top of page

Zekatın Manevi İncelikleri

Gazali'nin İhya'sından ilgili bölümler alınarak oluÅŸturulan Ä°badetlerin Ruhu (TimaÅŸ:2013) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır. (BaÅŸlıklar bize ait)

​

​

​

​

​

​

​

​

​

Yüce Allah, Zekâtı İslâm'ın temellerinden birisi kılmış, mu dinin en büyük niÅŸanesi olan namazın hemen peÅŸinden zikredip ÅŸöyle buyurmuÅŸtur;

"Namazı hakkıyla kılın, Zekâtı verin"(Bakara'2/110)

​

Yüce Allah Zekât konusunda kusurlu davranıp Zekât vermeye yanaÅŸmayan kimseler hakkında ÅŸu âyette çok ağır tehdit ve uyarılarda bulunmaktadır;

"Altın ve gümüÅŸü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayan kimseler var ya, iÅŸte onları acıklı bir azap ile müjdele !"(Tevbe9l54)

​

Ebû Zer el-Gıfârî ÅŸöyle anlatır:

"Hz. Peygamber(sav) Kâbe'nin gölgesinde otururken yanma vardım; beni görünce; 'Kabe’nin Rabbine yemin ederim ki onlar zarar edenlerin tâ kendileridir’ buyurdu. Bunun üzerine ben, 'Onlar kimlerdir Ey Allah’ın Peygamberi!' diye sordum. Åžöyle cevap verdi: Mal biriktirme peÅŸinde koÅŸan kibirli kimseler helak olacaklardır, ancak biriktirdiÄŸi malı her vesileyle çokça tasadduk eden kimseler müstesna. Fakat böyle kimseler de ne kadar azdırlar! (İbn Mace, Zühd)

​

Ahiret yoluna koyulan kimsenin, yerine getireceÄŸi Zekât ibadeti ile ilgili olarak bilmesi ve yerine getirmesi gereken birtakım önemli hususlar söz konusudur. Bunları ÅŸöyle sıralayabiliriz;

​

Zekatın Niçin VerildiÄŸinin Åžuuruna Varılması

Öncelikle Zekât'ın gerekliliÄŸini, anlamını, bu ibadet ile Allah'ın kulları nasıl imtihan ettiÄŸini; bedenle deÄŸil de malî tasarrufla yerine getirildiÄŸi halde neden İslam'ın temel ÅŸartlarından biri olarak farz kılınmış olduÄŸunu anlamalıdır. Bu noktada üç önemli konu vardır:

​

a. Kelime-i Åžehadet getirip Müslüman olmak; insanın tevhid inancına baÄŸlılık sözü vermesi ve Allah'tan baÅŸkasını ma'bûd kabul etmeyeceÄŸine tanıklık etmesi anlamına gelir. Bu sözü vefakâr bir ÅŸekilde yerine getirmiÅŸ olmanın ÅŸartlarından biri de, tevhid ehli mü'minin, yegâne ma'bûd olan Allah'tan gayrı mahbubunun (sevdiÄŸinin) olmamasıdır. Zira muhabbet (sevgi) ortaklık kabul etmez. Bu hususa riâyet etmedikten sonra, sadece dil ile kelime-i tevhidi söylemenin pek faydası olmaz.

Mal insanlar nezdinde sevilen bir ÅŸeydir, çünkü mal onların dünyalık geçimlikleridir. İnsanlar mal-mülk nedeniyle dünyaya ünsiyet besler ve kendilerini sevgiliye kavuÅŸturacak olsa da, ölümden hoÅŸlanmazlar. İşte Zekâtla Allah'ı sevdiklerine dair iddialarının sadakati hususunda imtihan edilmiÅŸ olurlar.

