Arayan İnsan
İslam'a Giriş
Temel Kavramlar
Şeyh
Şeyh Arapça'da ihtiyar demektir, tarikat ıstılahında ise, tarikata giren kimseleri, o tarikatın seyrü sülük esaslarına göre yetiştirme, onları denetleme yetkisine sahip olan şahsiyettir. Şeyhe mürşid de denir. Yesevîlerde "ata", şeyh ve mürşid anlamında da kullanılır. [1]
Seyrü sülûkünü tamamlayarak "vuslat'a eren herkes velîdir. Ancak, şeyh ve mürşid olmak için velî olmak yetmez. Meselâ meczûb da velîdir, fakat mürşid olamaz. Buna göre, her mürşid veya şeyh velîdir, fakat her velî mürşid değildir. [2]
Şu halde, şeyhlik son derece önemli bir görev olup, kendini şeyh olarak ortaya atan herkes şeyh değildir. Şeyhte bulunması gereken pek çok vasıf zikredilir. Genel olarak bir kimsenin şeyh olabilmesi için şu özelliklere mutlaka sahip olması gerekir: [3]
-
İlim, irfan ve manevi zevk sahib olmak.
-
Şer'î ilimleri, yani İslâm'ı çok iyi bilmek.
-
Belli bir tarikatın usûlüne göre seyrü sülûkünü tamamlamış ve irşadla vazifeli kılınmış olmak.
-
Kötü ahlâklardan arınmış, iyi ahlâklarla donanmış, şefkat ve himmeti yüce olmak.
-
Mürid yetiştirmeye, yani insanları terbiye etmeye kabiliyetli olmak.
-
Dinî vazifeleri yerine getirmekte titiz ve ciddi olmak.
Pîr
Pîr, tarîkatlarda, tarikatın kurucusu olan mutasavvıfa denir. Meselâ Nakşbendiyye'nin pîri Bahâuddîn Nakşbend, Kâdiriyye'nin pîri de Abdülkâdir-i Geylânî'dir. [4]
Halife
Birinin yerine geçen, arkasından gelen, vekil olan kişi anlamına gelen halife; tasavvufî ıstılah olarak, şeyhin müritlerinin yetişkinleri arasında, kendisi gibi mürşid-i kâmil olmaya ve insan yetiştirmeye manevî yetenek kazananları, irşad ile görevlendirdiği kişiye denmektedir.[5]
İcâzetname (Hilafetname)
Tarîkat şeyhleri ve tasavvuf mensupları, zaman içerisinde liyâkatı olmayan ve seyr ü sülûk görmemiş nâ-ehil insanların şeyhlik iddiasına kalkışmalarını önlemek için, bir de icâzet zorunluluğu getirdiler. İcâzet, şeyhlerin mürid yetiştirmek üzere ehliyetini ispatlamış ve seyr ü sülûkunu tamamlamış olan mensuplarına verdikleri yazılı veya şifahî izindir. Eğer verilen izin yazılı belgeyle kayıt altına alınmışsa, o belgeye “İcâzetnâme” adı verilir. [6]
Tasavvuf tarihinde ilk devirlerde böyle bir belge olmamakla beraber, sonradan müteşyyihlerin (şeyhlik taslayan) çoğalmasına karşı bir önlem olarak ortaya çıkmıştır. Bu belgeye bazen icâzetnâme de denilirdi ki, ilmiye sınıfının verdiği icâzetnâmeden farkını göstermek amacıyla “hilâfetnâme” adı kullanılmaktadır. Mezkûr belge sınırsız yetkiler için verildiği gibi, bazen sadece zikir telkin etme veya rüya tabir etme gibi görevler için de verilebilir. [7]
İcâzet de, aynı silsile gibi tarîkatların tarih içinde kendi otokontrolunu yapmasına yardımcı olmuştur. [8]
Silsile
Zincir anlamındaki silsile, tasavvufta, zincir halkası şeklinde kopukluk olmaksızın Hz. Peygamber'den itibarın müteselsilen gelen şeyhler demektir. Tarikatlarda Hz. Peygamber'in sahip olduğu ve Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir ve ashabdan belli kişilere talim ettiği İlâhî hakikatlerin ve manevi ilimlerin bu silsile vasıtasıyla intikal ede ede hayatta olan şeyhe ulaştığı, dolayısıyla şeyhin Hz. Peygamber'in manevî varisi olduğu kabul edilmektedir. Bu hali ile silsile, tarikatların meşruluğunu ve güvenilirliğini gösteren bir senet durumundadır. Bundan dolayı, tarikatlarda posta yeni oturan şeyhe usulüne uygun icazetnâme verilmesine ve silsile zincirinin kopmadan devam etmesine özel bir titizlik gösterilir. [9]
