top of page

Hz. Peygamber’in Tecrübesiyle Vahiy

 

Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere nasıl vahiy indirdiysek, sana da öylece vahiy indirdik... İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, Yakub’un nesline, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettiğimiz ve Davud’a da Zebur’u verdiğimiz gibi. (Nisa 163)

 

Hz. Peygamber’e İlk Vahiy Nasıl Geldi?

Hz. Muhammed (sav), kırk yaşına ulaşmıştı. Hiç bir rüya görmüyordu ki, aynısı çıkmasın. Bu hal altı ay kadar devam etti. O günlerde yaşadıkları dolayısıyla duyduğu endişeyi eşi Hatice’ye şu şekilde anlatıyordu:

  • Tek başıma kaldığım zamanlar beni “Ey Muhammed! Ey Muhammed!” diye çağıran bir ses duyuyorum. Tamamen uyanık bulunuyorken bir ışık görüyorum. Vallahi gelecek hakkında haber verdiğini söyleyen kâhinler kadar hiçbir şeyden nefret etmedim. Acaba ben de mi onlardan oldum? Bana seslenen bir şeytan olmasın?

 

Sonra kendisine yalnızlık sevdirildi. Mekke’den uzaklaşıyor, çevredeki dağlara dalıp gidiyordu. Özellikle Hira dağındaki bir mağarayı kendisine yer edinmişti. Yanına azık alır, günlerce yalnız başına bu mağarada kalırdı.

 

Ramazan ayının 17. gecesiydi. Yine Hira dağındaki mağaraya çekilmişti. Cebrail adlı melek, insan suretine girmiş olduğu halde kendisine göründü.

  • Oku!

  • Ben okuma bilmem!

 

Melek, Muhammed'i (sav) tutup nefesi kesilinceye kadar sıktı ve sonra bıraktı:

  • Oku!

  • Ben okuma bilmem!

 

Melek, üçüncü kere sıkıp bıraktıktan sonra Kur’an’ın ilk ayetlerini iletti:

Yaratan Rabbinin ismiyle oku!
O Rabbin ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
O, insana kalemle yazı yazmayı öğretendir.
O, insana bilmediklerini öğretti.
Alak 1-5

 

  • Sanki kelimeler kalbime kazınmış gibiydi. Mağaradan çıktım.

 

Yüreği titreyerek evine döndü. Korkusu ve titremesi geçinceye kadar vücudunu sarıp örttüler. Sonra olanları eşi Hatice’ye anlattı. Hatice, eşini teselli etti:

  • Vallahi, Allah Seni hiç bir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabanı görüp gözetirsin. Yoksulları doyurur, misafirleri ağırlarsın. Zor durumlarında insanlara yardım edersin!

 

Sonra, Hz.Peygamberi, amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’in yanına götürdü. Varaka, Hristiyanlığa girmiş, Arapça yazmayı ve okumayı bilen bir kimseydi. Çok yaşlanmış, gözleri de görmez olmuştu. Hz.Peygamber, başından geçenleri ona da anlattı. Varaka duyduklarından çok heyecanlandı:

  • Senin bu gördüğün, Allah tarafından Musa’ya (as) indirilmiş olan melektir. Keşke kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman ben de sağ ve dinç olsaydım.

  • Onlar beni çıkaracaklar mı?

  • Evet çıkaracaklardır. Çünkü, senin gibi bir şey getirmiş olan hiç kimse yoktur ki, düşmanlığa ve işkenceye uğramasın. Eğer senin davet günlerine yetişirsem, elimden geldiğince yardım ederim.

 

Fakat Varaka o günlere yetişemeyecekti.

 

İlk olarak belirtmek gerekir ki Hz. Peygamber kendisine ilk âyetler Cebrâil tarafından okunmadan önce vahye muhatap olacağına dair herhangi bir öngörüye sahip değildir. Bu durum Kur’an’da şu âyetle ifade edilmiştir. [i]

“Sen bu kitabın sana verileceğini ummuyordun” (Kasas 28/86).