​

Bu nokta anlaşıldıktan sonra, insanların mal harcama konusundaki tutumlarına geçelim. Bu konuda insanlar üçe ayrılırlar;

i.İlk gruptakiler tevhid inancını tasdik eder, verdikleri söze sadık bir ÅŸekilde vefalı davranır, bütün malları¬nı feda eder ve kendileri için tek kuruÅŸ ayırmazlar. Bunlar üzerlerine Zekât farz olacak kadar mal sahibi olmaktan kaçınırlar. Nitekim bu kimselerden birine "iki yüz dirhemin Zekâtı ne kadar olur?" diye sorulduÄŸunda ÅŸöyle cevap vermiÅŸtir; "Åžeriatın bu konuda avam için (herkes için) geçerli olan hükmünü soruyorsan, iki yüz dirhemin Zekâtı beÅŸ dirhemdir, ancak bizim için iki yüz dirhemin Zekâtı, hepsini vermekle ödenir."

​

İşte bu nedenle Hz. Ebubekir (ra) bütün malını, Hz. Ömer(ra) da malının yarısını tasadduk etmiÅŸtir. Hz. Peygamber (sav), malının yansını tasadduk eden Hz. Ömer'e, "Peki ailen için ne ayırdın?" diye sorduÄŸunda, "Tasadduk ettiÄŸim kadarım ayırdım" demiÅŸtir. Aynı soruyu Hz. Ebubekir'e sorduÄŸunda ise ÅŸu cevabı almıştır; "Onlara Allah'ı ve Resûlünü ayırdım."  

​

ii.İkinci gruptaki kimselerin dereceleri, birinci gruptakilerin altındadır. Bunlar ihtiyaç anlarını ve hayır- hasenat zamanlarını gözetir ve böyle durumlarda kullanmak üzere mallarını elde tutarlar. Dolayısıyla bunların mallarını elde tutmalarındaki amaçları, o mallardan istifade etmek deÄŸil, ihtiyaca binaen infak etmek, ihtiyaç fazlasını, ne ÅŸekilde tezahür ettiÄŸine bakmaksızın çeÅŸitli ÅŸekillerde, iyilik yolunda sarf etmektir. Bunlar Zekâtın miktarını eksiltme gibi bir yola baÅŸvurmazlar.

​

Nehaî (Öİ.715), Åža'bî (51.723), A'tâ (öl. 732) ve Mücahid (öl. 722) gibi tabiin âlimleri, malda Zekâtın dışında da hak bulunduÄŸu görüÅŸündedirler. Nitekim kendisine "Malda Zekât dışında hak var mıdır?" ÅŸeklinde sorulduÄŸunda Åža'bî ÅŸöyle demiÅŸtir; "Evet vardır, Yüce Allah’ın, 'malı seviyor olmasına raÄŸmen onu yakınlara... veren(2/177) âyetini duymadın mı?”

​

Bu tabiin âlimleri ayrıca "Onlar kendilerine verdiÄŸimiz rızıktan infak ederler. (Bakan2/3) ve "Size verdiÄŸimiz miktarı infak edin."(Münaflkun'63/10) âyetlerini de delil olarak göstermiÅŸ ve bu âyetlerin Zekât âyetleri ile neshedilmediÄŸini, aksine bu âyetlerde emredilen infakın Müslüman'ın Müslüman'a olan hakkı olarak hâlâ geçerli olduÄŸunu söylemiÅŸlerdir. Bu görüÅŸe göre bu âyetler ÅŸu anlama gelmektedir; varlıklı Müslüman sadece Zekâtını vermiÅŸ olmakla yetinmemeli, nerede ve ne zaman bir muhtaç mü'min görse, onun ihtiyacını gidermelidir.

