top of page

Tasarım Deliline Yöneltilen Eleştiriler

Düzen ve Zekâ

Teistler evrende görülen düzeni bir yaratıcının varlığına delil olarak kullanır ve böylesine bir sistemin tesadüfe dayalı ortaya çıkmasının imkânsızlığını hesap yoluyla göstermeye çalışırlar.[1]

Evren, “bir zekâ ürünü gibi görünmüyor mu?” diye sorulduğunda verilen cevap şu şekilde olmaktadır:[2]

Evren herhangi bir zekânın ürünü olarak görünmüyor! Evrenin tamamının yüzde kaçlık bir kısmını görüyoruz ki evren hakkında böyle bir sonuca varalım? Bir şeyin çok küçük bir kısmına bakıp daha sonra onun tamamı hakkında konuşmak ne derece doğrudur?[3]

Evrenin kaotik bir yapıda olmadığını ve belirli kurallara uygun olarak işlediğini ilân etmek o kadar kolay değildir. Kaotik bir yapı, sayısız miktarda düzenli alt parça içerebilir. Bu yüzden, evrenin daha üst bir kaosun belirli bir yapıya uyan bir alt parçası olması mümkündür. Ayrıca evrenin işleyişinde bir düzenin var olduğunu kabul etsek bile, düzenin bir zekâyı gerektirdiği iddia edilemez. Zekâ ile düzen arasında nedensel bir bağ yoktur. Herhangi bir düzenin muhakkak bir zekâdan kaynaklanması gerektiği mantıksal olarak gösterilemez.[4]

Açıkçası, kompleks ve sistematik bir düzenin muhakkak bir zekâ ya da tasarımı gerektirmeyeceği düşüncesi ateistin bu konuda ne kadar köşeye sıkıştığını göstermektedir. Düzen, bir tasarım neticesi değilse neyin sonucu olarak ortaya çıkar? Sistem ve düzenin zekâya işaret ettiğini mantıksal olarak göremeyen bir yaklaşım ne derece mantıklı olabilir? [5]

Nedensellik

Evrenin var olmasının arkasında bir neden aramak isteyişimiz şimdiye kadar gördüğümüz ve bildiğimiz her şeyin bir sebebinin olmasıdır. Peki, gerçekten varolan her şeyin bir nedeni olmak zorunda mıdır? Bazı şeylerin “nedensiz olması” mümkün değil midir? Evrenin her tarafını görüp inceleyemediğimize göre, evrenin herhangi bir nedene bağlı olarak var olması mümkün olabilir. Belki de evren, kendisinin nedensiz var olmasını sağlayacak ve bizim henüz bilmediğimiz bazı çok özel niteliklere sahiptir.[6]

Yeteri kadar açıktır ki, nesneler arasında sebep-sonuç ilişkisinin varlığı aklın ve bilginin garantisi ve temelidir. Fiziksel dünyada olaylar birbiri ile hiçbir mantıksal ve deneysel bağlantı ihtiva etmeyecek şekilde cereyan ediyor olsaydı, insan aklı çıkarımda bulunabilecek verileri elde etme imkânına sahip olamayacaktı. Böylelikle akıl işlemeyecek ve bilgi /bilim üretilemeyecekti. Bilimsel bilginin nedensellik prensibi ile ne derece sıkı ilişki içinde olduğu göz önüne alınırsa fiziksel olaylar arasındaki ardışıklığın akıl ve bilgi bağlamındaki önemi daha iyi anlaşılabilir. [7]

Nedenselliğin ve genel kanunların insan zihni tarafından uydurulmuş şeyler olduğu neticesi çıkarılmamalıdır. Tam tersine, nedensellik varolan, tesis edilmiş bir düzenlilik ve ardışıklık ilişkisidir ve insan zihni de bu ilişkiyi fark etme potansiyeline sahip bir araçtır. Bu anlamda tabiat ile zihin arasında anahtar ve kilit uygunluğunu taşıyan karşılıklı bir bağlantı ve tutarlılık söz konusudur.[8]

