top of page
mozturk.png
mehmetokuyan.png

Mealcilik EleÅŸtirisi: Mehmet Okuyan ÖrneÄŸi

Prof. Dr.Mustafa Öztürk''ün SöyleÅŸiler, Polemikler (Anakara Okulu: 2014) adlı kitabından

kısaltılarak alınmıştır.

​

(DeÄŸerli Dostum Prof. Dr. Mehmet Okuyan’a)

​

Ebû Dâvûd ve ibn Mâce’nin aktardığına göre Hz. Peygamber, “Allah’ın zavallı kulları olan karılan(nızı) dövmeyin” buyurmuÅŸ, bunun üzerine Hz. Ömer, “Ey Allah'ın rasûlü! Sizin bu beyanınızdan sonra kadınlar cesaretlenip kocalarına itaatsizlik etmeye baÅŸladılar” diyerek Hz. peygambere serzeniÅŸte bulunmuÅŸtur. Bunun üzerine kadınla dayakla tedip ruhsatı verilmiÅŸtir. Bilahare çok sayıda kadın Rasûlullah’ın zevcelerine ÅŸikâyete gitmiÅŸ, bu durum sebebiyle Rasûlullah, “Bu gece yetmiÅŸ/birçok kadın Muhammed’in ailesine geldi ve her birisi kendi kocasından ÅŸikâyet etti. Siz siz olun, karılarını döven adamları iyi adamlar olarak görmeyin" buyurmuÅŸtur.

​

Bazı kaynaklarda. “Biz erkekler Mekke'de iken kadınlara mutlak hâkim/egemen idik; ama Medine’ye gelince kadınlar, erkeklerine hâkim olmuÅŸ (kılıbık) bir toplumla karşılaÅŸtık” dediÄŸi nakledilen Hz. Ömer Buhârî’nin naklettiÄŸine göre ÅŸunları da söylemiÅŸtir:

"Biz câhiliye döneminde kadınları insan yerine koymazdık. Ä°slâm gelip de Allah onlara kitabında yer verince, her ne kadar iÅŸlerimize burunlarını sokmalarına müsaade etmesek de bizim üzerimizde bazı haklarının bulunduÄŸunu kabullenmek durumunda kaldık.”

​

Bütün bunlar dikkate alındığında, Nisa 4/34. ayetteki vadribûhünne ifadesinin nüzul dönemindeki kadınları dayakla tedip ifadesinin erkekler açısından dinî-ahlâkî deÄŸer hükmü taşımadığı ortadadır. Bunun böyle olduÄŸunu anlamak için Hz. Peygamber’in Ä°fk hadisesi gibi çok zor ve ağır bir tecrübe yaÅŸamasına raÄŸmen karısı Hz.ÂiÅŸe’ye bir fiske bile vurmadığını, keza bazı hanımlarının tuhaf kaprisleri ve kıskançlıklarına muhatap olduÄŸu halde hiçbirine el kaldırmadığını hatırlatmak gerekir.

​

Bu noktada Okuyan Hoca’ya sormak gerekir. Erken dönemlere ait tefsir ve hadis kaynaklarında darb/darabe kelimesinin hangi anlamda kullanıldığı gayet açık olmasına raÄŸmen, siz “dövmek, fiske vurmak” yerine, “evden uzaklaÅŸtırmak” manasını hangi ilmî ölçüte göre tercih ettiniz? Bu kelimenin müteaddit manalarından birini tercih ederken, acaba içine doÄŸduÄŸunuz ve hâlen içinde bulunduÄŸunuz modern toplumsal matrisin ve çağın dayatmasını dikkate almış ve dolayısıyla tek ölçüt olarak, "Bu çağın ve bilhassa Türkiye’nin Batı yakasının ruhuna uygun yorum ancak böyle bir yorum olabilir" gibi modernist ve popülist bir düÅŸünceden hareket etmiÅŸ olabilir misiniz?

​

Kur’an zihninizin boÅŸ bir bölgesine nazil olmadığına, bilakis miladi yedinci yüzyıldaki Arap toplumunun tecrübe dünyasına indiÄŸine göre, vadribûhünne lafzının nüzul ortamında nasıl anlaşılıp nasıl uygulandığı meselesinin sizce hiçbir kıymeti harbiyesi yok mudur? EÄŸer yoksa müdayene ayetinin tefsirinde niçin, “Araplar kadınlara ÅŸöyle muamele ederdi, onları mal yerine koyardı?" gibi tarihsel arka plan bilgisi vermek ihtiyacı hissettiniz?

