top of page
recepdemir.png

Tarihselcilik: EleÅŸtiriler

Recep Demir'in Kur'an Tefsirinde Tarihselci Yöntem (Hikmetevi: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

 

Tarihselcilerin GörüÅŸleri

Kur’an’ın tarihselliÄŸiyle kastedilen ÅŸey, onun içerdiÄŸi bilgilerin özellikle bazı hükümlerin geçiciliÄŸi veya deÄŸiÅŸkenliÄŸi midir; yoksa tarihin belirli bir döneminde belirli bir mekânda indirilmiÅŸ olan bir metnin anlaşılması için, o metni indiÄŸi tarihsel baÄŸlama yerleÅŸtirerek anlama ve yorumlama ÅŸekli midir? 

​

Kur’an’ın tarihselliÄŸi tartışmalarının Kuran tasavvuruyla sıkı bir baÄŸlantısı vardır. Bu baÄŸlantı Kur’an’ın nasıl bir kitap olduÄŸu gerçeÄŸiyle oldukça alakalıdır. Bu tartışmalarda Kur’an’ın mahiyetiyle ilgili ÅŸöyle bir betimleme yapılmaktadır:

“Kur’an'ın ilahiyat ahlak ve hukuk görüÅŸleri nazil olduÄŸu ortamı oluÅŸturan olaylar zincirine paralel olarak vahyedilmiÅŸtir. Dolayısıyla da sorular ve cevaplar, çözüm tarzı ve sunuluÅŸu, üslup ve yaklaşım, hep o toplumun izlerini taşımaktadır, o toplumun soru(n)larına çözümler sunmaktadır.”

​

Buradan anlaşıldığı kadarıyla Kur’an zamandan ve mekândan ve orada yaÅŸayan insanların kültürlerinden soyut ifadeler olmayıp belirli somut durumlara cevap teÅŸkil eden İlahi sözler mecmuasıdır.

​

Yine Kur’an öncelikli olarak nazil olduÄŸu dönemin insanlarını muhatap almış ve öncelikli olarak o dönemin sorunlarına cevap vermiÅŸtir. Bu yaklaşıma göre Kuranın nüzul çağından sonraki insanları doÄŸrudan muhatap aldığı ve onların sorunlarına doÄŸrudan cevaplar verdiÄŸi anlayışı doÄŸru deÄŸildir. Yani bugünün insanları bizler, Kur’an’ın doÄŸrudan deÄŸil, dolaylı muhataplarıyız. Kur’an’ı bugün bize iniyormuÅŸçasına okuyamayız. Bu çerçevede Kur’an, kendi tarihsel ortamı içinde Hz. Peygamber’in siretine paralel bir ÅŸekilde okunmalı ve ilahi iradenin öncelikle o dönemdeki insanlara ne söylediÄŸi anlaşılmalı ve daha sonra bizden ne istediÄŸine geçilmelidir. Bu ifadelerden ÅŸu tespiti yapabiliriz. Kur’an’ın tarihselliÄŸi veya Kurana tarihselci yöntemle yaklaÅŸmak denildiÄŸinde öncelikle kastedilen, bu metnin içeriÄŸinin ancak nazil olduÄŸu tarihsel baÄŸlama yerleÅŸtirerek doÄŸru bir ÅŸekilde anlaşılacağı hususudur.

​

Buraya kadar verdiÄŸimiz bilgiler Kuranın tarihselliÄŸinin veya tarihselci yöntemin birinci aÅŸamasını oluÅŸturmaktadır. İkinci aÅŸama ise, tarihin belirli bir döneminde belirli bir mekânda vücut bulan bu metni var olduÄŸu tarihi ve sosyal baÄŸlamda anladıktan sonra günümüze taşıma ve aktarma aÅŸamasına sıra gelmektedir. Elbette burada doÄŸal olarak, nüzul dönemi sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik durumuyla günümüz ortamı arasında kıyaslamalar yapılarak aradaki farklılıklara dikkat çekilmektedir. Bu ikinci aÅŸamada mana günümüze taşınırken Kur’an’ın lafzi/ literal anlamı olduÄŸu gibi alınmayacak, ayetlerin maksatları ve gayeleri dikkate alınarak icabında farklı hükümler benimsenebilecektir. Kısaca bu aÅŸamada Kur’an’ın hükümleri günün gereklilikleri ve İslam’ın özü dikkate alınarak deÄŸiÅŸebilecektir. Bizim tespitlerimize göre Kur’an’ın tarihselliÄŸi veya tarihselci yöntem/ yaklaşım denildiÄŸinde kastedilen bu iki aÅŸamadan oluÅŸan yöntem ve yaklaşımdır.