​

iii.Fıkıhta bu konuda ifade edilen sahih görüÅŸ ÅŸudur: Mü'min kimse dara düÅŸtüÄŸü, ihtiyaçtan dolayı bunaldığı zaman, onun bu ihtiyacını gidermek farz-ı kifayedir, çünkü bir mii'minin göz göre göre periÅŸan olmasına göz yummak caiz olmaz. Fakat bu noktada, varlıklı mü'minin ihtiyaç giderecek kadar malı "borç olarak" verebileceÄŸi, Zekâtını vermiÅŸ olduktan sonra böyle bir durumda malını karşılıksız vermek zorunda olmadığı söylenebileceÄŸi gibi, borç vermesinin caiz olmayacağı, ihtiyacı kadar malı karşılıksız olarak vermesi gerektiÄŸi, çünkü fakir kimseye borç teklif etmenin (borç yükü yüklemenin) caiz olmadığı da söylenebilir. Meselenin bu yönü ihtilaflıdır; ancak böyle bir durumda olan varlıklı kimsenin, ihtiyaç sahibine infak etmek yerine borç vermesi, avam-ı nâsın en alt derecesine inmek demektir ki, bu derecede olanlar, yukarıda saydığımız iki gruptan sonra gelen üçüncü grup kimselerdir. Bu gruptakiler sadece farzları yerine getirmekle yetinirler. Farzlardan herhangi bir ÅŸeyi eksik bırakmadıkları gibi onlara ilave bir ÅŸey de yapmazlar. Bu, en düÅŸük mertebedir. Avam-ı nâsın tamamı, sırf cimriliklerinden, mala olan meyillerinden ve gönüllerindeki ahiret sevgisinin azlığından dolayı böyle davranır, sadece farzlan yerine getirmekle yetinirler.

​

b. İkinci konu, cimrilik vasfından arınmaktır. Zira cimrilik insanı helake sürükleyen ÅŸeylerden biridir. Hz. Peygamber(sav) bu hususta ÅŸöyle buyurmuÅŸtur; "Üç ÅŸey insanı helake sürükler; kendisine itaat edilen cimrilik duygusu, peÅŸinden gidilen hevâ ve kiÅŸinin kendini beÄŸenmesi' (Taberânî) Yüce Allah da bu konuda ÅŸöyle buyurmaktadır; "Kim de nefsinin cimriliÄŸinden sakınırsa, iÅŸte böyleleri kurtuluÅŸa eren kimseler olacaktır." Åžimdilik ÅŸu kadarına deÄŸinelim; cimrilik vasfı, ancak insanın kendisini malını sürekli harcamaya alıştırması ile ortadan kaldırılabilir, çünkü herhangi bir ÅŸeye yönelik sevgi ancak, nefsin ondan ayrı kalmaya zorlanması ve artık ayrılığa alışması ile yok edilebilir. İşte Zekât bu anlamıyla bir "temizlik"tir, yani bu ibadet, insanı helake sürükleyecek olan cimrilik hastalığından temizler.

​

c. Üçüncü konu ise; nimetlere ÅŸükretmektir. Zira Yüce Allah hem insanı yaratarak, yani onu yokluktan varlığa geçirerek ve kendisine tevhid inancını bahÅŸederek nimet vermiÅŸ, hem de ona mal-mülk ihsan ederek nimet vermiÅŸtir. Namaz ve Oruç gibi sadece bedenle ifa edilen "bedenî ibadetler" birinci tür nimetlerin, yani bedenî nimetlerin ÅŸükrü; Zekât ve sadaka gibi sadece mal ile ifa edilen malî ibadetler ise malî nimetlerin ÅŸükrüdür. Yoksul ve muhtaç bir fakiri gördüÄŸü halde ona yardım etmeye, ihtiyacını gidermeye ve böylece Allah'ın bah-ÅŸettiÄŸi zenginliÄŸin ÅŸükrünü eda etmeye yanaÅŸmayan, malının kırkta birini yahut onda birini ona Zekât olarak vermeye nefsi razı gelmeyen kiÅŸiden daha bedbaht kimse var mıdır?

​

Zekatın Veriliş Vakti

Dini bütün bir mü'minin edebine yakışan, Zekâtı, farz olan vakti gelmeden önce aceleyle vermektir. Böylece mii'min, bir an önce fakirleri sevindirmiÅŸ, zamanla ortaya çıkacak engellerin kendisini Zekâttan alıkoymasına mani olmuÅŸ ve İlahî emre itaat konusunda gönülden İstekli olduÄŸunu izhar etmiÅŸ olacaktır. Ayrıca mü'min, Zekâtı geciktirmenin birtakım olumsuzluklara neden olacağını, vaktinde verememek suretiyle kendisini günaha sevk edebileceÄŸini bildiÄŸi için, bir an önce Zekâtını vermek için acele edecektir.