Herhangi bir tarîkatın silsilesini ele aldığımız zaman, iki kategoriden oluştuğunu görüyoruz. Bunlardan birinci kısım, tarîkatın esas kurucusu sayılan ve tarîkatın genellikle adını aldığı zattan, Hz. Peygamber (a.s.)'e kadar olan isnadı teşkil eder. Ancak, bu kısımdaki şahısların hayatına tarihî açıdan baktığımız zaman, bazan bunların birbirleriyle buluşmuş ve görüşmüş olmaları mümkün görünmemektedir. Mutasavvıflar bu durumu "üveysîlik", yani bir şeyhin, kendisinden önce yaşamış başka bir şeyhin ruhaniyetinden feyiz alarak, mânen görüşme yolu ile yetişebileceği şeklinde izah etmeye çalışmışlardır. Ancak, bu meselenin subjektif yönü ağır bastığı için ilmî olarak tespit etmek güçtür. Kanaatimizce özellikle de bu birinci kısım, ananevî olmaktan başka bir değer ifade etmemektedir. [10]
Bu silsilelerde, tarîkatın kurucusundan sonra isnadda yer alan şahıslar için aynı problem söz konusu değildir. Çünkü tarîkatın kurulmasından sonra, şeyh, halifeler yetiştirmekte ve tarîkat canlı bir şekilde devam et-mektedir. Bu sebeble de silsilenin tarîkatın kurucusu sayılan şeyhden sonrası, birinciye göre daha sıhhatli ve gerçekçi gözükmektedir. [11]
İslâm kültüründe silsile, başka bir deyişle isnad, Hadis ilmiyle birlikte ortaya çıkmış, orijini tamamıyla İslamî olan bir gelenektir. Kanaatimizce, tarîkat silsilelerinden asırlarca önce ortaya çıkan hadis ilmindeki isnad geleneğinin, tarîkatlardaki silsile anlayışına etkisi olduğu söylenebilir. [12]
Muhib, Talib, Mürid ve Sâlik
Bazı kimseler şeyhe intisâb etmez, tarikata girmez ama sûfîleri ve ehlullahı sever, meclislerine devam eder, hayatlarını kolaylaştırmak için ellerinden geldiğince onlara yardımcı olurlar. Bunlara muhîb/sempatizan denir. Bazı muhibler zamanla tâlib olur ve şeyhe intisâb edebilirler. Ama bunlardan muhîb olarak kalanlar da çoktur. Sûfîler, kendilerini seven muhîbleri sever ve onları bir bakıma kendilerinden sayarlar. [13]
Mürid olmak isteyen kişiye tâlib denir. Tâlib, düşünüp taşındıktan sonra mürid olmaya karar verip bir mürşid aramaya başlar. Bazılarında mürid olma arzusu, aniden ve hararetli bir şekilde içine doğar. Bazen tâlib, mürşidinin kim olduğu, nerede bulunduğu şekli ve şemâili konusunda rüyada ya açık, ya yarı açık ya da müphem bir işaret alır ve bu işaret bu yolda onu tetikler. Bu maksatla istihâre edildiği de olur. Aradığı mürşidi çabuk bulanlar olduğu gibi, pirini bulmak için yıllarca araştıranlar ve diyar diyar gezenler de vardır. Bir tesadüf ve tevafuk neticesinde şeyhi ile karşılaşanlar da mevcuttur. [14]
Hidayet nuruyla kendi kusurlarının farkına varıp kemâle ulaşma arzusunda olan ve bu olgunluğun eğitimini verecek bir mürşide bağlanan kişiye mürid denir. [15]
Seyr u sülûkunu devam ettirmekte olana sâlik adı verilir. [16]
Bir kimsenin bir şeyhe bağlanmasına "intisâb", "inâbe" veya "bîat" denir. "El alma" tabiri de bu manada kullanılır. Her tarîkata girecek olan mürid şeyhin huzurunda tevbe eder, bundan sonra günah işlemeyeceğine, tarîkatın esaslarına bağlı kalacağına ve bunun için mücahede ve riyazette bulunacağına söz verir. [17]
Seyrü sülük
Seyr ve sülük tasavvuf ıstılahı olarak, tarikata giren bir sâlikin… yapmış olduğu kalbî ve manevî yolculuk anlamındadır. [18]
Seyrü sülük tamamiyle psikolojik bir olaydır. Müridin, tarikat prensipleri çerçevesinde yapmış olduğu ibadet, duâ, riyâzet, mücâhede, halvet, tefekkür v.s. neticesinde, ruhun tedricî olarak saflaşması ve ilâhî hakikatleri kavramasına mani olan perdelerin kalkıp aslî berraklığını kazanması demektir. Bütünüyle ruhî bir hadise olduğu için, seyrü sülük anında sâlikin yaşadığı halleri kelimelerle tam olarak anlatmak mümkün değildir. Bununla beraber, tasavvuf erbabı seyrü sülük hakkında çok geniş izahlar yapmıştır. [19]