​

Bahis konusu ayetteki darb kelimesine, özellikle Batı dünyasından gelen esintilerle Müslümanların da gündemine giren kadın haklan, eÅŸitlik, özgürlük gibi kavramların tartışılmaya baÅŸlandığı yirminci yüzyılın baÅŸlarına kadar sizin verdiÄŸiniz manaya benzer bir mana veren kaç müfessir olmuÅŸtur? Yoksa bu müfessirlerin Arap diline vukufiyeti sizden bizden daha düÅŸük seviyede midir?

​

Klasik tefsir kaynaklarına bakıldığında, darb kelimesinin ne manaya geldiÄŸine dair tek kelimelik bir izaha bile yer verilmediÄŸi fark edilir. Bu baÄŸlamdaki izahlar hemen tamamıyla darbın ölçüsü ve sınırlarının ne olması gerektiÄŸiyle ilgilidir. Kelimenin burada ifade ettiÄŸi anlam hakkında hiçbir izahta bulunulmaması, herkes tarafından malum ve maruf olmasından dolayıdır. 

​

Bugün bu kelimeye ötedenberi yüklenen “dövmek” anlamından farklı olarak, cezalandırmak, tedip etmek, cinsel iliÅŸki kurmak, yatakta kadına dokunmak ve onunla oynaÅŸmak, terk etmek, evden uzaklaÅŸtırmak, baÅŸka yere göndermek gibi yeni anlamlar verilmesinin dilbilim, anlambilim, söz dizimi, tarihsel baÄŸlam gibi ölçütlere dayalı bir gerekçesi olmalıdır. Ancak gelin görün ki bütün bu yeni anlamlan tercih edenler, geleneksel “dövme” manasını reddederken, hangi ilmi ölçüte dayandığını izah etme ihtiyacı hissetmemiÅŸlerdir. Böyle bir mana seçiminin temel sebebi, çaÄŸdaÅŸ kabuller ve normlara peÅŸinen ram olmuÅŸluktan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Zira ayetteki darb kelimesini “evden uzaklaÅŸtırmak" diye yorumlayanlar arasında Amina Wadud, Muhammed Talbî ve Fatıma Memissi gibi isimlerin bulunması bu konuda yeterli bir göstergedir. Fakat burada üzücü olan Muhammed Âbid elCâbiri gibi aklı başında birinin dahi bu denli keyfî ve vülgarize bir te’vili tercih etmesidir.

​

Åžöyle ki Câbirî’ye göre klasik ve çaÄŸdaÅŸ müfessirlerin birçoÄŸu buradaki darb kelimesini baÄŸlamından kopararak yorumlamış ve bunu kavga esnasında vurma fiili olarak anlamışlardır. Hâlbuki bu ayette sözü edilen darb, husumet ve kavga esnasında ortaya çıkan “ÅŸiddet" anlamına gelmez. Åžiddetin Kur'an’da yeri yoktur. Kur’an’da söz edilen darb böyle bir ÅŸiddet türü deÄŸil, kadının yatakta erkeÄŸe karşı isteksizliÄŸini bertaraf edip onu arzulu hale getirecek okÅŸamalar ve temaslardır. Buna göre vadribûhünne ifadesi, “Yatakta onlara hafif hafif dokunun" gibi bir mana ifade eder.

​

Bu saçma izah bir yana, eÄŸer bizim Kur’an’daki bir kelimenin sözlükteki muhtelif manalarından herhangi birini ölçütsüz olarak seçmek gibi keyfî bir tasarruf yetkimiz varsa, sözgelimi, “ikamei salât” tabirine bildik ÅŸer’î “namazı hakkıyla eda edin" yerine “adam gibi dua edin” gibi bir mana verdiÄŸimizde, siz hangi ölçüt ya da gerekçeyle bu mana takdirinin isabetsiz olduÄŸunu söyleyeceksiniz? Åžayet biri kalkıp, “Salât kelimesinin dildeki en temel anlamlarından biri, hatta birincisi “dua” ve “niyaz”dır. Biz de bu anlamı esas almışız ve ikamei salât tabirinin bildik namaz ibadetini ikame/ifa etmek anlamına gelmediÄŸi sonucuna ulaÅŸmışız” derse, buna hangi haklı gerekçeyle itiraz edeceksiniz? Muhtemeldir ki bu konuda tarihî referanslara ve geleneksel yorumlara atıfta bulunacaksınız; peki darb meselesinde niçin böyle bir ihtiyaç duymazsınız?

