸ bir ayetin, kendisini tahsis eden baÅŸka bir ayet ile sınırlandırılması baÄŸlamında konu incelenebilir.

  3. Kur’an’ın nüzûl döneminde özel bir olaya baÄŸlı olarak inmiÅŸ bir ayetin hükmünün, benzer olaylara taşınması dolayısıyla özelden genele hükmün aktarılması ÅŸeklinde umum-husus konusunu incelemek mümkündür.

BahaddinYuksel.png

Mutlak-Mukayyed

Muhammed Bahaeddin Yüksel'in Kur'an'ı Farklı Anlama Nedenleri (Ankara Okulu:2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Mutlak terim olarak, gayr-ı muayyen bir ferdi veya fertleri gösteren ve kendisinin herhangi bir sıfatla kayıtlandığına dair delil bulunmayan lafızdır. Mesela, adam(lar), kitap(lar). öÄŸrenci(ler), kuÅŸ(lar) dediÄŸimizde hep birer mutlak lafız söylemiÅŸ oluruz. Bu kelimeler, gayr-ı muayyen fert veya fertleri ifade etmektedir; zira bunları takyid eden herhangi bir delil bulunmamaktadır.

​

Mukayyed ise gayr-ı muayyen bir fert veya fertleri göstermekle birlikte, kendisinin herhangi bir sıfatla kayıtlandığına dair delil bulunan lafızdır. Mesela imanlı adam veya doÄŸru sözlü adamlar, kıymetli kitaplar, terbiyeli öÄŸrenci veya çalışkan öÄŸrenciler dediÄŸimiz zaman, yukarıda misal olarak zikrettiÄŸimiz mutlak lafızlar mukayyed lafız haline gelmiÅŸ olur; zira bu dununda da gayr-ı muayyen fert veya fertleri göstermekle birlikte, artık bunların herhangi bir sıfatla takyid edildiÄŸine dair baÅŸka lafızlar bulunmaktadır.

​

Kur’an’ın kimi lafızları mutlak bırakması veya farklı yerlerde takyid ile sınırlandırması, müfessirlerin de ayetleri farklı anlamalarına sebep olmuÅŸtur.

​

Muhkem ve MüteÅŸabih

Muhkem, anlaşılmasında bir beyana ihtiyaç hissedilmeyen, manası kolaylıkla anlaşılan, harici bir tefsire ihtiyaç göstermeyen ayetlerdir. MüteÅŸâbih ise mana yönünden birden fazla ihtimal taşıdığından anlaşılmasında güçlük bulunan lafız veya sözü ifade eder.

​

Ancak muhkem ve müteÅŸâbih ayetlerin hangi ayetler olduÄŸu hakkında tefsir geleneÄŸinde birbirinden faklı görüÅŸler ortaya atılmıştır. Bunları ÅŸöyle maddeleyebiliriz:

​

Birincisi: İbn Abbas (ö. 688) ve Mukâtil'e (ö. 767) göre, muhkem ayetler kendileriyle amel edilen nâsih ayetlerdir. MüteÅŸâbih ayetler ise kendileriyle amel edilmeyen mensuh ayetlerdir.

​

İkincisi, Mücâhid'e (ö. 722) göre helal ve haramı ihtiva eden ayetler muhkem, bunların dışında kalıp birbirlerini tasdik eden ayetler ise müteÅŸâbihtir. Mücâhid den benzeri bir baÅŸka görüÅŸ daha rivayet edilmiÅŸtir.

​

Üçüncüsü, Muhammed b. Ca’fer b. Zübeyr’e göre, sadece bir ÅŸekilde tefsir edilebilen ayetler muhkem, farklı ÅŸekillerde tefsir edilebilen ayetler ise müteÅŸâbihtir. Bu görüÅŸ Ebû Ali Cübbâî (ö. 915) tarafından da kabul edilmiÅŸtir.