​

Tarihselci yöntemi bu ÅŸekilde kabaca ortaya koyduktan sonra, bu yöntemi savunanların böyle bir yönteme niçin baÅŸvurduklarına ve bu yöntemi onlara göre haklı ve gerekli kılan argümanlara göz atalım.

​

Tarihselci yöneliÅŸi önerenler, Kuranın öngördüÄŸü bazı hükümlerin çaÄŸdaÅŸ toplumun deÄŸer yargılarıyla örtüÅŸmediÄŸi veya en azından öngördüÄŸü bazı kuralların çaÄŸdaÅŸ problemlere çözüm getiremediÄŸi iddialarını geçersiz kılmak için Kur’an’ı yeni bir anlayış ve yöntemle ele alıp okumak ve onu yaÅŸanan bir kitap haline getirmenin kaçınılmaz olduÄŸu kanaatindedirler. Zira Kur’an’ın klasik okuma biçimlerinden hiçbiri bugün Müslümanların içinde bulunduÄŸu acıklı duruma düÅŸmesine engel olamamıştır. GeçmiÅŸin Kuranı okuma ve anlama biçimi, onları ilgilendiren bir husustur ve bizim için de baÄŸlayıcı bir yönü de yoktur. Bizim görevimiz, çağımız insanına Kuranı, anladığı dilden anlatmak ve onun problemlerine Kurandan çözümler üretebilmektir. Böyle yapılmadığı takdirde insanlar, Kur’an’dan uzaklaÅŸmakta ve Kur’ansız bir hayatı tercih etmektedir.

​

Kuranın tarihsel bir metin olduÄŸu ve bu metne tarihselci bir yöntemle yaklaşılması gerektiÄŸine dair ÅŸu hususlar argüman olarak ileri sürülmektedir.

​

Kur’an’ın tarihselliÄŸi meselesi genellikle onun mahiyeti/oluÅŸumuyla irtibatlı olarak ele alınmaktadır. Nassın içeriÄŸinin oluÅŸumunda nüzul dönemi muhataplarının konumları, zihni yapısı, onların kültürel seviyeleriyle örf ve adetlerinin ve hatta yaÅŸadıkları coÄŸrafi ÅŸartların etkili olduÄŸu öne sürülmektedir. Ve buradan, Kuran, o coÄŸrafyada ve o koÅŸullarda inmeyip baÅŸka bir mekânda ve ortamda inseydi bambaÅŸka bir kimliÄŸe sahip olacağı neticesine varılmaktadır. Kısaca, Kur’an’ın oluÅŸumunda olgular oldukça önemli bir konumdadır. Bu durum, “Kuran, Allah’ın Hz. Muhammed aracılığıyla yeryüzüne son sözlü müdahalesinin mümkün formlarından yalnızca birisi olup, onun bir meseleye temas etmesini gerektiren ÅŸey, o olayın önemliliÄŸinden deÄŸil, ya Hz. Peygamber’in bizzat kendisinin ya da vahyin ilk muhataplarının ihtiyacı olduÄŸundandır” ifadeleriyle dile getirilmektedir. 

​

Tarihselciler, tikel-tarihsel dini nassların evrensel olduÄŸunu kabul etmenin, vahyin nüzulünden sonraki bütün bireylerin ve toplumların tarihselliÄŸini dikkate almama anlamına geleceÄŸini ifade ederler. Çünkü, derler, bu anlayış belli bir tarihi döneme ait hükümleri farklı olmalarına raÄŸmen bütün zamanlara taşımakta ve onları bütün toplumlara dayatmaktadır. 