​

Mü'min kul, iç dünyasında kendisini hayra davet eden bir emare gördüÄŸü an derhal bu fırsatı deÄŸerlendirmeli, bunun Rahmân'm kendisine bahÅŸettiÄŸi bir nimet olduÄŸunu bilmelidir.

Zekâtının tamamım vermek için belli bir ay tayin etmeli, bu ayın vakit olarak en faziletli zaman olmasına gayret etmelidir. Böylece bu vaktin fazileti sayesinde Zekâtının sevabı ve Allah'a yakınlığı artar. Bu ay, Allah'ın ayı diye bilinen Muharrem ayı olabilir, çünkü Muharrem ayı hem hicri yılın baÅŸlangıcıdır hem de haram aylardan biridir. Bu ay, Ramazan ayı da olabilir, çünkü rivâyette ifade edildiÄŸi üzere Hz. Peygamber(sav) Ramazan ayı geldiÄŸi zaman diÄŸer aylardaki halinden çok daha cömert olur, ihsanı ve yardımseverliÄŸi adeta rüzgâr gibi olurdu. Bunun sonucunda elinde ne varsa hepsini infak eder, hiçbir ÅŸey bırakmazdı. Ayrıca Ramazan ayında Kadir gecesinin fazileti de vardır ki, o gece Kur'an indirilmiÅŸtir.

​

Yine çok faziletli aylardan bir diÄŸeri de Zilhicce ayıdır. Bu ay hem haram aylardan biridir, hem de içerisinde Arefe günü (Hacc-ı Ekber günü) ve Eyyâm-ı Malumat denilen ilk on gün, Eyyâm-ı Ma'dûdat denilen "teÅŸrik günleri" bulunmaktadır.

​

Zekatın Gizli Verilmesi

Zekât ibadetini gizli yapmaktır. Çünkü Zekât ibadeti gizlice yerine getirildiÄŸi zaman riyâ ve gösteriÅŸten daha uzak olacaktır. Hz. Peygamber (sav) bu hususta ÅŸöyle buyurmuÅŸtur; "En hayırlı sadaka, çok fazla malı olmayan bir kimsenin bir fakire gizlice verdiÄŸi sadakadır"

​

Yine meÅŸhur bir hadiste Hz. Peygamber(sav) ÅŸöyle buyurmaktadır; "Hiçbir gölgenin bulunmadığı mahÅŸer gününde yedi sınıf insanı Allah kendi gölgesinde gölgelendirecektir. Bunlardan biri de, sadaka veren ve saÄŸ eliyle verdiÄŸi sadakayı sol eli bilmeyen kimsedir."

​

Zekât ve sadakayı gizli vermenin faydası; riyâ ve gösteriÅŸten uzaklık, yani ihlâstır. Hz. Peygamber(sav); "Allah yaptığı hayrı baÅŸkasına iÅŸittirmeye ya da göstermeye çalışan kiÅŸinin ve yaptığı hayrı baÅŸa kakan kimsenin hayrını kabul etmez; sadakası hakkında konuÅŸan kimse baÅŸkasının bunu bilmesini ister, insanların ortasında baÅŸkasına sadaka veren kimse riya peÅŸindedir. Sadakayı gizli vermek ve kimseye bundan söz etmemek riyadan ve gösteriÅŸten kurtuluÅŸtur.” buyurmuÅŸtur.

​

Takva ve verâ sahibi bazı zatlar sadakanın gizli verilmesi hususunda daha da ileri gitmiÅŸ ve sadakayı alan kimsenin veren kimseyi bilmemesi gerektiÄŸini söylemiÅŸlerdir. Hatta bu zatlardan kimileri sadakayı gözü görmeyen kimsenin eline verir, kimi fakirin geçeceÄŸi yola ya da oturacağı yere bırakıp onun sadakayı görmesini, fakat kimin verdiÄŸini bilmemesini ister, kimi fakirin uyuduÄŸu esnada sadakayı onun elbisesine iliÅŸtirir, kimi fakire sadakayı bir aracı ile ulaÅŸtırır ve aracı olan kiÅŸiye sadakayı kimin verdiÄŸini kesinlikle hiç kimseye söylememesini tembihlerdi. Bu zatlar böyle yapmakla Yüce Allah'ın gazabını dindirmek ve riyâ, gösteriÅŸ gibi afetlerden sakınmak istemiÅŸlerdir.