 

Bu sebeple Hz.Peygamber ilk vahiy tecrübesinden sonra yaşadığı olağanüstü olaydan son derece etkilenmiş; muhtemelen başına gelenin ne olduğunu tam idrak edememiş, hatta ciddî bir endişeye kapılmıştır. Onun heyecan, korku ve titreme içinde evine döndüğüne dair rivâyetler yaşadığı muazzam olayın etkisinin bedenindeki yansımaları olarak değerlendirilebilir. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Peygamber, Hıra mağarasında Cebrâil’in kendisine Alak sûresinin ‘oku’ ile başlayan ilk beş âyetlerini vahyetmesi- nin akabinde, Allah’ın elçisi olarak seçildiğinden tam emin olamamıştır. Hz. Hatice’nin tarihe kaydolan, güven verici ifadelerle Peygamber'i teskin etme çabası onun böyle bir psikoloji içinde olduğuna işaret etmektedir. [ii]

 

Zaten Allah'tan gelen 'oku' emriyle Hz. Muhammed Allah'ın elçilik görevine seçilmiş olsa da henüz davet ile görevlendirilmemiştir. Hatta ilk âyetler ile Peygamberi davet görevine hazırlamanın da hedeflendiği söylenebilir. Nüzul sırası olarak Kalem, Müzemmil ve Müdessir sûrelerinin ilk kısımlarının arka arkaya vahyolunduğu görüşü de bu düşünceyi desteklemektedir. Nitekim bunların hiç birinde davete dair bir emir bulunmamakta; Peygamber’e hitap edilerek onun Rabbinin nimetiyle mecnûn olmadığı, ona kesintisiz bir ecrin verileceği ve büyük bir ahlak üzere bulunduğu bildirilmekte; (Kalem 68/2-4) ona ağır bir söz yükleneceği vurgulanarak gece ibadet etmesi emredilmektedir (Müzemmil 73/1-6). Hem onun mecnûn olmadığı vurgusu hem de gece ibadeti emri manevî açıdan güçlenmesini sağlamak ve yükleneceği davet görevi için, Peygamber’i hazırlamak olarak düşünülebilir. Muhtemelen böyle bir hazırlık aşamasından sonra “kalk ve uyar" emriyle (Müzemmil 72/1) kendisine gelen hakikati insanlara duyurması istenmiştir. [iii]

 

Vahyin Kesintiye Uğraması
Vahyin ilk gelişinden sonra uzun bir süre başka vahiy gelmedi. Sonra bir gün yine kendisine seslenildiğini duydu. Hz. Peygamber yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

Bir gün yoldan geçiyordum. Birden gökten bir ses geldiğini duydum. Başımı kaldırıp yukarı baktığımda Hira mağarasında bana gelen meleğin gök ile yer arasını dolduran bir makama oturduğunu gördüm.

  • Ey Muhammed! Sen Allah’ın peygamberisin, ben de Cebrail’im.

 

diyordu. Ona bakmaya başladım. Ne ileriye, ne de geriye doğru hareket edemiyordum. Yüzümü nereye çevirsem, onu aynı şekilde görüyordum. Ona bakakalmıştım. Nihayet Hatice, beni bulmaları için adamlar göndermiş. Dağın tepesine çıkan adamlar geri dönerlerken beni durduğum yerde buldular. Melek de gidip görünmez oldu.

 

Dehşet ve korkuya kapılmıştım. Eve gidip “beni örtün, beni örtün!” dedim. Evdekiler dediğimi yapıp beni bir örtüye sardılar. O sırada Müdessir suresinin ayetleri indirildi. Ve ondan sonra da vahiyler sürekli gelmeye başladı.