Söylenenlerden sebep ile sonuç arasında hiçbir bağlantı olmadığı neticesi çıkarılmamalıdır. Ancak belirli bir olaydan sonra daima başka belirli bir olayın meydana gelmesi maddenin tercihi, bilgisi ya da bilinci ile değildir. Dolayısıyla düzen ve intizam söz konusu olmakla beraber ortada herhangi bir zorunluluk mevcut değildir.[9]

Sebeplerin sonuçları zorunlu olarak doğurduğunu ileri sürmek tabiata metafizik bir özellik yüklemek anlamına gelir. Bu iddiaya sahip olanların söz konusu zorunluluğun hangi nedenden kaynaklandığını açıklaması gerekir. Yapılmaya çalışılacak açıklamazorunluluğun maddenin kendisinden kaynaklandığı ve tabiatın bir özelliği olduğu düşüncesidir. Ancak maddeye atfedilen bu özelliğin ne bilimsel ne de mantıksal bir nedeni yoktur, tamamen keyfidir ve apriori bir yargıdır. Ateist kendi inancına bir temel hazırlayabilmek için böyle bir kabul yapmak zorunda kalmaktadır.[10]

Hume bu kanunları formüle ederken o sebep-sonuç ilişkisinin kendisini reddeder! Şöyle söyler:

“Bütün olaylar tamamen birbirinden bağımsız ve ayrıdır. Bir olay diğer bir olayı takip eder; fakat onlar arasında hiçbir bağ göremeyiz. Birbiri ardınabilardo topunun duran diğer topa çarptığını gören bir kişiyi örnek verir. Hume’a göre bu kişi ikinci topun hareket etmeye başladığını görür ama böyle bir şeyi ilk kez gördüğünde: “O olayın diğeriyle bağlı olduğunu söyleyemez, ancak diğeriyle arka arkaya geldiğini görür. Bu türden birkaç olay daha izledikten sonra ancak onların birbiriyle ilintili olduğunu söyleyebilir. Peki, nasıl bir değişiklik oldu da bu yeni bağlantı fikrinin oluşmasına sebep oldu? Aslında o kişinin, bu olayların bağlı olduğunu zihninde kurgulamasından başka bir sebep yoktur ortada ve böylece biri diğerinin oluşmasına bağlı olarak meydana geldi demek ona çok daha kolay gelir. Bu yüzden bir nesnenin diğer bir nesneye bağlı olduğunu söylerken aslında sadece aklımızdan bir bağlantı kurduğumuzu söylemek istiyoruz...”[11]

Bu yüzden Hume modern bilimin temellerini büyük ölçüde sarsmış oluyor çünkü bilimsel kanunlar tam da Hume’un inkâr ettiği şeye dayanmaktadırlar (yani bir sistemin işleyişinin sebep-sonuca dayalı tariflerine). Örneğin Hume yaşasaydı, akciğer kanserinin sigara içmekle ilişkilendirildiği pek çok vaka olduğunu kabul edecekti fakat bunların arasında nedensel bir ilişki olduğunu reddedecekti. Kabarcık odasında fizikçilerin gözlemlediği yörüngelerden temel parçacıkların var olduğu sonucunu çıkarmamıza izin verilmezse atom fiziğinden geriye ne kalacağını düşünün bir de.[12]

Hume’un eleştirileri ilk bakışta sadece metafiziğe karşıymış gibi gözükebilir; oysa Einstein’ın da belirttiği gibi, eğer Hume’un metafiziğe yönelik tüm eleştirilerini tutarlı bir şekilde kabul edersek, sadece metafizikten değil tüm düşüncelerimizden vazgeçmemiz gerekir.  Çünkü Hume, metafiziği eleştirmek adına, zihinsel kavramlarla dış dünya arasında bağ kurulamayacağını söylemekte ve nedenselliğe şüpheyle bakmaktadır; bu yaklaşıma sahip biri ise sadece metafiziğe değil, Einstein’ın dediği gibi her şeye şüpheyle bakar. Yüksek bir yerden atladığımızda yere düşeceğimize veya ileriye doğru ittiğimiz hafif bir cismin ileriye doğru hareket edeceğine dair inancımıza da evrendeki neden-sonuç ilişkileri arasında kurduğumuz bağlantıyla (nedensellikle) ulaşırız. Daha evvel belirtildiği gibi, nedensellik bilginin türetilmesinin ve aklın işlemesinin garantisidir. Aksi tadtirde, evrenden hareketle kanunları ve düzeni açıklama imkânı ortadan kalkar. Hume’un eleştirilerini doğru kabul eden biri, sadece metafiziksel kanaatlere değil, en sıradan bilgilere karşı bile bilinemezci (agnostik) olur.[13]

Nedensellik Zincirinin Sonu: Tanrı mı Madde mi?