​

EÄŸer insanın kendini tamamen gizleyerek sadaka vermesi mümkün deÄŸilse, o zaman en evla olan yol, bir aracı vasıtasıyla sadakayı fakire ulaÅŸtırmaktır, çünkü bu ÅŸekilde sadece riyaya düÅŸme tehlikesi söz konusu olur, oysa sadakayı doÄŸrudan fakire vermek durumunda hem riyâ hem de minnet (baÅŸa kakma) tehlikesi vardır. Yapılan bu hayır iÅŸlerinde bir ÅŸöhret, tanınma, bilinme amacı bulunduÄŸu zaman, amel boÅŸa çıkar. Zira Zekât cimriliÄŸi izale etmek, mal sevgisini azaltmak demektir. Hâlbuki ÅŸan-ÅŸöhret sevgisi insan nefsine mal sevgisinden daha fazla hâkim olur ve bunların her ikisi de insanı ahirette helak olmaya sürükler.  

​

GerektiÄŸinde Zekatı Açıktan Verme

Ahiret yoluna koyulan kimsenin, ifâ edeceÄŸi Zekât ibadeti ile ilgili olarak bilmesi ve yerine getirmesi gereken önemli husus, baÅŸka insanları Zekâta teÅŸvik etme ve onları özendirme, yönlendirme gibi faydaları olacağı zaman Zekât ve sadakayı açıktan vermek, içini riyâdan ve gösteriÅŸten muhafaza etmektir. Yüce Allah ÅŸöyle buyurmaktadır; "Sadakaları açıktan verirseniz bu ne güzeldir!" (2/271) Bu, elbette durumun açıktan vermeyi gerektirdiÄŸi hallerde böyledir. ÖrneÄŸin baÅŸka insanları Zekâta teÅŸvik etmek ve onlara öncülük etmek gerektiÄŸinde ya da fakir kimse baÅŸkalarının huzurunda sadaka istediÄŸinde, riyâdan veya sadakayı açığa vurmaktan çekinip de sadaka vermezlik etmek doÄŸru olmaz.

Bu durumlarda yapılması gereken ÅŸey, sadakayı açıktan vermek ve kalbi mümkün olduÄŸu kadar riyâdan muhafaza etmeye çalışmaktır. Çünkü sadakayı açıktan vermenin riyâ ve minnetten baÅŸka, üçüncü bir mahzuru daha vardır ki o da, fakirin teÅŸhir edilmesidir. Çünkü fakir kimse belki muhtaç halde olduÄŸunun bilinmesini istemiyordur.

​

Yüce Allah da, "Onlar kendilerine verdiÄŸimiz rızıktan gizli ve açık infak ederler" buyurarak, gizli sadaka vermeye olduÄŸu gibi, baÅŸkalarını sadakaya teÅŸvik ÅŸeklinde birçok faydası nedeniyle aleni sadaka vermeye de teÅŸvik etmiÅŸtir. O halde mü'min kul bu faydayı ve muhtemel mahzurları titizlikle düÅŸünmeli ve her birini hesaba katmalıdır, çünkü bu, kiÅŸiden kiÅŸiye ve durumdan duruma deÄŸiÅŸebilir. Bazı durumlarda ve bazı kiÅŸiler için sadakayı açıkça vermek daha faziletli olabilir.