​

DeÄŸiÅŸim

Tarihselcilik tartışmalarında sosyal deÄŸiÅŸmenin önemle üzerinde durulduÄŸunu belirtmiÅŸtik. Tarihi sadece sosyal deÄŸiÅŸimle açıklamak, insan ve toplumun deÄŸiÅŸmez gerçeklerini göz ardı etmek demektir. Çünkü insanlığın hayatında deÄŸiÅŸen ÅŸeyler olduÄŸu kadar, kalıcı ve sürekli olan ÅŸeyler de vardır. DeÄŸiÅŸim olgusunun yanında toplumların var olmalarını mümkün kılan, toplumun idamesini saÄŸlayan süreklilik olgusu da görülmelidir.

​

Bilim ve teknolojide olduÄŸu gibi sosyal deÄŸiÅŸmeyi de ileriye doÄŸru tek yönlü bir çizgi olarak algılamak ve böylece tarihte yaÅŸanmış olguların bir daha asla yaÅŸanmayacağını iddia etmek pek tutarlı gözükmemektedir. KiÅŸiler ve mekân deÄŸiÅŸse bile benzeri olayların yaÅŸandığı tarihen sabittir. Mesela, tefecilik, hırsızlık, zina gibi olayları ele aldığımızda, onların ilkel veya modern ÅŸekillerinden, ferdi veya kurumlaÅŸmış ÅŸekillerinden söz edebiliriz. Ancak onları tefecilik, hırsızlık ve zina olarak tanımamızı saÄŸlayan sabit unsurlar, zaman içerisinde deÄŸiÅŸik ÅŸekiller alsa bile asli unsurlar deÄŸiÅŸmemektedir. Ve dolayısıyla zamana ve ÅŸartlara uygun olarak ÅŸekli deÄŸiÅŸmeler göstermelerine raÄŸmen Allah’ın onlar hakkında koyduÄŸu temel deÄŸer hükmü deÄŸiÅŸmemektedir.

​

İnsanın tarihine bakıldığında, onun temel güdülerinde deÄŸiÅŸmenin olmadığı da gözlemlenebilir. İnsanın hayata olan sevgisi ve hırsı deÄŸiÅŸmediÄŸi gibi, karşı cinse olan eÄŸiliminde, mal mülk edinmeye olan raÄŸbetinde de deÄŸiÅŸen bir ÅŸey yoktur.    İnsanın diÄŸer insanlarla bir araya gelip topluluk oluÅŸturmaya ve neslini devam ettirmeye yönelik arzusunda deÄŸiÅŸen bir ÅŸey olmadığı gibi, evreni tanımaya, hayatını kolaylaÅŸtırmak ve tahakküm etmek için evrenin enerjisini kendi hizmetine sokmaya olan yeteneÄŸi, isteÄŸi ve çabası da deÄŸiÅŸmiÅŸ gözükmemektedir.  Yeryüzünde her gün yaÅŸanan terör olayları ve katliamlar, nefsinin kötü arzularına maÄŸlup olan insanoÄŸlunun bozgunculuÄŸundan ve kan dökücülüÄŸünden deÄŸiÅŸen bir ÅŸey olmadığını gösteren bir kanıt deÄŸil midir?

Muhammedcoskun.png

Muhammed CoÅŸkun'un Modern Dünyada Kur'an Yorumu (MÜ Ä°lahiyat Vakfı: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Tarihselci Yaklaşımın Sorunları

Tarihselcilik; biri metodolojik-felsefi diÄŸeri amaç ve söyleme iliÅŸkin olmak üzere iki temel sorun ile karşı karşıyadır.