Teist, ilk nedenin tanrı olduğunu belirtirken, bu düşünceye en ciddi itiraz David Hume tarafından gelmiştir. Hume, “nedenler zincirini geriye doğru götürürken niçin tanrıda durmamız gerekiyor ki? Tanrının yerine neden maddenin kendisinde durmayalım?” şeklinde bir karşı argüman geliştirmiştir. Böylelikle sorun, “ilk nedenin” varlığından ziyade ne olduğu noktasına taşınmıştır. [14]

Bu yaklaşımın ne derece makul ve kabul edilebilir olduğunu herkesin kendi cevaplaması gerekiyor. Aslında ateistin neden tanrıda değil de maddenin kendisinde durulması gerektiğini açıklaması beklenir. Teist kendi argümanında oldukça mantıklı tutarlıdır, çünkü anlamlı ve mükemmel bir esere bakıldığında bunun arkasında sanat, ilim, kudret ve irade gibi özelliklere sahip bir varlığın olduğu hemen anlaşılır. Madde bu özelliklere sahip olmadığına göre, tanrının varlığı çok açıktır. Aslında tüm nedenlerin arkasındaki gerçek failin tanrı olduğunu anlayan birisi için sebepler zincirinin eksi sonsuza kadar götürülmesine gerek yoktur, çünkü daha ilk sebebin bile hakiki fail olamayacağı bellidir.[15]

Zincirin bağlı bulunması gereken sabit noktanın varlığını kabul etmek istemeyen bir kişi, nedensellik ilişkisini kullanarak her halkanın kendinden bir önceki halkaya bağlı olduğunu ve bu işlemin sonsuza kadar uzayıp gittiğini ileri sürerek işin içinden çıkmayı deneyecektir. Fakat zinciri ne kadar uzatırsanız uzatın neticede bir yere bağlamadıkça lambanın havada durmasını açıklamanın imkânı yoktur. Zincirin halkalarının sayısını sonsuza uzatmak lambanın havada asılı durmasını açıklamaz, sadece problemin cevabının ötelenmesini sağlar. Sorunun ötelenmeye çalışılmasının arkasında verilecek esaslı bir cevabın olmaması ve gerçek cevabın gizlenme gayreti vardır. [16]

Bir problemin sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde araştırılması ve asıl nedenin ne olduğunun anlaşılması isteniyorsa nedensellik halkası tatmin edici bir noktada nihayete erdirilir. Mesela, son derece dağınık halde bıraktığınız evinizden sabah çıktınız ve akşam geldiğinizde her yerin düzenlendiğini, temizlendiğini, bulaşıkların yıkandığını gördünüz diyelim. İlk olarak akla, yerlerin elektrik süpürgesi tarafından temizlendiği ve bulaşıkların mutfaktaki makine ile yıkandığı gelebilir. Peki, bu düşünce meseleye tatmin edici bir açıklama getirmekte midir? Nedensellik zincirini daha geri götürme- ve gerek yok diyebilir misiniz? Fakat diyelim ki, tam bu olayın asıl sebebini düşünürken telefonunuz çalsa ve kardeşiniz size haber vermeden evinizi düzenlediğini söylese, mesele tamamen çözülmüş olur.[17]