Ey örtüsüne bürünen!
Kalk, uyar.
Rabbini büyük tanı.
Elbiseni temiz tut.
Günahlardan sakın
Yaptığın iyiliği çok görüp başa kakma.
Rabbin için sabret.
Sura üfürüldüğü gün,
İşte o gün zorlu bir gündür.
Kafirler içinse hiç kolay değildir.
(Müddessir 1-10)

 

Hz. Peygamber Vahyin Gelişini Nasıl Anlatıyor

Hz. Peygamber, kendisine vahyin gelişini şu şekilde anlatıyor:

  • Vahiy bazen bana çan sesi şeklinde gelir ki, bu vahyin en ağır şeklidir. Vücuduma bir ağırlık çöker ama meleğin getirdiği sözleri hafızama yerleştiririm. Bazen de melek benimle konuşmak için bir insan suretine bürünerek yanıma gelir ve söylediklerini anlarım.

 

Haris bin Hişam, Hz. Peygambere sordu:

  • Sana vahiy nasıl gelir?

  • Bazı kereler melek benim için insan suretine girer, benimle konuşur, ben de onun söylediklerini iyice anlarım. Bu bana vahyin en kolay gelenidir... Gördüğüm insanlardan ona en çok benzeyeni Dıhye’dir.

 

Sahabenin Vahyin Gelişi İle İlgili Gözlemleri

Sahabeden pek çok kimse vahyin gelişi ile ilgili olaylara şahid olmuş ve rivayetlerde bulunmuştur. İşte onlardan bir kaçı...

Zeyd bin Sabit’e göre, gelen vahyin ağırlığı, inen surenin ağırlığı ile orantılı olurdu. İnen vahiy müjde içerir mahiyette ise, Cebrail (as) insan suretinde gelir ve vahiy Hz. Peygambere güçlük vermezdi. Ama inen vahiy ceza ve korkutma içeriyorsa, dehşet saçan bir çan ve çıngırak uğultusu ile uğuldayarak gelirdi.

 

Veda hutbesini okurken Maide suresinin 3.ayeti indirildi. Bu sırada Hz. Peygamber, Adba adlı devesinin üzerinde bulunuyordu. Vahyin ağırlığından devenin bacakları kırılacak hale geldi. İndirilen ayet şuydu:

Bugün dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim. (Maide 3)

 

Hz.Aişe der ki:

  • Çok şiddetli soğuğun olduğu bir günde, meleğin Resulullah’a geldiğini gördüm. Vücudu yere çöktü ve alnından terler damladı.

 

Hz.Ömer:

  • Rasulullah’a vahiy indirilirken, baş ucunda arı uğultusuna benzer bir ses işitilirdi.

 

Yine Zeyd bin Sabit anlatıyor:

Rasulullah’ın yanında oturuyordum. Derken vahiy durgunluğu belirdi. Dizi dizimin üzerine düştü. Vallahi, Rasulullah’ın dizinden daha ağır basan bir şeye rastlamamıştım. Sonra üzerinden vahiy hali sıyrılınca, “Yaz ey Zeyd!” buyurdu. Hemen kürek kemiği üzerine yazmaya başladım.

Müminlerden evlerinde oturanlar ile, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah mallarıyla, canlarıyla savaşanları, derece itibariyle cihaddan geri kalanlardan çok üstün kıldı. Gerçi Allah, hepsine de Cenneti vaad etmiştir. Ancak mücahidlere, oturanların üzerinde çok büyük bir ecir vermiştir. (Nisa 95)

 

İbni Ümmü Mektum, mücahidlerin faziletini işitince ayağa kalktı. Kendisi göremiyordu:

  • Ya Rasulallah! Müminlerden cihada gücü yetmeyen kimse nasıl cihad edecek? Ben göremiyorum! Eğer gücüm yetse muhakkak ben de savaşırdım.

