Arayan İnsan
İslam'a Giriş
Fukaranın hakkı
Tolga UslubaÅŸ'ın "Böyleydi Osmanlı'nın Ramazanı" (YaÄŸmur:2006) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.
​
​
​
​
​
​
​
​
​
Sosyal dayanışmanın, içtimâi yardımlaÅŸmanın en canlı sahnelerine İstanbul'un Vefa, Süleymaniye ve Fatih gibi buram buram tarih kokan semtlerinde rastlanır. Buradaki ahÅŸap konakların kapılarının üzerinde kabartmalı bardak, kupa, somun vesair resimler, ihtiyaç sahiplerini içeri buyur etmenin bir diÄŸer adıdır. Hele ramazan ayı gelince bu kapıların üzerine bir de "İnnema netamüküm" âyeti çelilesi yazılır ki, o kapı ramazan boyunca ardına hiç kapanmaz. Zaten İstanbul'daki hemen her ev, en nefis yemeklerin her Selamün aleyküm diyene sunulduÄŸu birer ziyâfethânedir.
​
Merhamet eksildiÄŸi yerde bereket durmaz dermiÅŸ eskiler. Ramazanın yaklaÅŸmasıyla birlikte dolup taÅŸan kilerlerde fakirin de, komÅŸunun da hakkı unutulmazdı. Öyle ya ÅŸu günlerde Allah rızası için bir fakire bir kase çorba yardımı yapmak, bir ihtiyarın, bir fakirin koluna girip de onu minnet yükünden kurtaracak ÅŸekilde doyurmanın hazzını ne verebilir ki insanoÄŸluna...
​
Berat kandiliyle baÅŸlayan o hummalı bekleyiÅŸten nasibini önce erzaklar alır, ramazana bilemedin birkaç gün kala fakir düÅŸmüÅŸ akrabalara pirincinden yağına varıncaya erzak gönderirlerdi. Bunlardan baÅŸka eve gelen bütün erzak ve eÅŸyaya fukaranın hakkı verilmeden el sürülemezdi. Ramazan geldi mi ekseriyetle evin reisi iftara yakın mutfaÄŸa gelir, nevale ne ise çorba baÅŸta olmak üzere üç veya dört-beÅŸ türlü yemek seçerdi.
​
Öyle kazanlar vardı ki, insan içine düÅŸse boÄŸulur, öyle kepçeler vardır ki bir dolusu insanı doyururdu. Bu yemekler çoÄŸunlukla çorba ile beraber et,pilav ve tatlıdan ibaret olurdu. Özenle hazırladıkları tepsilere dizilen iftariyeler herhangi bir fakirin evine götürülüp verilirdi. Daha ilginç olanı ise gönderilen yemeklerin içine hediye babında hal ve vaktine göre çeyrek veya yarım altın iliÅŸtirmekti.
​
Kapılar ardına kadar açık
Zenginlerin hizmetkarlarından biri her akÅŸamüstü ÅŸuradan buradan fakir kimseleri toplar, konakta özellikle kurulmuÅŸ sofraya oturtur, yedirir, içirirdi. Zaten İstanbul'daki hemen her ev, en nefis yemeklerin her Selamün aleyküm diyene sunulduÄŸu bir ziyâfethane haline gelirdi. Üstelik büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya falan lüzum da yoktu.
​
Gözüne kestirdiÄŸin yere girerdin. Kimse de kim olduÄŸunuzu, ne münasebetle tanıştırıldığını, isminizi ve iÅŸinizi sormazdı. Otur masanın bir kenarına, istersen ne konuÅŸ ne dinle, yaranmaya çalışma, sekiz on türlü yemekten, tıka basa karnını doyur. Kahveni iç, usulcacık sıvış git... Kimse farkında olmaz. onlar dahi iÅŸi acayip bulmazdı.
​
Mahallelerde ise esnaftan ve orta hallilerden beÅŸ altı zat birleÅŸir, sıra ya¬parlar, birer ikiÅŸer gün fasıla ile imam efendiyi, hacı efendiyi, birinci muhtarı iftara davet ederlerdi. İmam da. hacı da, muhtar da bu davetin, mahallelilere delâlet etmek manasına geldiÄŸini bilirler, ona göre beraberlerine davetli alırlardı.
​
Dayanışmanın böylesi
O zamanlar memlekette ÅŸimdiki gibi yüzlerce hayır cemiyeti, yüzlerce sosyal dernek yoktu. Ancak İslâmiyet'in beÅŸ temel direÄŸinden biri olan "zekât" müessesesi vardı ve bu müessese, maddi hiçbir müeyyide olmaksızın, Müslümanların kalplerindeki sarsılmaz inançla tıkır tıkır iÅŸlerdi. Sadece zekat deÄŸil, fidyeler, fitreler ve sadakalarda düzenli olarak verilirdi. Ve en önemlisi bir "Mahalle teÅŸkilâtı" vardı İstanbul'da. Kimin kurduÄŸu, kimin iÅŸlettiÄŸi belli olmayan, baÅŸkanı, muhasebecisi, veznedarı bilinmeyen bu mahalle teÅŸkilatları, nesillerden nesillere sessiz akan billûr bir nehir gibi hizmetlerine devam ederdi.
​
Bizim o kutsal diyebileceÄŸim mahalle teÅŸkilâtlarının öyle resmi görevlileri yoktu. Yardım edenle, yardım edilenin adları, sanları, boy boy resimleri teÅŸhir edilmezdi. Yalnız ramazanda, bayramlarda deÄŸil, her zaman Ana evleri gözü, yavru evlerin üstünde olurdu. Hastalara, ilaçları, öÄŸrencilere kitapları defterleri, gelinlik kızlara çeyizleri derhal el altından yetiÅŸtirilir, el birliÄŸi ile yeni evlilere her ÅŸeyi tamam, mükemmel bir evceÄŸiz hazırlanıverirdi...
​
Küçük evlerin bayramlıkları da, ramazan ayı içinde büyük evlerde hazırlanır, gizlice bohça bohça yavru evlere gönderilirdi. Bu bohçalar içinde ihtiyar ninelerin baÅŸ örtülerinden, küçük torunların çoraplarına, pabuçlarına kadar bütün iç ve dış giyecekler bulunurdu.
​
​