Hume’un nedensellik halkasını maddesel dünyada sona erdirmek istemesi ve bunu makul görmesi, evdeki temizlik operasyonunun elektrikli cihazlar tarafından gerçekleştirildiğini kabul etmek gibi bir şeydir.Hatta bunun ötesinde başka bir neden aramanın bilim dışı olacağı ileri sürülmektedir. Bu durumda Hume “evinizi kardeşinizin temizlediğini düşünüyorsunuz da neden elektrikli cihazların bu işi yaptığı noktasında durmuyorsunuz?” şeklinde bir itiraz yöneltmiş olmaktadır. Yeteri kadar açıktır ki, nedensellik zinciri bilinçli bir faile ulaşıldığı zaman sona erdirilebilir ve daha ileri gitme gereği duyulmaz. Dolayısıyla “niçin temizliği yapanın ne olduğu meselesinde elektrikli süpürgede durmayıp da bilinçli bir faile gelince sona erdirdik?" sorusunun cevabı açıktır: çünkü bilinçsiz şeyler böyle olayların gerçekleşmesinde hakiki fail olamazlar![18]

Ateistler nedensellik halkasının maddesel varlık alanında sona erdirilmesi konusundaki problemi temellendirmek için başka bir açıklama girişiminde daha bulunmaktadırlar. Geriye doğru gidildiğinde evrene neden olabilecek herhangi bir şeyin kalmayacağı şeklindeki bu düşünce şöyle ifade edilmektedir:[19]

“Nedensellik ilişkisi en az iki madde/varlık arasında geçerlidir: Nedenler halkası geriye doğru işletildiği zaman en sonunda geriye evrenin kendisinden başka bir şey kalmaz. Dolayısıyla bu noktadan itibaren nedensellik bağından söz edilemez, çünkü evrene neden olabilecek herhangi bir şey kalmamıştır.”[20]

Yukarıdaki ifadeye dikkat edilirse, totolojiden başka bir içeriği olmadığı hemen fark edilecektir. Burada ateistten beklenen şey, nedenselliğin hangi sebeple evrenin kendisinde sonlandırılacağı hakkında bir açıklama yapmasıdır. Fakat nedenselliğin maddesel dünya çerçevesinde kalmasını zorunlu gibi algılayan ateist, son noktaya geldiğinde evrene neden olabilecek herhangi bir şey kalmadığını söyleyerek cevap vermekten kaçmakta ve sorunu ortada bırakmaktadır. [21]

Nedensellik zinciri geriye doğru götürüldüğünde elimizde evrenden başka bir şeyin kalmaması, artık nedenselliğin işlemeyeceğini değil, aradığımız nihai ve tüketici nedenin evren ile aynı türden olmayan bir şey olduğuna işaret eder. Ateist, evrenin nedenini yine evrenin kendi içinde bulmaya çalıştığı için, sorun “evrenin nedeni nedir?” noktasına geldiğinde “nedensellik burada biter!” ya da benzer anlama gelen “evrenin nedeni yoktur!” cevabını verir. Hâlbuki bir şeyin nihai nedeninin o şeyin kendisi olduğunu ileri sürmek sadece bir inançtır. Nedensellik zincirinin bu noktada kesilmesi tamamen keyfidir, bilimsel ya da mantıksal bir temeli yoktur. [22]

 

Tanrıyı Kim Yarattı

Eski bir çocuk sorusudur. "Eğer Tanrı evreni yarattıysa Tanrı’yı kim yarattı?” diye sorar çocuklar ve bu böyle sürüp gider. [23]

Gerçekten de Brights'ın (Yeni Ateistlerin kendilerine verdikleri bir isim) en sert yumruğu bu mu? İrlandalı bir arkadaşın şöyle söylediğini duyar gibiyim: “Bu yine de bir şey ispatlıyor; daha iyi bir argümanları olsaydı, mutlaka onu savunurlardı.” Bu argümanla karşılaşırsanız, sadece aklınıza şu soru gelsin: Tanrıyı kim yarattı? Bu soruyu sorduğuna göre soruyu soran kişinin kafasında yaratılmış bir Tanrı imajı vardır.[24]

Dawkins’in argümanı özünde yaratılmış bir tanrıya odaklanmaktadır. Bizi ikna etmek için bunca uğraşmasına aslında gerek yoktu. Pek çoğumuz zaten epeyce uzun bir zamandır bize anlatmaya çalıştığı şeye ikna olmuş durumdayız. Bir Hıristiyan asla Tanrı’nın yaratılmış olabileceğini aklına bile getirmez zaten. Tıpkı bir Müslüman’ın ya da bir Yahudi’nin de aklına getirmeyeceği gibi. Dawkins’in argümanı, kendisinin de itiraf ettiği gibi, mutlak/sonsuz bir Tanrı hakkında bir şey söyleyemez. Onunla tamamen ilgisizdir. [25]

