top of page

Üveys el-Karani

 

 

 

 

 

 

 

 

Hz. Peygamber ve ilk Halifeler döneminde yaşamış ama Hz. Peygamber ile görüşme imkânına kavuşamamıştır. Hicri 35(626) yılında vefat ettiği rivayet edilir. 

 

Useyr b. Câbir anlatıyor ve diyor ki:[1i]

Küfe’de bir mec­liste idik. Meclis dağılınca bir gurup insan orada kalıyordu. Arala­rında öyle bir adam vardı ki onun gibi tatlı konuşan insan görme­miştim. Onu çok sevmiştim. Arkadaşlarıma: "Bizimle oturan bu in­sanı tanıyor musunuz?" diye sordum.

Birisi: ‘Evet, Üveys el Karanî’dir’ dedi.

"Evini biliyor musunuz?" dedim.

"Evet" dediler.

Onu alıp evine gittim. Kendisine: ‘Neden aramıza hiç çıkmıyor­sun?’ diye sordum.

"Aranıza çıkacak elbisem yoktur" dedi —Arka­daşları bu hâlinden dolayı kendisiyle alay edip, ona eziyette bulu­nuyorlardı—

"Bu kaftanımı al ve giy" dedim.

"Hayır, bunu yapma daha çok eziyet ederler" dedi.

Ben ısrar edince giyip topluluğun arasına çıktı.

"Kaftanıyla aldatan adamı görüyor musunuz?" diye laf attılar.

Tekrar gelip çıkardı ve ‘Gördün mü?’ dedi.”

(Râvi) Useyrsözlerine devamla:

Meclise gittim ve "Bu adamdan ne istiyorsu­nuz? Neden eziyet ediyorsunuz? Giyiniyor alay ediyorsunuz, çıplak kalıyor yine ediyorsunuz" diyerek çok sert konuştum.

 

Bir müddet sonra Küfe ehli bir heyet hâlinde Hz. Ömer'e gittiler. Aralarında Üveys el-Karanî ile alay edenlerden birisi de vardı.

Hz. Ömer onla­ra: "Aranızda Karanî’lerden kimse var mı?" diye sordu.

Üveys ile alay eden adam: "Evet öyle birisi Kûfe’de aramızdadır" der.

 

Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle bir hâdise anlatır: "Resûlullah (sav): 'Ye­mende Üveys adında birisi size gelecek, orada annesinden başka kimse kalmayacak, kendisinde alaca hastalığı vardı. Allah’a dua etti; bir dirhem miktarı hâriç her tarafı düzeldi. Sizden her kim onunla karşılaşırsa ona söyleyin de sizin için istiğfar dilesin’ buyurmuştu" (Müslim. Fedâil 223. Hilye 2/79. Cem‘u’l-cevâmi‘ 6571. Mişkâtu’l-mesâbîh)

Daha sonra birgün bir adam çıkageldi. Kendisine: ‘Ne­relisin?’ dedim.

"Yemenliyim" dedi.

İsmini sordum. Üveys olduğunu söyledi.

"Yemende kimsen var mı?" dedim.

"Annem var" dedi.

"Peki sende alaca hastalığı var mıydı" diye sordum.

"Evet, daha önce var­dı" diye cevap verdi.

"Öyleyse benim için istiğfar dile" dedim.

Bana: "Benim gibiler mü’minlerin emirine mi istiğfar dileyecek!" dedi.

Sonra ben ısrar edince istiğfarda bulundu.

Kendisine: "Benden ay­rılma" dedim; fakat benden gizlendi. Sonra duydum ki size, Kûfe’ye gelmiş. 

 

Bu haberi duyan adam: "Böyle birisi aramızda yok, onu ta­nımıyoruz" der.

Hz. Ömer: "Hayır aranızdadır"

deyince adam: "Ara­mızda Üveys adında birisi var. Sürekli onunla alay ediyoruz"de­yince

Hz. Ömer: ‘Ona yetiş ve [senin için istiğfar dilesin]’ der. 

 

Adam, Medine’den döner dönmez henüz ailesine varmadan Üveys’in yanına gider

Üveys ona: "Bu hâlin nedir?" diye sorar.