​

BaÅŸa Kakmama

Ahiret yoluna koyulan kimsenin, ifâ edeceÄŸi Zekât ibadeti ile ilgili olarak bilmesi ve dikkat etmesi gereken önemli husus, sadakayı baÅŸa kakarak ve eziyete dönüÅŸtürerek ifsat etme meselesidir. Yüce Allah, "Sadakalarınızı baÅŸa kakma ve eziyet etme suretiyle boÅŸa çıkarmayın" (Bakara 2/264) buyurmaktadır.

​

"BaÅŸa kakma" ve "eziyet"in hakikati hususunda ihtilaf edilmiÅŸtir. Kimileri baÅŸa kakmanın sadakayı zikretmek, verilen sadakadan söz etmek, eziyetin ise sadakayı açıkça vermek, açığa vurmak olduÄŸunu söylemiÅŸlerdir. Süfyan-ı Sevrî (öl. 778) "BaÅŸa kakan/ minnet eden kimse, sadakasını ifsat etmiÅŸ, boÅŸa çıkarmış olur" demiÅŸtir. "Peki, baÅŸa kakma nasıl olur?" diye sorulduÄŸunda ise, "KiÅŸinin sadakasından söz etmesi, onun hakkında konuÅŸması ile olur" demiÅŸtir. Bir baÅŸka görüÅŸe göre ise baÅŸa kakma, verilen sadaka karşılığında hizmet beklemek; eziyet ise fakiri ayıplamaktır. Yine bir baÅŸka görüÅŸe göre baÅŸa kakma, verdiÄŸi sadakadan dolayı fakire büyüklük taslamak, kibirli davranmak; eziyet ise onu istemesinden dolayı azarlamaktır.

​

Hz. Peygamber(sav), "Allah minnet eden (baÅŸa kakar:) kimsenin sadakasını kabul etmez"(Müslim) buyurmuÅŸtur.

​

Buna göre baÅŸa kakmanın bir sebebi, birçok da sonucu vardır. BaÅŸa kakmanın aslı, sadaka veren kimsenin kendisini fakire ihsan eden, ona nimet veren kiÅŸi olarak görmesidir. Hâlbuki bu kiÅŸi tam tersini düÅŸünmeli, fakiri kendisine ihsan eden olarak görmelidir, çünkü fakir; Allah hakkı olan ve kendisini cimrilik ve benzeri kötü ahlakî huylardan temizleyecek ve cehennem ateÅŸinden kurtaracak olan Zekâtı veya sadakayı almakta, böylece kendisine ihsan etmektedir. EÄŸer fakir bu sadakayı kabul etmeyecek olsaydı, varlıklı kimse borçlu durumda kalacaktı. O halde varlıklı kimse fakire her zaman minnet duymalıdır. Çünkü fakir sadakayı kabul etmek sûretiyle ondan Allah hakkını almış, elini Allah adına uzatmış olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber(sav); "Sadaka fakirin elinden önce Yüce Allah'ın eline geçer" (Taberânî) buyurmuÅŸtur. O halde sadaka, Allah'ın hakkının verilmesi olarak düÅŸünülmeli, fakirin de, Allah'a verilmiÅŸ olan bu maldan ve bizzat Allah'tan rızkını aldığı düÅŸünülmelidir.

​

İnsan bu hususta cahil olduÄŸu ve kendisini fakire ihsan eden, iyilik eden konumunda gördüÄŸü zaman, bu düÅŸünceden baÅŸa kakma, sadakayı açığa vurma, ondan söz etme ya da fakirin kendisine teÅŸekkür etmesini, dua etmesini, hizmet etmesini, iÅŸlerini yapmasını, ta'zimde bulunmasını, kendisine tâbi olmasını, yer vermesini beklemek gibi durumlar hâsıl olmaktadır. İşte bunların tümü, baÅŸa kakmanın sonuçlarıdır. Eziyet ise zahir itibariyle fakiri ayıplamak, kötülemek, azarlamak, ona somurtmak, fakirliÄŸini teÅŸhir etmek ve daha baÅŸka ÅŸekillerde onu hafife almaktır. Bâtınî manası, yani aslı, kökü ise iki ÅŸeydir; birincisi, malının verdiÄŸi takdirde eksileceÄŸini zannetmesi ve bunu çok ağır bulduÄŸu için de fakire zorluk çıkarması, İkincisi ise kendisini fakirden daha hayırlı görmesi, fakiri sırf fakir olduÄŸu için daha deÄŸersiz görmesidir. Bu iki düÅŸüncenin kaynağı da cehalettir.