Evreni yaratan ve idare eden Tanrı’ya gelince O yaratılmadığı için zaten ezelidir. ‘Yapılmamıştır’ ve bu yüzden bilimin keşfettiği yasalara tabi değildir; evreni malum yasalarla yapan O’dur. Aslında, Tanrı ve evren arasındaki temel farkı oluşturan şey işte bu gerçektir. Evren yoktan varlık bulmuştur ama Tanrı öyle değildir. Tanrı yaratılmamış cinsindendir. Ama evren o cinsten değildir. Evren var edilmiştir; yaratılmıştır.[26]

Yunanlıların bu konudaki düşüncesi şu iki madde ile özetlenebilir:Madde hep vardı ve hep var olacak. Madde sonsuzdur (ezeli ve ebedidir). En basit haliyle şekilsizdir, düzensizdir ve sınırsızdır; yani kaostur. Fakat sonra bazı tanrılar geldi ve ezeli maddeye düzen getirdi ve ondan son derece düzenli bir kâinat (kozmos) meydana geldi. İşte bu sürece Yunanlılar yaratılış adını vermişlerdir.[27]

Şuna dikkat etmişizdir, İyonyalı filozoflardan asırlar önce ortaya çıkan, vahyedilmiş dinler bu hususta çok farklı bir anlayışı vazeder:[28]

  1. Madde sonsuz değildir: Evrenin bir başlangıcı vardır ve bir tek Tanrı ezelidir ve her şeyin Yaratıcı’sıdır.

  2. Tanrı kâinattan önce de vardı ve ondan bağımsızdır. Evren Tanrı’dan çıkmamıştır. Tanrı onu kendinden değil yoktan yaratmıştır, ama onu idare eder ve önceden belirlediği maksadına varması için yönlendirir.

 

Bu nedenle Dawkins aslında, Yunanlılar ve onların ‘göklerden yeryüzüne inen’ tanrıları inancı ile hesaplaşmaktadır, yani yaratılmış tanrılar inancıyla. Aslında Dawkins birinci yüzyılda Atina’da Areopagus’un felsefe okulunda Havari Paul’u dinleyenlere katılsaydı ondan bir şeyler öğrenirdi herhalde. Tarihçi Luke, Paul’ün şehri dolaşırken sakinlerinin Tanrı inancının ne kadar kusurlu olduğunu fark ettiğini (etrafın putlarla dolu olduğunu, hatta bir tanesinin ‘Bilinmeyen bir Tanrıya’ diye işaretlendiğini gördüğünü) yazar. Hayallerden medet uman, akıl karşıtı bağnaz bir ateist stereotipine hiç uymayan Paul, Yunan düşüncesini bütün yönleriyle çalışıyor ve AtinalIların saflıklarına (cahilliklerine) en az Dawkins kadar şaşırıyordu. Sınırsız insan hayalinin durmadan ürettiği tanrılar (yaratılmış tanrılar) hiç de yeni şeyler değildir.[29]

Dawkins’in Yaratıcı’yı kim yarattı diye sorması onun aslında yaratılmamış ve ezeli olan bir varlığın vücudunu tahayyül etmek konusunda zihinsel bir problem yaşadığını gösteriyor. Durum böyle ise ortada çok daha ciddi bir tutarsızlık var demektir. Dünya görüşünün onu, madde ve enerjinin (ve tabiat kanunlarının) hep var olduğuna (bir kez daha eski Yunanlılarla benzer şekilde) inanmaya zorladığı düşünülebilir. Eğer öyleyse bir şeyin ezeli olduğuna inanıyor demektir, yani etrafımızı saran evreni oluşturan maddenin ezeli olduğuna inanabilmektedir.[30]