Sadece ilimle bu manevî yolculuk mümkün değildir. Bu iş "hâl" işidir. Yani, bir kimse bütün bu makamları ilmen bilse, fakat "yakîn" ilminden, "hâl"den ve zevkten yoksun olsa ona "sâlik" denmez. Onun durumu balın tatlı olduğunu öğrenmiş fakat hiç bal tatmamış olan kimseye benzer. [20]
Zikir
Zikir, unutmamak, hatırlamak, zihinde tutmak, yâd etmek, anmak anlamlarına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de “zikir” kelimesi müştaklarıyla beraber 256 yerde geçmektedir. Kur’ân’da genellikle lügat anlamlarına uygun olarak Allah’ı anmak, O’nu daima hatırlayıp hiç unutmamak anlamlarında kullanıldığı gibi namaz ve Kur’ân gibi anlamlarda da kullanılmıştır. [21]
Tasavvuf ıstılahı olarak zikir; tasavvuf ehlinin belli kelime ve ibareleri, belli zamanlarda belli sayıda, belli bir edep dahilinde her gün düzenli sesli veya sessiz fakat düzenli olarak tekrar etmeleri anlamına gelir. [22]
Zikirden maksat diğer varlıklarla ilgili duygu ve düşünceleri kalbden atarak Allah’ı anmaktır. [23]
Toplu zikirler şüphesiz belli zamanlarla sınırlanmış bir nevi mecburi âyinler niteliğinde olmayıp müritlerinin gönüllerinin hazır olduğu zamanlarda tabii olarak icra edilmiştir. [24]
Zikir ferdî olarak yapıldığı gibi toplu halde de yapılır. Mürid ferdî olarak yaptığı zikirde şeyhinin talimâtına uyar, Şeyh müridin anlattığı şeylere, duygularına, rüyalarına bakarak başka ismi zikretmesini telkin eder veya eski zikrine devam ettirir. [25]
Toplu halde icrâ edilen zikirler, haftanın belli günlerinde, Cuma, kandil, bayram gibi hususî gecelerde, tekkelerin “tevhidhâne”, “semâhâne”, “murâkabehâne” gibi isimler verilen özel kısımlarında yapılır ve genel olarak tarîkata mensup olmayan kimselere de açık tutulur. Böylece toplumun değişik kesimlerinin kaynaşmasına, dinî ve mistik bir hava yaşanmasına zemin hazırlanmış olur. Özellikle tarîkatların kurulup, gelişmesinden sonra tekkelerde toplu halde zikretmek yaygınlaşmış ve zamanla her tarîkata ait belli âdâb ve erkânı olan belli zikir tarzları meydana gelmiştir. [26]
Halvet, Çile ve Erbain
Lügatte, "bir kimse ile yalnız kalmak, tenhaya çekilmek” gibi manalara gelir. Tarikatlarda nefsi terbiye ve ruhu tasfiye maksadıyla zaman zaman halvete girerek, belli süre Allah'la başbaşa ve dünyevî meşgale ve düşüncelerden uzak bir şekilde ibadet ve zikirle meşgul olarak vakit geçirilir. Bunun belli bir süresi yoktur. Fakat umumiyetle kırk gün kalmak gelenek halini almıştır. Bundan dolayı "halvet"e kırk manasına gelen Farsça "çile" ve Arapça "erbaîn"de denmektedir. [27]
Halvet uygulaması daimi değildir. Sâlik gündelik yaşamının önemli bir evresinde şeyhi tarafından halvetle özel bir eğitime tabi tutulur. Halvet nefsi kontrol altında tutma eğitimidir. Sâlikin dünyadan kaçışı, sorumluluklarını terk edişi, Allah’ın nimetlerinden uzaklaşması değil, dünya ve insanlarla ilişkisinde dikkat edilmesi gereken İslâmî çizgiyi benimseme çabasıdır. [28]
Halvette genellikle kırk gün kalınması Kur an daki şu âyetten mülhem olarak benimsenmiştir: [29]
"Musa ile otuz gece bana ibadet etmesi için sözleştik ve buna on gece daha ilave ettik. Böylece Rabbi'nin tayin ettiği vakit kırk geceye tamamlandı." (A'raf, 7/142) [30]
Halvet çıkarma işi şeyhin kontrolünde ve belli kurallara bağlı olarak yapılır. [31]
Halvet ekseriyetle tekkelerin halvethâne veya çilehâne denilen bu işe tahsis edilmiş kısımlarında yerine getirilir. Issız yerlerde, mağaralarda vs. de halvet çıkarılabilir. [32]