​

Dördüncüsü, İbn Zeyd’e göre, Allah'ın, mesajını bildirdiÄŸi ayetler ile geçmiÅŸ toplumlar ve onlara gönderdiÄŸi elçilerin kıssalarını tafsilatlı bir ÅŸekilde anlattığı ayetler muhkem, birbirine benzeyen İfadelerle çeÅŸitli surelerde tekrarlanan kıssaların anlatıldığı ayetler ise müteÅŸâbihtir.

​

BeÅŸinci görüÅŸ, Câbir b. Abdillah tarafından zikredilmiÅŸtir. Ona göre yorumunu ve manasını âlimlerin bilip anladığı ayetler muhkem, bazı sure baÅŸlarında bulunan hurûf-u mukattaa ve kıyametin ne zaman kopacağı gibi sadece Allah tarafından bilinebilen ayetler ise müteÅŸâbihtir.

​

Ulûmu’l-Kur'an literatüründe terim anlamıyla bulunan müteÅŸâbih kavramı, anlam çerçevesini genel olarak Âl-i İmrân Suresi’nin 7. ayetinden temin etmektedir. Bu ayette Allah Teâlâ ÅŸöyle buyurmaktadır:

“Ey Peygamber! Sana kitabı [Kur'an'ı] indiren O'dur. Kur’an'ın kimi ayetleri muhkemdir. Bunlar ilahi mesajın temelini oluÅŸturur. Kur’an’ın diÄŸer [birtakım] ayetleri ise müteÅŸâbihtir. Kalplerinde hak ve hakikatten sapma eÄŸilimi bulunanlar gerek fitne maksadıyla gerekse teviline yeltenme arzusuyla Kur'an'ın müteÅŸabih ayetleri üzerinde dururlar. Oysa bu ayetlerin tevilini ancak Allah bilir. İlimde yetkinlik/derinlik sahibi kimseler ise ‘Biz bu kitaba inandık: bunun tamamı Allah katından gönderilmiÅŸtir’ derler.” 

​

Ayetin sebeh-i nüzulüne baktığımızda, Âl-i İmrân Suresinin ilk pasajı, Necran’dan Medine'ye gelen bir heyet ile Rasûlullah arasında geçen bir tartışma üzerine indirilmiÅŸtir.

​

Rasûlullah o heyetteki Hıristiyanları İslam'a davet edince heyet adına konuÅŸan Abdulmesih adındaki zat: “Ya Muhammed' Biz senden önce İslam'a girmiÅŸtik...” dedi. Rasülullah: “Fakat siz, İsa Allah’ın oÄŸludur.’ demekle dinden çıktınız” karşılığını verdi. Abdulmesih: "EÄŸer İsa Allah’ın oÄŸlu deÄŸilse, o takdirde onun babası kimdir?” diye sordu ve bu soru üzerine aralarında sorulu cevaplı uzun bir konuÅŸma geçti. Heyetin lideri sonunda ÅŸu soruyu sordu: “Sen, İsa'nın Allah’ın kelimesi ve O’ndan bir ruh olduÄŸuna inanıyor musun?" Rasülullalı: Nisa Suresi'nin 4/171. ayetinin ilgili bölümü okuyarak: "Evet, Meryem oÄŸlu İsa Mesih Allah'ın elçisi, ona ilka ettiÄŸi kelimesi ve O'ndan bir ruhtur.” cevabını verdi. Bu zat, beklediÄŸi cevabı almış olduÄŸu izlenimi vererek: “Tamam, bu kadarı bizim için kâfidir.” dedi ve tartışmayı kendince bitirmiÅŸ oldu.

​

MüteÅŸâbih, ZemahÅŸeri’nin (ö. 1143) Rad 35. ayetin tefsirinde çok güzel ifade ettiÄŸi gibi, “Algı ve idrak alanımızın dışında kalan ÅŸeyleri nesneler dünyasında gördüÄŸümüz ÅŸeylere benzetme yoluyla” (temsilen) anlatmayı hedefleyen bu dili, “müteÅŸâbih" diye nitelendirmek mümkündür.  Åžu halde yukarıda müteÅŸâbih, zannedildiÄŸi gibi hurûf-u mukattaa veya mensuh ayetlerle ilgisi bulunmamaktadır.