Eski Komünist ülkelere yaptığım bütün ziyaretlerde demode komünist akademisyenlerin “Tanrı’yı kim yarattı?” diye sıkılıkla sormaları merakımı celbederdi. Oysa aynı insanların maddenin ezeli ve ebedi olduğuna dair inançlarına dikkat çektiğimde, içine düştükleri çıkmaz bir hayli ilginç olurdu. Sonunda ana meseleyi kesin olarak belirlemeyi başarabiliyorduk. Onlara göre ezeli ve ebedi olan bilinçsiz bir madde tam anlamıyla kabul edilebilirdi ama ezeli ve ebedi olan Tanrı kabul edilemezdi. Söylediklerinin bir mantığı yoktu. Ezeli ve ebedi bir enerjiye evet ama ezeli ve ebedi bir Zat’a hayır! Bu nasıl bir mantık böyle?[31]

Tanrı’nın Kompleksliği

Richard Dawkins’e göre “Evreni tasarlamaya kadir bir Tanrı... O’nun sunduğu farz edilen izahtan çok daha büyük bir izaha ihtiyacı olan son derece kompleks ve olanak dışı bir varlıktır.” Diğer bir ifadeyle Dawkins bunun bir açıklama olmadığını çünkü tanımı gereği Tanrı’nın açıklamaya çalışılandan çok daha kompleks (ve bu nedenle de daha az olası) olduğunu iddia eder. Bu iddiasını da şöyle açıklar: “DNA/protein makinesini doğaüstü bir Tasarımcıya başvurarak açıklamak demek tam olarak hiçbir şey izah etmemek demektir, çünkü Tasarımcının kökenini izahsız bırakırsın. ‘Tanrı hep vardı’ gibi bir şey söylemek zorunda kalırsın ve eğer böyle bir tembellik yaparak kurtulmak istersen ‘DNA hep vardı’ ya da ‘Hayat hep vardı’ demeyi de tercih edebilir ve bununla yetinebilirsin.”[32]

Oysaki Dawkins’in bu düşünüş tarzının en ufak bir mantığı dahi yoktur. İlk olarak, ne DNA ne de hayatın hep var olmadığını, bir başlangıçlarının olduğunu biliyoruz. İşte zaten tam da bu nedenle bilim adamları onların varlıklarının kökenini açıklamaya çalışıyorlar. Bunu bir kenara bıraksak bile, Dawkins’in ‘bilimsel’ demeye değer türden bir açıklamanın ancak basitten karmaşığa doğru giden bir açıklama olduğuna inanması da, hakkında birkaç söz söylenmeyi hak ediyor. Onun her şeyi “fizikçilerin anladıkları basit şeyler” türünden açıklamak gibi bir isteği olduğu anlaşılıyor.[33]

Fizikçileri ve onların bir elmanın düşüşünü açıklamaya çalıştıklarını düşünelim. Fakat, bu konuyu Newton'un yerçekimi kanunuyla açıklamak çoğu insana son derece karmaşık gelir, hele de uzay zaman eğrisi açısından izafiyet kuramı baz alınarak yapılacak bir açıklama ancak uzmanları tarafından anlaşılabilir. Eğer böyle açıklamaları, açıklama çalıştıkları şeyden daha kompleks olduklarını düşünerek inkar edecek olsaydık o zaman bilimin çok büyük bir kısmını inkar etmiş olacaktık.[34]

İzafiyeti düşünün, kuantum mekaniği ya da en iyisi kuantum elektrodinamığini düşünün. Basit olmaktan öyle uzaklar ki ancak en üstün zekalı insanlar anlayabilirler ve buna rağmen hala çözülmemiş pek çok sırları mevcut. Öncelikle kuantum mekaniğinin tam olarak neden çalıştığını kimse bilmiyor ve hatta Richard Feynman’ın dikkat çekmeyi sevdiği gibi enerjinin ne olduğunu bile kimse bilmiyor. Şimdi ilginç olan nokta şu: Richard Dawkins nihai izah olarak Tanrı’nın fazla kompleks olduğunu düşünüp itiraz ediyorsa, parçacık fiziği evreninin yapısındaki kompleksliğe de itiraz etmesi ve ‘enerji’ gibi kavramlara dayanarak yapılan nihai izahlarla tatmin olmaması gerekir çünkü onları da gerçek manada anlayamıyoruz.[35]

