top of page

Oruç, Mustafa Kutlu

Adem Çevik'in Edebiyatımızda Ramazan (Sütun Yayınları: 2006) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

​

​

​

​

​

​

​

​

Fırından çıkan sıcak pidelerin buÄŸusu kavrulmuÅŸ susam kokusuna karışıyor. Hangi mevsimde olursak olalım marulun, kıvırcık salatanın bir deste maydanozun yeÅŸilinden fışkıran dirilik ve ferahlık içimize yayılıyor. Dedeler ceplerinde ÅŸekerlemeler ile torunlarını kucaklıyorlar. AkÅŸamın pembe lacivert tülü büyük bir sükûnet ile insanların, bütün dünyanın üzerine iniyor. Melekler saf saf iniyorlar. Cennet kapıları açılıyor. Rahmet ve merhamet ve bereket her yandan kuÅŸatıyor bizi.

​

Ä°nsanlar birbirlerine sevgi ile bakıyorlar. Zenginler zenginliklerinden soyunuyor, yoksulların yoksulluÄŸu kayboluyor. Kalbimizin paslı kilidi açılıyor. Bize selâm veren bir kiÅŸiyi kardeÅŸ biliyoruz. Kimse sesini sertleÅŸtirmiyor. Yüzlerde nur, gönüllerde karşı konulmaz bir incelik, bir rikkat.

​

Açlık bizi doyuruyor. En çok kıymet verdiÄŸimiz ÅŸeyleri baÅŸkaları ile paylaÅŸmaktan sonsuz bir haz duyuyoruz. Bize yük olan her unsur, her tasa, her ihtiras tasını tarağını toplayıp savuÅŸuyor. Kapımız ve soframız açık. Derdimizi ve sevincimizi söylemekten hoÅŸnuduz.

​

Sabır bizi coÅŸturuyor. Kalbin ırmakları doludizgin. Merhamet saÄŸanak gibi boÅŸalıyor. Hizmetten, hürmetten, ibadetten yeryüzünde oluÅŸumuzun derinliklerinden, sebeplerden ve sonuçlardan geçiyoruz. Bir imtihan içinden yüz akı ile çıkıyoruz. Ä°çimizde kumlan kürsü bizi hesaba çekiyor. AÄŸlıyor ve tövbe ediyoruz. Tövbe suları sonsuz çaÄŸlayanların şırıltısını, aydınlığını, engin ufukların parıltısını taşıyıp duruyor iÅŸte. Bu taşı bu yoldan niçin kaldırmadım ben, bu çiçeÄŸe bu hafta niçin su vermedim ben, ÅŸu çocuÄŸun yanağına bir öpücük niçin kondurmadım ben, komÅŸumun kapısını bir kez olsun çalmadım mı ben, alınım secdeye bir kez olsun koymadım mı ben?

​

Derken ben. Benlikten sıyrılıyor.

​

Benlikten sıyrılırken, çiçek açmış badem dalının, kelebek kanadının, su sesinin ve yıldız parıltısının, dostun ve akrabanın, ayak bastığımız toprağın, buÄŸdayın ve zencefilin, yani akÅŸam ezanı ile yeryüzüne yaÄŸmur gibi dökülen var oluÅŸun sırlanın fark ediyor.

​

Bizi bu menzile eriÅŸtiren kılavuza binlerce teÅŸekkür. Bize bu basireti bağışlayan güce sonsuz secde.

Bu sırada çocuk sıcak pidenin buÄŸusuna sarılmış olarak gülümsüyor. Baba iÅŸinden dönüyor, eve yaklaÅŸtıkça göÄŸsünde bir geniÅŸlik. Anne yeÅŸil salatanın üzerine birkaç zeytin bırakıyor.

​

Paydos.

Ses kesiliyor. Rüzgâr duruyor. GüneÅŸ daÄŸların ardına çekiliyor. Kuzeyde bir yıldız göz kırpıyor. Nefesimizi tutuyoruz. KuÅŸlar kanatlarını kapatıyorlar. Çekiç örsün kenarında bekliyor. Dalgalar diniyor.

​

Sükût... Sükût...

​

Ve ağızlan misk gibi kokanlar ve o gün insanlara gülden ağır bir söz söylememiÅŸ olanlar ve o gün almayı deÄŸil hep vermeyi düÅŸünenler ve o gün “Sabredenlere hesapsız ecirler verilecektir” müjdesi ile müjdelenmiÅŸ olanlar meleklerle birlikte iftar sofrasına oturuyorlar.

​

Allah’ım, ÅŸükürler olsun oruçluyuz...

​

bottom of page