​

Metodolojik-felsefi sorun; insanın kendi varlığının tarihselliÄŸinin unutulması, kendi yaÅŸadığı çağı büsbütün aşıp “gelenek" ve “geleneksel uygulama” aracılığı olmaksızın doÄŸrudan Kur’an’ın nüzûl dünyasına nüfuz edebileceÄŸinin öngörülmesi ÅŸeklinde ifade edilebilir. İnsanın kendi tarihsel koÅŸullanmışlıklarından bütünüyle sıyrılıp baÅŸka bir tarihsel koÅŸulu deruhte etmesi, o tarihsel ufuk ile kendi ufku arasında iletiÅŸimi saÄŸlayan "gelenek” vasıtası olmaksızın mümkün deÄŸildir. Bu nokta aşılamadığı sürece tarihselcinin söylemi retorik ötesine geçemeyecek görünmektedir. Çünkü “Kur’an’ın nüzûl dönemi” diye bugün bizim tasavvur edebileceÄŸimiz her ÅŸey, (nüzûl rivayetleri, siyer kaynaklan, hadis metinleri, tarih-tabakat literatürü) en nihayetinde bizim tarafımızdan okunup anlaşılmak durumundadır. Bu ise metodolojik olarak bizi en baÅŸa götürecektir. DiÄŸer deyiÅŸle eÄŸer biz Kur’an’ı bugünün tarihsel koÅŸullarından hareketle anlayamayacaksak, onu anlamak için onun tarihsel koÅŸullarına gitmek durumundaysak aynı ÅŸey esbab-ı nüzûl rivayetlerini ihtiva eden metinleri anlamak için de söz konusudur. Kur’an’ı anlamak için baÅŸvuracağımız her kaynak en nihayetinde elimizde bir “metin” olarak mevcuttur. EÄŸer o metinleri bize ait kılan kültürel bilinci, geleneÄŸin sürekliliÄŸini ihmal edecek olursak kendi tarihsel küremiz içerisinde onlara her zaman dışarıdan bakmak durumunda kalacağız demektir. Bu nedenle Kur’an’ın tarihselliÄŸi düÅŸüncesini savunanlar Gadamer hermenötiÄŸi ile çetin bir hesaplaÅŸmaya giriÅŸmek durumundadır. Fazlur Rahman her ne kadar Gadamer-Beti tartışmasını özetlerken hermenötiÄŸin temel ve bu konuda can alıcı mahiyette olan ihtilaf noktalarını etraflıca tartışmaktan kaçınmış olsa da “EÄŸer Gadamer haklı ise benim burada söylediklerim bütünüyle yanlıştır.” ÅŸeklindeki ifadeleri ile bu sorunu fark etmiÅŸ olduÄŸunu ima etmektedir. 

​

Amaç ve söyleme iliÅŸkin sorun ise tarihsellik düÅŸüncesinin çaÄŸdaÅŸ söylemlerin ve modernizmin Batı düÅŸüncesi içerisindeki aşınmışlığını dikkate almaksızın, neredeyse Viyana çevresinin mantıkçı pozitivizmini çaÄŸrıştıracak kadar katı ve keskin bir dili kullanıyor olmasında kendisini göstermektedir. Tarihselci eÄŸer Kur’an’ın ahkam ve deÄŸerlerinin kategorik olarak “tarihsel” nitelikte olduÄŸunu iddia ediyorsa, bu durumda İslam düÅŸüncesinin ahkam ve deÄŸer konusunda önündeki modelin ne olacağını da düÅŸünmelidir. Yönteminin somut sonuçlarını örnekler üzerinden ortaya koyan bir düÅŸünür olarak Fazlur Rahman örneÄŸi üzerinden düÅŸünülecek olursa bu model, Batı pratiÄŸinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸilmiÅŸ gibi görünmektedir. ÖrneÄŸin faizli alışveriÅŸin yasaklanmasını bildiren naslar tarihsel olarak yorumlandığı zaman, geriye Batı medeniyetinin bütün dünyaya hakim hale getirdiÄŸi mevcut koÅŸullar dışında bugünün Müslümanı için bankacılık iÅŸlemlerinde model olarak benimsenebilecek hangi ahkam ve deÄŸer kalmaktadır? Tarihselcilik bu noktada, “kervan yolda dizilir” deyiÅŸinde öngörülen tecrübenin zorunluluÄŸu ilkesini göz ardı etmektedir. Çünkü Müslüman toplum hali hazırda modern dünyada belirleyici bir "özne” konumunda deÄŸil, sadece “nesne konumundadır. Kendi pratiÄŸini uygulamak ve edindiÄŸi tecrübeler ışığında uygulamasını geliÅŸtirmek gibi bir olanağı bulunmamaktadır. En azından bu olanak son derece sınırlıdır. Dolayısıyla bu tür çetin meselelerde elde yaÅŸanmış tecrübe olmadan, masa başında teori üreterek çözüme ulaÅŸmaya çalışmak, küresel statükonun muhafazasını saÄŸlayan bir söylemi kolaylıkla üretebilir. 