Açıklamaya çalıştığınız bir varlıktan daha karmaşık bir varlık olduğunu varsayma işi bilim adamlarının hep yaptıkları bir şeydir. “Tanrı Yanılgısı” adında 400 sayfalık bir kitap okudum. Şimdi benim bu kitaptan yola çıkarak, bu kitaptan çok daha karmaşık olan Richard Dawkins adında bir varlık olduğunu öne sürmem hakikaten izah olarak kabul edilemez mi?[36]

Örneğin, bir arkeolog düşünün yeni keşfedilmiş bir mağaranın duvarında iki çiziğe işaret ederek: “İnsan zekâsı!” diye bağırır. Eğer Dawkins’in mantığıyla konuya bakarsak şöyle bir cevap vermeliyiz: “Ah çok komiksin! Bu çizikler çok basit. Üstelik sadece iki tane. Mağara duvarındaki böyle basit iki çiziği açıklamak için insan beyni gibi kompleks bir şeyden bahsetmek bir açıklama sayılmaz!” Eğer araştırmacı ısrarla bu ‘basit’ çiziklerin Çince karakterler oluşturduğunu, yani bir insan için bir anlam taşıdığını söyleseydi ne yapardık? Araştırmacının akıllı bir fiil olduğu sonucuna varmasını makul görürdük. O çizikleri, çiziklerin kendisinden çok daha kompleks bir şeyle izah etmeye çalışmanın, bilimin sonu falan olmadığını da çok iyi bilirdik. O çizikler, onları çizen insanların kimlikleri, kültürleri ve zekâları hakkında çok önemli bir ipucu olabilirler; her ne kadar haklarında her şeyi bilmemize imkân vermeseler de.[37]

Eğer maksat en iyi izahı yapabilmek için bilimsel bir çıkarımda bulunmak ise bilim adamlarından bir fenomeni açıklayan izahı, açıklamayana tercin etmeleri beklenirdi, fakat hayatın kökenini değerlendirmeye geldiğinde durum bazıları için hiç de öğle olmuyor. Bu örnekte baştan kabul edilmiş bir materyalizm yüzünden, tam anlamıyla bilim karşıtı (yani delilleri takip etmenin yol açacağı sonuçlardan hoşlanmadığı için delillerin açıkça götüreceği noktaya varmayı istememe gibi) tavır takınılıyor.[38]

Tasarım kanıtındaki Analojiye İtiraz

Tasarım kanıtı, en azından, onun eski versiyonları, tamamen analoji üzerine kuruludur. Evren bir takım önemli yönlerden bir saat gibidir, denir ki, bu nedenle evren, saat gibi, muhtemelen tasarımlanmıştır. Hume'un eleştirisi, temel olarak analojinin bir tasarımcı çıkarsamayı desteklemek için çok zayıf olduğu noktasıdır. Evren bir saat gibi değildir. Elbette analojiye dayalı tüm kanıtlar, benzemezlikleri ön varsayar, saatler kesinlikle evrenden tamamen farklıdır. [39]

Gerçek şu ki analojiden çıkarılan tüm kanıtlar doğası gereği görelidir. Muhtemelen bir x belirli bakımlardan bir y'ye benzerdir ve başka bakımlardan ise benzemezdir. Ben x ye y'nın benzer olduklarını ve hatta belirli bir çıkarımı desteklemek için yeteri kadar benzer olduklarını düşünebilirim ve siz düşünmeyebilirsiniz.[40]

Evren bir saat gibi midir? Bazı bakımlardan kesinlikle öyledir. Fakat onun bir saat gibi bir akıl tarafından tasarımlandığını çıkarsamayı destekleyecek kadar bir saat gibi midir? Bir organizma gibi olmaktan daha çok bir saate mi benzer? Bunlar zor ve karmaşık sorulardır. Hume'un beşinci eleştirisi genellikle tasarım kanıtına onun en önemli itirazı olarak kabul edilir. Ben onun da tasarım kanıtını çürüttüğünü sanmıyorum. Fakat belki de bunun nedeni, benim evren ile saat arasında önemli benzerlikleri görenlerden birisi olmamdır. Bu benzerlikleri görmeyenlere göre eski tasarım kanıtı ikna edici olmayacaktır.[41]