​

cemalletinerdemci.png

Prof.Dr. Cemallettin Erdemci'in Nassı Anlama ve Aşırı Yorum (Ankara Okulu:2019) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de muhkem ve müteÅŸabih ayetlerin belirtilmemiÅŸ olması ve fırkaların bu ayrıma dayanarak görüÅŸlerinin haklılığını ortaya koyma çabasına giriÅŸmeleri bu alanda çok farklı anlayışların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

​

Kur’an-ı Kerimde müteÅŸabih kavramı her iki anlamda da yani hem iki ÅŸeyin birbirine benzemesi hem de birbirine benzeyen iki ÅŸeyin birbirinden ayırt edilmemesi anlamlarında kullanılmıştır.

 

MüteÅŸabih etrafında geliÅŸen tartışmalar, müteÅŸabihin kapsadığı bu iki anlamdan birinin ön plana çıkarılıp ikinci anlamın görmezlikten gelinmesi ÅŸeklinde cereyan etmiÅŸtir.

​

Birinci anlamda yani iki ÅŸeyin birbirine benzetilmesi, birbirinin benzeri olması anlamında kullananlar müteÅŸabihi, duyularımız ve aklımızla kavrama imkânımız olmayan gayb âlemi ile iliÅŸkilendirmiÅŸlerdir. Bu anlayışı benimseyenler, yüce Allah’ın aÅŸkın olduÄŸunu, beÅŸerî dili kullanarak bizim dünyamıza girdiÄŸini, bu tür aÅŸkın hakikatleri anlamamızı kolaylaÅŸtırmak için duyu organlarıyla tecrübe edip hakkında bilgi sahibi olduÄŸumuz olgular âlemine benzeterek bize anlattığını ifade etmiÅŸlerdir. Bunun nedeni Yüce Allah'ın zatı, sıfatları ve ahiret hayatı ile ilgili hakikatleri saf gerçekliÄŸiyle beÅŸeri dilin anlatma ve insanların bunu anlama kapasitelerinin olmamasıdır. Zira insan zihni, tecrübeler âleminin dışında kalan bir ÅŸeyi tasavvur edemez ve hakkında bir fikir üretemez. Bu konuya dikkat çeken Muhammed Esed, ‘Dinin metafizik kavramları, mahiyet bakımından insan tecrübesini aÅŸan bir âlem ile ilgilidir. Bu durumda tecrübe dünyamızın ötesindeki bu âlem ile ilgili tasavvurlar bize nasıl baÅŸarıyla aktarılabilir? Tecrübelerimizle kazanmış olduÄŸumuz kavramların hiçbirinde kısmen bile olsa, herhangi bir karşılığı olmayan kavramları anlamamız nasıl beklenebilir?' sorularını sormakta ve ancak tecrübelerimizle edindiÄŸimiz ÅŸeylerle örneklendirerek, duyu ötesi ÅŸeyleri bilebileceÄŸimizi ifade etmektedir.    

​

İbn Abbas'ın Kur’an ayetlerini dört kategoriye ayırdığı rivayet edilmiÅŸtir. Ona göre “ayetlerin bir kısmını herkes, bir kısmını sadece Araplar ve Arap dil selikasına sahip olanlar, bir kısmını ancak ilimde derinleÅŸen bilginler, son kısmının delaletini ise, sadece Allah bilir.”  İbn Abbas’ın ‘Allah'tan baÅŸka kimse bilemez', dediÄŸi kategori Allah'ın zatı ve sıfatlarını konu edinen ayetlerdir ki burada anlaşılmayan ayetlerin kendileri deÄŸil, ayetlerin dile getirdiÄŸi, Allah'ın zatı ve sıfatlarının mahiyetleridir. Özellikle "Kalplerinde eÄŸrilik olanlardan baÅŸkası bunların arkasına düÅŸmez." ifadesi, bunların anlaşılamayacak ÅŸeyler olduÄŸu konusundaki kanaatleri pekiÅŸtirmektedir. Bu anlayışın bir sonucu olarak da hemen akabinde gelen ifade de “Onun tevilini Allah'tan baÅŸkası bilmez. İlimde derinleÅŸenler de inandık, hepsi Rabbimizin katındandır, derler” ÅŸeklinde anlaşılmıştır.