​

Malı verirken hoÅŸnutsuzluk göstermek tam bir ahmaklıktır; çünkü bunu yapan kiÅŸi, bin dirhem kazanacağı yere bir dirhem harcamaktan hoÅŸnut olmamaktadır. BilindiÄŸi gibi insan, Allah'ın rızasını kazanmak ve ahiret diyarında ilahi sevaba nail olmak amacıyla Zekât ve sadaka verir ki bunlar, onun verdiÄŸi maldan çok daha deÄŸerlidir.

​

İkincisi, yani kiÅŸinin kendisini fakirden daha hayırlı görmesi de cehalettir, çünkü böyle yapan kimse aslında fakirliÄŸin zenginlikten üstün olduÄŸunu ve zenginlerin içinde bulundukları tehlikeyi bilecek olsa, fakiri hor ve hakir görmez, aksine onu ta'zim eder ve onun derecesine sahip olmayı temenni ederdi. Nitekim zenginlerin salih olanları bile, fakirlerden ancak beÅŸ yüzyıl sonra cennete girebileceklerdir.  Bu sebeple Hz. Peygamber(sav) ÅŸöyle buyurmuÅŸtur; "Kabe’nin Rabbine yemin ederim ki onlar zarar edenlerin tâ kendileridir." Bunun üzerine Ebu Zerr, "Onlar kimlerdir Ey Allah'ın peygamberi!" diye sorunca da "Mal biriktirme peÅŸinde koÅŸanlardır..." diye cevap vermiÅŸtir. 

​

VerdiÄŸini Gözünde Büyütmeme

Zekâtı veren kimsenin, verdiÄŸini az görmesidir; çünkü verdiÄŸini büyük gördüÄŸü takdirde, kendini beÄŸenmiÅŸlik (ucb) hastalığına düÅŸmüÅŸ olur ki bu hastalık, insanı helake sürükleyen ÅŸeylerden olup amelleri boÅŸa çıkarır.

​

Denir ki; "İbadet ve itaat küçük görüldükçe Allah nezdinde büyür, günah ise büyük görüldükçe Allah nezdinde küçülür."

​

Yine denildiÄŸine göre, güzel ve hayırlı iÅŸler ancak ÅŸu üç ÅŸeyle tamamlanır: Yapılan hayrın küçümsenmesi, yapılmasında acele edilmesi ve gizlice yapılması.

​

İnsanın kendini beÄŸenmesi ve yaptığı hayrı çok görmesi, bütün ibadetlere musallat olabilecek bir hastalıktır ve bunun çaresi de ilim ve ameldir.

​

"İlim"in çare olması ÅŸöyle olur; "Zekât veya sadakayı veren kimse, verdiÄŸi onda bir veya kırkta birlik miktarın, malın tamamına nispetle az olduÄŸunu düÅŸünmelidir. VerdiÄŸi miktar, kendisi için yaptığı harcamanın en düÅŸük miktarıdır. Bu açıdan bakıldığında, Zekât veya sadaka veren kimse, verdiÄŸinin azlığından utanmalıdır. Peki hal böyle iken nasıl olur da insan verdiÄŸi sadakayı çok görebilir?!

Diyelim ki bir kimse malının tamamını veya büyük bölümünü Zekât veya sadaka olarak vermiÅŸ olsun; bu durumda bile, bu malın kendisine nereden geldiÄŸini düÅŸünmeli ve malı nereye sarf ettiÄŸini hatırlamalı, böylece verdiÄŸini çok görmemelidir. Zira böyle düÅŸündüÄŸünde görecektir ki; mal Allah'ındır, dolayısıyla bu malı kendisine verdiÄŸi ve kendi emri doÄŸrultusunda sarf etmeye muvaffak kıldığı için minnet etmek, sadece Allah'a mahsustur. O halde Allah'ın hakkı olan malı yine O'nun yolunda harcayan kimse neden yaptığı bu harcamayı çok görür ki?! Ayrıca kul bu Zekât veya sadakayı ahiret mükafatını elde etmek için harcadığına göre, karşılığında daha büyük sevaplar beklediÄŸi bu harcamayı niye büyük görür ki?