​

Tarihselci düÅŸüncenin bir baÅŸka (fakat sadece tarihselciliÄŸe mahsus olmayıp çaÄŸdaÅŸ İslam düÅŸüncesinin hemen bütün akımlarında gözlemlenebilecek) sorunu ise, genelleÅŸtirme ve seçmeciliktir. GenelleÅŸtirme, tarihsel verilerden derlenebilecek bütün olumsuz örnekleri karşı tarafın hanesine yazmak suretiyle okumak ÅŸeklinde kendini gösterirken seçmecilik, klasik literatürü başından sonuna, kendi geliÅŸim süreci içerisinde incelemek yerine, oradan mevcut pozisyonu tahkim etmeyi saÄŸlayacak verileri seçip kullanmak ÅŸeklinde kendisini göstermektedir. Tabiatıyla bu, eldeki bir tarihsel veriyi ya da mevcut sosyolojik bir olguyu baÅŸka gündemlere alet ederek deÄŸerlendirmek, bu ÅŸekilde o olguyu araçsallaÅŸtırıp ondan istifade etmek anlamına gelmektedir. 

​

Tarihselci yaklaşım açısından bir diÄŸer önemli sorun ise peygamberlik kurumunun (nübüvvet) sona ermiÅŸ olmasıdır. Çünkü nübüvvet kurumunun sona ermiÅŸ olması Kur’an metninin artık ilahi bir çerçeveden güncelleÅŸtirilmeyeceÄŸini, dolayısıyla her tarihsel konumda güncelliÄŸini korumakta olduÄŸunu ima eder. DiÄŸer taraftan nübüvvetin sona ermiÅŸ olmasından, Kur’an’ın her tarihsel dönemde güncelliÄŸini koruyarak yorumlanması düÅŸüncesi çıkarılabilir ki bu, klasik geleneÄŸin içtihat düÅŸüncesinde uygulamasını bulmuÅŸtur. Ne var ki bu, Kur’an’ın kategorik olarak tarihsel kabul etmekle hiçbir ÅŸekilde aynı deÄŸildir. Çünkü içtihat, üzerinde yorum yaptığı ayeti tarihsel kabul edip onun ardındaki tarih üstü uygulamayı arama çabası deÄŸil, doÄŸrudan lafızlar üzerinden maksadı tespit ve tayin çabasıdır. Buna karşılık tarihselci düÅŸünce açıkça biçim/öz ayrımına dayanır ve Kur’an’ın biçim kategorisine girecek bütün uygulamalarının (her ne kadar bu biçim kategorisinin nerede baÅŸlayıp nerede biteceÄŸine dair somut bir düÅŸünüm icra edilmemiÅŸ olsa da) tarihsel nitelikte olduÄŸunu öne sürer. Bu durumda eÄŸer Allah herhangi bir tarihsel koÅŸul içerisinde o koÅŸula özgü tikel uygulamalar üzerinden mesajını anlatıyorsa bu durumda her tarihsel dönemde -en azından köklü farklılıkların yaÅŸandığı- her tarihsel dönemde yeniden peygamber ve vahiy göndermesi beklenirdi. DiÄŸer taraftan eÄŸer belli bir tarihsel dönemde indirilen vahyin tikel uygulamalarının sadece o tarihsel döneme mahsus olması fakat maksat ve ilkelerinin diÄŸer tarihsel dönemlere nakledilmesi mümkün olsaydı bunun ilk peygamber ve ilk vahiy üzerinden saÄŸlanması da mümkün olabilirdi. Fakat tarihin uzunca bir süreci boyunca Allah’ın pek çok peygamber göndermiÅŸ, ardından bu süreci son peygamber ile bitirmiÅŸ olması, tarihselcilik açısından -eÄŸer ilerlemeci tarih anlayışı benimsenmeyecekse- zor görünmektedir.