​

Kelamcılar ise müteÅŸabih kavramını, iki ÅŸeyin birbirine benzemesinden ziyade, birbirine benzeyen iki ÅŸeyin birbirinden ayırt edilmemesi, birbirine karıştırılması ÅŸeklinde anlamışlardır.    Fıkıhçıların açıklık ve kapalılıkları itibariyle lafızları iÅŸlerken müteÅŸabih kelimeler ÅŸeklinde bir kategoriye yer vermeleri ve müteÅŸabih kelimeleri anlamı kapalı, tevil edilmeye muhtaç ÅŸeklindeki anlamaları, müteÅŸabihi daha çok bu anlamda algıladıklarını söylememizi mümkün kılmaktadır.

​

Kur’an’da nelerin müteÅŸabih olduÄŸu veya hangi ayetlerin müteÅŸabihler kategorisine girdiÄŸi tartışma konusu olduÄŸu gibi, müteÅŸabihleri anlamanın mümkün olup olmadığı veya kimlerin müteÅŸabihleri bilebileceÄŸi de tartışma konusu olmuÅŸtur. Bu sorun yukarıda zikrettiÄŸimiz Âl-i İmrân suresi 7. ayeti kerimedeki gramatik yapıya dayanmaktadır: “Onun tevilini Allah’tan baÅŸkası bilmez, ilimde derinleÅŸenler (rasihun): ’O’na inandık. Hepsi Rabbimiz tarafındandır’ derler” ifadesindeki rasihun kelimesinin önündeki (vav) harfinin, baÅŸlangıç harfi (istinaf) olarak ele alınması durumunda, yukarıdaki anlam elde edilmiÅŸ olur. Vav harfinin atıf harfi olarak kabul edilmesi halinde ise, ‘ilimde derinleÅŸenler (rasihun)’ kelimesinin sıfatı kılınmış olur ve anlam ÅŸu ÅŸekilde deÄŸiÅŸir: “Onun tevilini, yalnızca Allah ve ona inandık hepsi Rabbimizin katındandır diyen ilim sahiplerinden baÅŸka kimse bilmez." ÅŸeklinde olacaktır. Mücahid (ö. H 81) ilimde derinleÅŸenlerin müteÅŸabihi bilmede herhangi bir ayrıcalıkları olmasaydı, âlimin cahilden farkı olmazdı, demektedir. Mücahid’in görüÅŸünü paylaÅŸan İbn Kuteybe ise, “Allah, Kur’an’daki her bir ÅŸeyi insanların menfaatleri için indirmiÅŸtir. Her bir ifadenin delalet ettiÄŸi bir anlam vardır.” diyerek, müteÅŸabih ayetler dahil, Kur an da geçen her bir ÅŸeyin bilinebileceÄŸi görüÅŸünü savunmuÅŸtur. İbn Kuteybe bu görüÅŸün doÄŸruluÄŸunu ortaya koyma baÄŸlamında hiçbir müfessir 'ÅŸu ayet müteÅŸabihtir, tevilini Allah'tan baÅŸka kimse bilmez’ dememiÅŸtir, hatta mukataa harflerine varıncaya kadar, Kur’an'ın her bir ayetini, tefsir etmeye çalışmışlardır' diyerek konuyu daha ileri bir noktaya taşımıştır.