Adam Hz. Ömer’in anlattıklarını kendisine nakleder ve "Benim için istiğ­far dile, ya Üveys" der. Üveys Hz. Ömer’in anlattıklarını kimseye anlatmamak ve bir daha da alay etmemek şartıyla olur der. Ve is­tiğfarda bulunur. 

 

Râvi Useyr der ki:

Bir gece gidip yanına girdim ve kendisine: "Kardeşim bazen kayıp oluyorsun ve biz duymuyoruz" dedim.

Bana: "İnsanlardan çekiniyorum, herkes ameli ile başbaşa kalacaktır" dedi. Sonra yine gözden kayboldu ve gitti.

*

Herim b. Hayyân el-Abdî der ki:[2]

Uveys el-Karanî’yi görmek için Basra’dan Kûfe’ye gittim. Günlerce kaldım, onu gör­medim. Son derece sıcak bir günde öğle vakti Fırat’ın kenarına in­dim, bir de baktım. Bir adam, saçı sakalı karışmış çok garib görün­tüsü vardı. Üzerinde peştemal ve ridâ olmak üzere iki parça elbise vardı. "Acaba o mu, dedim?" yanına vardım. Başına dikildim.

Baktı ve "Rabbimizi tesbih ederiz. Onun va‘di mutlaka yerine getirilir" dedikten sonra: "Seni bana kim gönderdi?" diye sordu.

Ben de ‘Al­lah’ dedim.

Sonra elimi uzattım. Her nedense kendisi elini verme­di. Ben ağlamaya başladım.

Hâlimi görünce: "Ey Herim b. Hayyân, nasılsın kardeşim?" dedi.

Ben: "Allah hayrını versin, benim Herim b. Hayyân olduğumu nereden bildin? Oysa biz hiç görüşmedik" de­dim.

O, "Nefsim senin nefsini tanıyor" dedi. Sonra elimden tutarak ağlamaya başladı. Ben de beraber ağladım.

Sonra şöyle dedi: "Ey Herim b. Hayyân, baban Âdem (as) öldü, Nûh (as), Allah’ın dostu İbrahim (as), Mûsâ (as), hep öldüler. Ey Herim, Muhammed (sav) de öldü. Müslümanların halifesi Ebû Bekr ve dostum olan Ömer (ra) de öldü."

Dedim ki: "Allah haynnı versin Ömer daha ölmedi." —Hz. Ömer’in hilâfetinin sonlan idi—

Dedi ki: "Eğer anlarsan ben de sen de ölüyüz. Ey Herem, baban öldü; ya ateşte ya cennettedir." 

Daha sonra kendisine: "Resûlullah’tan (sav) işittiğin bir hadis söy­le" dedim.

Bana: "Ben Resûlullah’tan birşeyler işitmedim, fakat on­dan işitenden işittim" dedi.

"Öyleyse bu işittiklerini anlat" dedim,

Bana şöyle dedi: "Ben kendi nefsime yeni bir kapı açmak istemiyo­rum kadı, müfti ya da muhaddis olmak istemiyorum. Nefsimin ye­teri kadar meşgalesi vardır zaten."

"Öyleyse Kur’an'dan birkaç âyet oku" dedim.

Şöyle dedi: "Rabbimin sözleri en doğru sözlerdir. En fa­ziletli kelam Onun kelamıdır. En sağlam sözler Onundur." Sonra eûzu besmele çekerek Duhan sûresinin ilk kırk iki âyetini okudu. Bitirir bitirmez de bir çığlık attı ve bayıldı. Ben öldü sandım. Son­ra uyandı ve "Ey kardeşim, ben zâten üzüntülüyüm. Tek başıma yaşamayı daha çok seviyorum. Bana bir şey sorma" dedi.

Ben: ‘Ba­na dua et’ dedim.

Şöyle dua etti: "Allahım, bu kardeşim Senin rızân için beni ziyaret ettiğini ve beni sevdiğini söylüyor; onun işlerini düzelt ve cennetine girdir."

Sonra yola koyulduk. İkimiz de ağlıyor­duk. Ayrıldık rüyada hariç bir daha da görüşemedik.

 

 

Dipnotlar

[1]Kitabü’z Zühd. Ahmed İbn-Hanbel. İz: 1993

[2]Kitabü’z Zühd. Ahmed İbn-Hanbel. İz: 1993

 

bottom of page