​

Amelin bu hastalığa çare olması da ÅŸöyledir; Zekât veya sadaka veren kimse, malının geri kalanını vermediÄŸi, o malı Allah'tan sakındığı için utanmalı, bu hal içinde vermelidir. Kendisine verilen emanet geri istendiÄŸinde onun tamamını deÄŸil de ancak bir kısmını verebilen kimse gibi boynu büyük ve mahcup bir ÅŸekilde Zekât ve sadaka vermelidir. Çünkü sahip olduÄŸu malın tamamı Allah'a aittir ve Allah nezdinde daha güzel ve sevimli olan davranış, malın tamamını infak etmektir. Ne var ki insan cimri olduÄŸu için bütün malını vermesi, kendisine zor gelir. Bu yüzden Allah ona malının tamamını vermeyi emretmemiÅŸtir.

​

VerdiÄŸinin En İyisinden Seçerek Vermek

Malın en iyisinin, en kıymetli ve en güzelini seçerek vermesidir. Çünkü Allah mutlak/mahza iyidir, ancak iyiyi kabul eder. EÄŸer kiÅŸinin verdiÄŸi Zekât veya sadaka malında ÅŸüphesi varsa, yani o mal dini ölçülere göre onun meÅŸru mülkü deÄŸilse, o zanıan, zekat veya sadaka yerini bulmuÅŸ olamaz. Nitekim Eban b. Ebî AyyaÅŸ ın Enes b. Mâlik'den rivayet ettiÄŸi bir hadîste ÅŸöyle denilmektedir: "Helâl kazandığı maldan infâk eden kula, cennet vardır!"

​

EÄŸer Zekât için ayırdığı mal, iyisinden deÄŸilse, o zaman yaptığı ÅŸey edep dışı bir davranış olur, çünkü bu takdirde kendisine ve aile efradına malın iyisini saklıyor ve Allah'tan baÅŸka kimseleri Allah'a tercih etmiÅŸ oluyor demektir. Aynı ÅŸeyi eve gelen bir misafire yapıp evdeki basit ve kötü yemekleri ona getirse, misafiri buna çok bozulacak ve kızacaktır. EÄŸer Zekâtı Allah için verdiÄŸini düÅŸünüyorsa, bu yaptığı uygun deÄŸildir. DiÄŸer taraftan eÄŸer kendini ve kazanacağı sevabı düÅŸünüyor ve Zekâtı bunun için veriyorsa, o zaman yaptığı ÅŸey yine akıllıca sayılmaz. Zira insanın sahip olduÄŸu mal iki kısımdır; biri sadaka verilmek suretiyle ebedi sevaba dönüÅŸtürülen kısımdır, diÄŸeri ise baÅŸka ÅŸekilde harcanan ve fani bir mal olarak yok olup giden kısımdır. Dünyada yiyip bitirdiÄŸi mal, sadece dünyalık ihtiyaçlarını karşılayacaktır; oysa sadece dünyaya bakıp ahireti ihmal etmek akıllı bir insanın yapacağı ÅŸey deÄŸildir.

​

Bu konuda Yüce Allah ÅŸöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkar-dığımız ürünlerin helâl olanlarından ve iyisinden Allah yolunda harcayın. Kendinizin ancak göz yumarak alabileceÄŸiniz düÅŸük ÅŸeyleri sadaka vermeye kalkışmayın.”

​

Yani size verildiÄŸi takdirde istemeyerek ve verenden utanarak alabileceÄŸiniz bayağı ÅŸeyleri vermeye kalkışmayın ve böylece Rabbinizi basit faydalara deÄŸiÅŸtirmeyin.

​

bottom of page