​

Öte yandan, Nisa 4/34. ayetteki darb kelimesine “evden uzaklaÅŸtırmak" manası verdiÄŸimiz takdirde, “Sizden biri hanımım köle/cariye döver gibi dövmeye giriÅŸecek, gece vakti de [utanıp sıkılmadan] onunla aynı yataÄŸa girecek, öyle mi?! Bu (berbat hâl) daha ne kadar devam edecek!” hadisine de aynı paralelde mana vermemiz gerekir. Gerçi bu hadiste “darb” yerine “celd" kelimesi geçiyor: ancak sonuçta hadis karı dövme meselesinden söz ediyor. Böyle bir mana takdiriyle hadisin, “Sizden biri karısını köle/cariye gibi evden uzaklaÅŸtıracak, gece vakti de onunla aynı yataÄŸa girecek öyle mi?” gibi saçma sapan bir hale geleceÄŸini sanırım siz de kabul edersiniz.

​

Tefsir sahasında çalışan bir ilim adamı olarak, Kur’an'ı doÄŸru anlama ve yorumlamanın salt Kur’an metnindeki lafızların delaletiyle olmayacağını benden iyi bildiÄŸinize göre, niçin her defasında Mushafı açıp, “Bakın bu kelime ÅŸu demektir, ÅŸu zamir ÅŸuraya gitmektedir" diyerekten izah yapıyorsunuz? Bunun yanında, sözlük manipülasyonuyla lafız üzerinde istediÄŸiniz operasyonu yapamayacağınızı fark ettiÄŸinizde derhal savunmacı bir üslupla nüzul dönemi bilgisinden istimdatta bulunuyorsunuz. “Biraz öyle, biraz böyle” diyebileceÄŸimiz bu keyfi tutum, televizyon ekranında size soru soran sunucu kadın ve sayısız seyirci tarafından fark edilmese de Kur’an konusunda az çok bilgisi ve birikimi olan insanlar nazarında bu tutumun ilimde usul, adab ve erkân adına çok büyük bir arıza olarak görüldüÄŸünden emin olabilirsiniz...

​

DeÄŸerli hocam, sürekli olarak, “Kur’an, ille de Kur’an” diyorsunuz ve her defasında insanları Kur’an’a ve Kur’an Ä°slam’ına davet ediyorsunuz. Ancak Müslümanlar, “Ä°ÅŸte geldik Kur’an’a; ama bu Kur’an’da insanlar hür, köle, cariye diye kategorize ediliyor. Kocasına diklenen kadını dövün gibi ÅŸeylerden de söz ediliyor” deyince, ister istemez, “Hayır, Kur’an bunların hiçbirinden söz etmiyor?" diye karşılık verip sıkıntıya yol açan tüm ayetleri sözlük marifeti ve kelime oyunlarıyla bir bakıma yeniden yazmaya baÅŸlıyorsunuz. Bunu yaparken de gerek Arapça sözlüklere kaynak oluÅŸturan Arapların lisanı örfünü, gerek Ferrâ, Ebû Ubeyde ve daha birçok deve diÅŸi gibi dilci müfessirin ne dediklerini, gerekse bütün bir tefsir tarihi boyunca sayısız müfessirin kesintisiz olarak söz konusu kelimelerle ilgili mana tercihlerini ve bu konudaki Ä°lmî hassasiyetlerini [göz ardı ediyorsunuz.] Ä°stediÄŸiniz kelimeye dilediÄŸiniz manayı vermeye kendinizi mezun görüyorsunuz; üstüne üstlük kendi yorumuz ve mana tercihinizi takdim ederken, “Bütün müfessirler tarih boyunca halt etmiÅŸler” demeye getiriyorsunuz.

​

Madem “Ä°lle de Kur’an” dediniz, biz de sizi dinleyip iÅŸte geldik Kur’an’a.

​

Kur’an Allah'ın kelamı olduÄŸuna göre, O’nun kelamının “Mu’tezile sen haklısın, EÅŸ'arîlik sen de haklısın; Ehli Sünnet de doÄŸru söylüyor, Åžia da doÄŸru söylüyor" demesi mümkün müdür? Böyle bir ÅŸeyin mümkün olmadığında ÅŸüphe bulunmadığına göre o zaman niçin anlam ve yorumu sırf lafızda aramak ve sözlük yordamıyla kotarmakta ısrar ediyorsunuz?