Halvet manasına ayrıca inzivâ, tecerrüd, i'tikâf, riyâzet, perhîz, terk-i dünya gibi tabirler de kullanılır. [33]
Tekke
Tekke, tarikat faaliyetinin icra edildiği binadır. Ribat, zâviye, hânkâh, dergâh, âsitâne gibi isimler de tekke manasındadır. Ancak bunlar arasında büyüklük, küçüklük ve fonksiyon bakımından bazı farklar vardır. Bir tarikatın bütün tekkelerinin bağlı bulunduğu ve tarikatın en üst makamdaki şeyhinin kaldığı tekkeye "âsitâne" veya "hânkâh" adı verilir. Asitâneye bağlı olana tekke, daha küçük tekkelere de "zâviye" denmektedir. [34]
Tekkeler, aynı zamanda tasavvuf erbabının oturmaları ve gerektiğinde oralarda kalabilecekleri, hatta taşradan gelen dervişlerin ikamet edebileceği özel odalar ve yemek yiyebilecekleri mekânları olan yerlerdir. [35]
Tekke ve zâviyeler, zamanla hızlı bir şekilde yaygınlaşmış, sadece tarikat mensuplarının toplanıp zikir yaptıkları yer olmaktan çıkarak, toplumun her kesiminden fertlere eğitim, kültür ve irşad hizmeti sunan, hatta iktisadi ve siyasî yönden toplumu yönlendiren, kısacası çok yönlü fonksiyonlar icraeden birer müessese haline gelmişlerdir. Medreselerin toplumun elit zümresine hitab etmesine karşılık, tekkeler geniş halk kitlelerinin eğitim ve irşad müesseseleri olmaya devam etmişlerdir. [36]
Dipnotlar
[1] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[2] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[3] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[4] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[5] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[6] Tasavvuf Tarihi. Ethem Cebecioğlu. Ankara Ünv. Uzaktan Eğitim Yayınları: 2013
[7] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[8] Tasavvuf Tarihi. Ethem Cebecioğlu. Ankara Ünv. Uzaktan Eğitim Yayınları: 2013
[9] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[10] Tasavvuf Tarihi. Ethem Cebecioğlu. Ankara Ünv. Uzaktan Eğitim Yayınları: 2013
[11] Tasavvuf Tarihi. Ethem Cebecioğlu. Ankara Ünv. Uzaktan Eğitim Yayınları: 2013
[12] Tasavvuf Tarihi. Ethem Cebecioğlu. Ankara Ünv. Uzaktan Eğitim Yayınları: 2013
[13] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[14] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[15] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[16] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[17] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[18] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[19] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[20] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[21] Tasavvuf Tarihi. Ethem Cebecioğlu. Ankara Ünv. Uzaktan Eğitim Yayınları: 2013
[22] Tasavvuf Tarihi. Ethem Cebecioğlu. Ankara Ünv. Uzaktan Eğitim Yayınları: 2013
[23] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[24] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[25] Tasavvuf Tarihi. Ethem Cebecioğlu. Ankara Ünv. Uzaktan Eğitim Yayınları: 2013
[26] Tasavvuf Tarihi. Ethem Cebecioğlu. Ankara Ünv. Uzaktan Eğitim Yayınları: 2013
[27] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[28] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[29] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[30] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[31] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[32] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[33] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[34] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998
[35] Tasavvuf El Kitabı. Komisyon.Grafiker:2012
[36] Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi. Osman Türer. Seha Neşriyat:1998