 

İbni Ümmü Mektum sözünü bitirmemişti ki, Rasulullah’ı vahiy durgunluğu tekrar bürüdü. Dizi benim dizimin üzerine tekrar düştü. Bu sefer dizinin ağırlığı öncekinden daha fazlaydı. Neredeyse dizim ezilecek sandım. “Bu ayağımın üzerine artık hiç yürüyemem” diye düşündüm. Sonra vahiy hali Rasulullah’ın üzerinden sıyrıldı. Allah(c.c), “zarar görenler dışında” diye bir istisna indirdi. Rasulullah, “Oku Zeyd!” buyurdu. Önce yazmış olduklarımı okudum. “Yaz, ‘Zarar görenler dışında” buyurdu. Allah’a yemin ederim ki, bir ve tek olan Allah’ın indirip de, kemiğin üzerine eklemiş bulunduğum o istisnaya hala bakıyor ve görüyor gibiyim.

 

Sahabeden pek çoğu da Cebrail (as)’ı insan şekliyle görmüşlerdir.

Hz.Aişe der ki:

Odamda oturduğum sırada Rasulullah, birden sıçrayıp dışarı çıktı. Bakınca yanında bir adam bulunduğunu gördüm ki, kadana atının üzerinde duruyordu. Başına beyaz sarık sarmıştı ve sarığının bir ucunu, iki omzunun arasına sarkıtmıştı. Rasulullah ise elini onun atının yelesinin bittiği yere koymuştu. İçeri girince:

  • Ya Resulallah! Birden bire sıçradın, beni korkuttun. Sana gizli bir şey fısıldadığını gördüğüm kişi kimdi?

  • Sen onu gördün mü?

  • Evet, gördüm!

  • Sen onu kime benzettin?

  • Dıhyet’ül Kelbi’ye benzettim.

  • Sen çok hayır görmüşsün. O Cebrail’di.

 

Hicret’in onuncu yılında, gerçekleşen olayı da Hz.Ömer şöyle anlatıyor:

Bir gün biz Allah Resulünün (s.a.v) yanında otururken, bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı, üzerinde yolculuk eseri görülmeyen, içimizden hiç kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamberin (s.a.v) yanında, dizini dizlerine dayayarak oturup avuçlarını dizinin üzerine koydu ve sordu:

  • Ey Muhammed! Bana İslam hakkında bilgi ver!

  • İslam, Allah’tan başka hiçbir ilah bulunmadığına, Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna şahitlik etmen, namaz kılman, zekat vermen, Ramazan orucunu tutman, gücün yettiği takdirde Kabe’yi tavaf etmendir.

  • Doğru söyledin!

 

Adamın söylediklerine hayret ettik. Adam hem soruyor, hem de tasdik ediyordu. Yine sordu:

  • İmanın ne olduğunu bildir!

  • İman Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Ahiret gününe inanman, kadere iyisiyle kötüsüyle iman etmendir.

  • Doğru söyledin!

  • Bana ihsanın ne olduğunu bildir!

  • İhsan, Allah’a sanki Onu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Zira sen onu görmesen de O seni muhakkak görür.

  • Bana kıyametin ne zaman kopacağını bildir!

  • Sorulan kişi,(bu hususta) sorandan daha bilgili değildir.

  • Öyleyse alametlerinden bana haber ver!

  • Cariyenin kendi sahibesini doğurması ile yalın ayak ve çıplak koyun çobanlarının bina yapmakta yarıştıklarını görmendir.

 

Sonra (adam) çekip gitti. Biraz bekledim, sonra Resulullah buyurdu ki:

  • Ey Ömer, o soru soran kimdir, bilir misin?

  • Allah ve O’nun Resulü daha iyi bilir.

  • Cebrail’di. Dininizi öğretmek için size gelmişti.

 

 

Dipnotlar

- Örnekler Asım Köksal'ın İslam Tarihi adlı kitabından alınmıştır

[i] İslam İnanç Esasları. Şaban Ali Düzgün... Grafiker:2013

[ii] İslam İnanç Esasları. Şaban Ali Düzgün... Grafiker:2013

[iii] İslam İnanç Esasları. Şaban Ali Düzgün... Grafiker:2013

bottom of page