​

Bence bu konudaki ısrarınızın sebebi ÅŸudur: Bir kere “Ä°lle de Kur’an” dediniz ve insanların dikkatini salt Kur’an’a çektiniz. Ama siz de biliyorsunuz ki bugünkü insanlar çölde deveye binen …insanlar deÄŸil, kendilerince tek eÅŸliliÄŸi erdem sayan, tweet atan, facebookta sayfa açan ve o sayfada tefsirin daniskasını bile yapan insanlar. Ama gel gör ki aÄŸzınızdan çıktı bir kere Kur’an diye. Bu yüzden Kur’an’ı tam da bugünkü toplum ve insanın terakki olarak gördüÄŸü modern kabullere, bilhassa jipe binen ve residancelerde ikamet eden, pratikte moderniteyi adeta mass ederek yaÅŸayan, ama her daim muhafazakâr gelenekçi bir edebiyat parçalayan çaÄŸdaÅŸ Müslüman çevrelerin beklentilerine uygun hâle getirmek gerek.

​

Evet, Kur’an nazil olduÄŸu gün bir ÅŸey söylemiÅŸ, ama … biz Arap olmadığımıza, 2014’ün Türkiye’sinde yaÅŸadığımıza göre ayetlerin tam da bizim isteklerimiz ve beklentilerimize göre konuÅŸması gerek, deÄŸil mi? Åžimdi kalkıp, Kur’an ilkin ne demiÅŸ ve ilk muhataplar ne anlamıştı gibi bir mesele üzerinde kafa yormak ve buradan hareketle ayetlerin bugüne yönelik mesajını araÅŸtırmak gibi ciddi bir ilmi çaba kuÅŸkusuz bu beklentileri tam olarak karşılamayacak. Çünkü günümüz insanı Kur’an Ä°slam’ı söyleminden dolayı, “Bu Kur’an her bir kelimesiyle doÄŸrudan ve bizzat benim hakkımda konuÅŸuyor” düÅŸüncesine iman etmiÅŸ ne de olsa...

​

Gerçi bu imanına raÄŸmen vahyin miladi yedinci yüzyılda Hz. Peygamber ve çaÄŸdaÅŸlarının dünyasına nazil olduÄŸunu da inkâr etmiyor, ancak bu tarihi gerçeÄŸin dikkate deÄŸer bir anlam ifade ettiÄŸini hiç düÅŸünmüyor. Modern Kur’ancı Müslümanımız, ayette geçen “Sen" ve “Siz" zamirlerinin tümünü “Ben” ve “Biz" diye anlamaya alıştığından, Kur’an doÄŸrudan doÄŸruya kendi ÅŸahsına inmiÅŸ gibi düÅŸünüyor ya da böyle düÅŸünmek istiyor. Ä°ÅŸte bu düÅŸünceden dolayı, biz bırakalım ayetlerdeki ilk ve aslî anlam meselesini de ÅŸu televizyon karşısında bizi dinleyen milyonlarca insanı memnun etmeye bakalım. Böylece hem bir nevi kamu hizmeti yapmış olalım, hem de o insanların gönüllerinde taht kuralım, deÄŸil mi?

​

Sevgili hocam, popülaritenin dinden-imandan daha deÄŸerli görüldüÄŸü bu modern çaÄŸda böyle bir popülist tutum çok kışkırtıcı ve motive edici olsa da ilmi namus adına inanın çok büyük bir hata ve günahtır. Günümüz dünyasında Ä°slam ve Müslümanlığın gerçek manada tebliÄŸ ve temsili ise Kur’an metnini açıp birtakım kelime oyunlarıyla olmadık teviller yapmakla gerçekleÅŸtirilebilecek kadar basit bir iÅŸ deÄŸildir.

​

Kur’an’ın bütün ahkâmıyla tarihüstü bir metin olarak algılanmasının herhangi bir dönemde hoÅŸ karşılanmayan veya izahı zor olan öÄŸeleri Kur’an’dan düÅŸürme yahut herhangi bir dönemde ihtiyaç hissedilen öÄŸeleri Kur’an metnine söyletme ÅŸeklinde bir bilinç karmaÅŸasından ortaya çıktığı kesindir. Ä°çinde erkeklerin hanımlarına vurmalarını onaylayan bir ayetin bulunmadığı çaÄŸdaÅŸ bir Kur’an metnine duyulan özlem de bu geleneksel ve psikolojik arka plandan beslenmektedir.