​

Özetle eÄŸer Kur’an’ın tikel uygulamaları tarihsel ise bu durumda Kur’an öncesinde pek çok topluma sıklıkla peygamber gönderilmiÅŸ olmasına karşılık Kur’an sonrasındaki tarihe peygamber gönderilmiyor oluÅŸu nasıl izah edilebilir? İnsan aklının ve yetilerinin Kur’an vahyinin indirildiÄŸi tarihsel kesitten sonra tekamül ettiÄŸini ve artık kendisine doÄŸrudan ilahi vahiy yolu ile bildirilecek tikel uygulama örneklerine ihtiyacın birikimin artmış olması ile insanın kavrayış gücünün ve soyut düÅŸünme kapasitesinin de artmış olduÄŸunu söylemek için elimizde yeterli gerekçe var mıdır?

​

salimogut.png

Prof. Dr.Salim ÖÄŸüt'ün Modern DüÅŸüncenin Kur'an Anlayışı (Ravza: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Modern DüÅŸüncenin Kur’an Anlayışı

“Mesaj" Konusu

Efendim, biz "Kur'an'a 'tarihsel hitap' diyorsak, onu yok saymıyoruz ki, en azından mesajı bize hitap eder diyoruz" gibi bir cevabın da son derece problemli gözüktüÄŸünü yukarıda belirtmiÅŸ olsak da yeri geldiÄŸi için burada bir kere daha belirtmeliyiz.

​

Çünkü öncelikle bu "mesaj" meselesi, bize "suya tirit" hükmünde gözükmektedir. Bunu böyle görmemizin bütün sorumluluÄŸu sadece bize ait deÄŸildir. Çünkü senelerdir bu terane böyle tekrar edilir ama bugüne kadar hiç kimse çıkıp da ÅŸu "mesaj”ı kullanarak veya bu "mesaj”ı esas alarak, yani onu kaynak sayarak, bizim hayatımızı nasıl düzenleyeceÄŸimize dair bir çalışma ortaya koymamıştır.

​

Yani, "hitabın kendisine" deÄŸil de "mesajı"na göre bir düzenleme yapılması halinde, benim iman esaslarım nasıl olmalıdır? Allah tasavvurum, ahiret inancım, Cennet ve Cehennem algım nasıl olmalıdır? Tevekkül telakkim ve Kader inancım nasıl oluÅŸur, gibi sorular cevaplanmamıştır.

​

İbadetlerimi nasıl yapmalıyım? Namaz, oruç, hac zekât, tesbihat, evrad, ezkar, dinî hayatımda yine yer alacak mıdır? Alacaksa, nasıl alacaktır. Mesela namazımı nasıl kılacak, orucumu nasıl tutacak, zekâtımı hangi ölçüler içinde kimlere ve ne miktarda vereceÄŸim, haccımı hangi ilkelere riayet ederek eda edeceÄŸim.

​

Ahlak ilkelerim için de aynı sorulan sorabilirim. Nasıl bir ahlak nizamı öngörüyorsunuz.

Hukukunuz olacak mı? Olacaksa nasıl? Olmayacaksa, doÄŸacak hukuki boÅŸluÄŸu nasıl doldurmayı düÅŸünüyorsunuz.