​

Ehl-i Sünnet ve Mutezile kelamcıları da müteÅŸabih ayetler dahil. Kur an da yer alan her bir ayetin delaletinin bilinebileceÄŸi hususunda yukarıda görüÅŸlerini aktardığımız Mücahid ve İbn Kuteybe ile hemfikirdirler. Kelamcılar müteÅŸabihi, lafzi anlamı ile anlaşılamayan, tevil edilmesi gereken, ÅŸeklinde tanımlamışlardır.

​

MüteÅŸabih ayetlerin Kur'an'da belirtilmemiÅŸ olması mezhepler arasında müteÅŸabih ayetlerin hangileri olduÄŸu hususunda tartışmalara yol açmıştır. Bu duruma dikkat çeken Bedreddin ez ZerkeÅŸî; “Sünnîlere göre muhkem olan ayet, kaderilere göre müteÅŸabih veya tersi olabilmektedir.” demektedir. Benzer bir ifadeyi de Kâdî Abdulcebbâr kullanmaktadır. Ona göre "tevhit ve adalet ile ilgili konularda bir fırkanın muhkem dediÄŸine diÄŸer fırka müteÅŸabih, birinin müteÅŸabih dediÄŸine diÄŸeri muhkem diyebilmektedir.” Bu durum müteÅŸabih kavramının yorumlamada oynadığı rolle ilgili bize ipuçları vermektedir.

BahaddinYuksel.png

Çok Anlamlılık ve Anlam DeÄŸiÅŸmeleri

Muhammed Bahaeddin Yüksel'in Kur'an'ı Farklı Anlama Nedenleri (Ankara Okulu:2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

En genel anlamda çokanlamlılık, kelimelerin iki veya daha fazla anlama sahip olması ve birden fazla ÅŸekilde anlaşılabilme durumu olarak tarif edebiliriz.  

​

İslamiyet'in erken dönemlerden itibaren baÅŸlayan dilbilim çalışmalarına baktığımızda, dildeki müÅŸterek lafızların varlığı erken dönemlerde fark edildiÄŸini görmekteyiz.

​

KuÅŸkusuz çokanlamlılığın meydana geliÅŸini saÄŸlayan birtakım sebepler vardır.  Dolayısıyla çokanlamlılık her dilde mevcut olan bir gerçekliktir. Bununla birlikte çokanlamlılığın, anlamı bulanıklaÅŸtırdığı, Kur’an’ın anlaşılmasına olumsuz etkisi olacağı, dolayısıyla bu durumun Kur’an’ın açık ve anlaşılır olması özelliÄŸine  aykırı olduÄŸu düÅŸüncesiyle çokanlamlılığa itiraz edenler de olmuÅŸtur.

​

Oysa kelimelerin çokanlamlılığı ifade etmesi, tarihsel süreçte kullanımlarına paralel olarak ortaya çıkan ve çok da doÄŸal olan bir durumdur. Kelimeler her ne kadar çokanlamlı olsalar da cümle içinde kullanıldıkları zaman, artık sahip olduÄŸu anlamlarından sadece birisini kasteder duruma gelir; buna cümlenin iç baÄŸlamı veya dış baÄŸlamında iÅŸaret eden karineler bulunur.

​

Bununla beraber çokanlamlı kelimelerin Kur'an'daki varlığı, kimi müfessirlerin hatalı anlamalarına, dolayısıyla Kur’an’ı farklı anlamalarına sebep olmuÅŸtur. ÖrneÄŸin çokanlamlı bir kelimenin temel anlamını esas alarak her geçtiÄŸi yerde aynı manaya çekme giriÅŸimi nasıl ki bir anlama problemi doÄŸuracak ise kelimenin taşıdığı manaların hepsine her kullanımda delalet edebileceÄŸini söylemek de anlama problemine neden oluÅŸturacak bir husustur.  

​

Kur’an’da geçen çokanlamlı lafızların, geçtiÄŸi yerde hangi anlamıyla kullanıldığı hakkında müfessirler doÄŸal olarak ihtilaf etmiÅŸlerdir. Öyle ki hemen her çokanlamlı lafız üzerinde ihtilaf söz konusu olmuÅŸtur.

bottom of page