​

Erkek egemen karakterden ve her türlü ÅŸiddet unsurundan arındırılmış bir Kur’an metnine sahip olmak çaÄŸdaÅŸ Müslümanların ilk özlemleri olmadığı gibi son özlemleri de olmayacaktır. Ancak hiçbir tarihsel veriye baÅŸvurulmasa bile yalnızca Kur’an metninin bütününe yansıyan gerçeklik nedeniyle, çaÄŸdaÅŸ özlemlere cevap verecek Kur’an versiyonları üretmek, ilmi açıdan savunulamazlığı bir yana belli kesimleri tatmin ve mutlu etmenin ötesinde ikna edicilikten uzak kalacaktır. Kocanın reisliÄŸini gözetmenliÄŸe, kadının kocasına karşı itaatini saygıya, kadının kocasına karşı isyankârlığını huysuzluÄŸa ve kocanın karısını dövmesini ÅŸiddet içermeyen herhangi bir eyleme tahvil etmek suretiyle üretilen çaÄŸdaÅŸ versiyonlarıyla bile Nisâ 4/34. ayet erkek egemen dokusunu hâlâ yeterince koruyor olacaktır.

​

Kur’an’ı kendi özgün baÄŸlamı ve kendi tarihselliÄŸi içinde okuyup anlamaya çalışmanın alternatifi onu çaÄŸdaÅŸ yorumcunun tarihselliÄŸine gömmek ve/veya modern algının insafına terk etmekten baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. ÖrneÄŸin, günümüz Türkiye’sinin batı yakasına hitap eden bir metin olarak görüldüÄŸünde rahatsızlık doÄŸuran Nisâ 4/34. ayetteki muhteva kendi özgün baÄŸlamına yerleÅŸtirildiÄŸinde, ilk muhatapları mevcut olandan daha iyi ve Ä°nsanî tutuma sevk eden bir öneriye dönüÅŸür. BoÅŸanmayı tek makul çözüm kılacak derecede ÅŸiddetli geçimsizlik hâlinde dahi eÅŸlere geçmiÅŸteki güzel günlerin hatırasına uygun davranmalarını salık veren Kur'an’ın kıyamete kadar tüm Müslüman erkeklere karılarını dövme talimatı verdiÄŸi düÅŸünülemez.

​

Bu tarihî arka plan bilgisinden hareketle Nisa 4/34. ayetin, eÅŸiyle arasında bir sorun çıktığında, yani eÅŸi kendisine dikbaÅŸlılık ettiÄŸinde ilk tedbir olarak dayaÄŸa baÅŸvuran adamlara hitap ettiÄŸini ve onlara daha insani çözüm yollan önerdiÄŸini söylemek mümkündür. Bu inceliÄŸi göz ardı etmek, Kur’an’ın tüm erkek muhataplarının sabah-akÅŸam eÅŸlerine dayak atan adamlar olduÄŸu gibi, tarihsel gerçekle baÄŸdaÅŸmayan bir yargıya veya Kur’an’ın bütün evli erkeklere gerektiÄŸinde eÅŸlerini dövmelerini salık verdiÄŸi gibi bir yanlış anlamaya yol açabilmektedir. Hâlbuki bu ayet ataerkil Araplar arasında eÅŸini dövmeyi belki de tek yöntem olarak benimsemiÅŸ erkeklere baÅŸka yöntemler ve tedbirler salık vermektedir.

​

Bu konuda söylenecek nihai söz ÅŸudur: ÇaÄŸdaÅŸ Müslümanlar Kur’an’ın nüÅŸûz ve darb konusundaki tavsiyesinden ziyade bu tavsiyenin Hz. Peygamber’in fiili sünnetinde nasıl karşılık bulduÄŸuna dikkat etmelidir.

​

Unutmamak gerekir ki Kur’an Hz. Peygamber de dâhil olmak üzere bütün herkese hitap etmekte, ancak herkes ilahi hitabın gereklerini Hz. Peygamber gibi yerine getir(e)memektedir. Mademki Allah'ın sözü tutulacaktır: öyleyse kendi öznelliÄŸimizle bizatihi sözün kendisini “çaÄŸdaÅŸ Kur’an üretme” pahasına tevil ve tatbike çalışmaktan ziyade, onun en güzel tevili/teevvülü (pratik yorumu) olan nebevi sünnete bakmak ve bunu esas almak daha akıllıcadır. Nebevi sünnetteki uygulamaya bakıldığında, "Adam olan, karısını dövmez" sonucuna ulaşılır.

bottom of page