​

“Bize Hitap” Meselesi

Fıkhın en önemli hususiyeti, insanların problemlerini meÅŸruiyet ÅŸuurları içinde çözmektir. Bu cümleden olmak üzere, hangi miktardaki suyun hangi ÅŸartlarda kullanılıp kullanılmayacağım belirlerken, öyle ölçüler koyar ki, sulak bir bölgede yaÅŸayan insanın ölçülerine göre o su temiz deÄŸildir, dolayısıyla o suyu kullanamaz; çünkü içine sindiremez.

​

Ancak o insanın, bütün dünyayı kendi bulunduÄŸu merkezden deÄŸerlendirerek, "din, nasıl olur da benim içime sinmeyen bu kirlilikteki suya temiz hükmü verebilir?" demek gibi bir küstahlığa tevessül etmemesi gerekir. O zaman ona denir ki, kardeÅŸim, kimse senden bu suyu kullanmanı istemiyor ki. Onun için itirazın hangi noktaya olduÄŸu, anlaşılabilmiÅŸ deÄŸildir. Bu suyu ancak bu sudan baÅŸka suya sahip olmayanlar kullanırlar. Åžimdi düÅŸününüz, bu sudan baÅŸka suyu olmayan kimseye din, bu suyu da haram kılmış olsaydı, nasıl bir sıkıntı doÄŸardı, tahmin edebiliyor musunuz?

 

Ayrıca İslam, bir dindir ve kendine has birtakım talepleri vardır. Mesela namaz kılmak için cünüp olan kimsenin gusletmesi, cünüp olmayanın abdest alması ÅŸarttır. Bu ön ibadetler için de suya ihtiyaç vardır. Dindışı yaÅŸayan bir insan için belki sadece içme suyu ihtiyacından söz etmek mümkün iken, dindar bir insanın bundan daha fazlasına ihtiyacı vardır. Dolayısıyla su konusundaki ihtiyaç miktarı belirlenirken, bu önemli noktanın da göz önünde bulundurulması gerekir.

​

İşte fıkıh denen ve kaynak itibariyle İlahî olan bu ilim, hüküm koyarken öncelikle bu temel ilkeyi gözetir. Olabilecek asgari hadde itibar eder. Bu ilke de görme yetisini kaybetmemiÅŸ her göz tarafından son derece takdir edilmesi gereken bir ilkedir.

​

Küçük kız çocuklarıyla evlenilmesi meselesi de bu kabildendir. Din ve dinin ana kaynağı sıfatıyla Kitabullah, hiç kimseyi küçük kız çocuÄŸuyla evlenmeye icbar etmemiÅŸ, hatta bunu teÅŸvik de etmemiÅŸtir. Sadece izin vermiÅŸtir. Tıpkı bize göre içilmesi veya kullanılması içimize sinmeyen ve kirli bulunan sulan kullanmaya izin verdiÄŸi gibi…

​

GeçmiÅŸ dönemlerde birtakım ihtiyaçların karşılanması için uygulama imkânı bulmuÅŸ ama bizim çağımızda ve bizim çevremizde bugün uygulanmayan birtakım hususları esas alarak, "İşte bakınız, böyle bir uygulamadan bahseden bir kitab evrensel olabilir mi?" diye Kitabullah'ın tarihüstü olma vasfına itiraz etmeyi hem akıl ve ahlak dışı hem de mümin kulun edebine yakışmayan bir davranış olarak görürüz.

​

Akıl dışıdır; çünkü böyle bir yaklaşım zımnen, dünyanın, bizim yaÅŸadığımız çevreden ve içinde yaÅŸadığımız çaÄŸdan ibaret olduÄŸunu iddia etmek anlamına gelir. Ahlak dışıdır; çünkü kendimizi, bilgi birikimimizi, alışkanlıklarımızı ve düÅŸüncelerimizi merkeze koyup ona göre bir dünya kurmak ve bütün bir insanlığı ve âlemi o dünyaya hapsetmek, bütün hükümleri o indirgemeci yaklaşım içinde vermek, çok çirkin bir egoizmdir.

bottom of page