En etkin eleştiri, bir ev gördüğümüzde bunu yapan bir mimar olması gerektiği düşüncesinden hareket ederek evrenin var olmasının arkasında da mutlaka büyük mimarın varlığı sonucunun çıkarılması üzerinedir. Hume, bu iki durumun birbiri ile benzeşmediğini ve ev analojisini kullanarak tanrının varlığı çıkarımında bulunulamayacağını savunur. Bir evin yapısı ile evrenin ortaya çıkışının benzer şeyler olmadığını ileri sürer. Burada Hume, tanrının var olmadığını ileri sürmez, sadece sözü edilen analojinin, istenilen çıkarımı yapmak için yeterli olmadığı meselesi üzerinde durmaktadır:[42]

“Biz bir ev görürsek, büyük bir kesinlikle bunun bir yapıcısı veya mimarı olduğu sonucuna varırız. Çünkü bu örnek, tam, o çeşit nedenden ileri geldiğini deneyle gördüğümüz etki çeşididir. Fakat evrenin, aynı kesinlikle benzer bir neden çıkarsamamıza elverecek şekilde bir eve benzediğini ya da analojinin tam ve yetkin olduğunu söyleyemezsiniz herhalde. Benzeşmezlik öylesine çarpıcıdır ki, burada olsa olsa en çok yeltenebileceğimiz, benzer bir nedende ilişkin bir tahmin, bir yakıştırma, bir kabuldür. Bir evin yapısı ile bir evrenin türeyişi arasında bu gibi bir benzerlik olduğunu gösterebileceğimizi öne sürebilir misiniz? Siz hiç doğayı, öğelerin ilk düzenlenişine benzeyen bir durumda gördünüz mü? Gözünüzün önünde hiç dünyalar oluştu mu? Siz bu düzenin ilk ortaya çıkışından tamamlanışına değin, görüntünün bütün gelişmesini gözlemleme fırsatını buldunuz mu?” [43]

Hume, evrenin, nedeni hakkında bir hipotez kurulamayacak kadar tekil bir örnek olduğunu ileri sürerek itiraz eder. Çünkü biz evrenin oluşumu hakkında hiçbir deneyime sahip değiliz; onun varlık nedenine ilişkin alternatif hipotezleri test etmenin imkânından yoksunuz. Şayet Hume bu konuda haklı olsaydı, hiçbir analojik delil değerli olamazdı; çünkü Hume aslında, hakkında analojik yolla karar verdiğimiz şeyin, bu durumda evrenlerin, doğrudan ve tekrarlanabilir bir tecrübesine sahip olmadığımız sürece, analojiye güvenemeyeceğimizi iddia etmektedir. Fakat biz, bir konuda doğrudan tecrübeye sahip olsaydık, o konuda analojik akıl yürütme zorunlu olmaktan çıkardı.[44]

Nasıl yapıldığını görmediğimiz ve hakkında herhangi bir fikir sahibi olmadığımız her şey için aynı itirazın yapılması gerekir. İşte Hume bu noktada yani, “nasıl yapıldığını görmediğimiz şeylerin arkasında bilinçli ve ilim sahibi bir öznenin bulunması gerektiği çıkarımının yapılamayacağı” düşüncesinde yanılmaktadır. Hume bu itirazını, yukarıda belirtildiği gibi, “çünkü böyle bir deneyimimiz yok!” argümanına dayandırmaktadır. Bu çıkarımın hiç de sağlıklı olmadığı çok açıktır; eğer Hume haklı görülürse, bu hususta çok mantıksız iddialarda bulunmak mümkün olabilecektir. Şöyle ki, dünyaya çok uzak bir gezegende, yeryüzünde hiç görmediğimiz ileri teknoloji gerektiren ilginç bir cihaz bulunmuş olduğunu varsayalım. Bu cihazın “bilgili, bilinçli ve akıllı birtakım varlıklar tarafından yapılmış olması gerektiğini” ileri sürenlere “böyle bir çıkarım yapılamaz. Çünkü daha evvel bu tür bir cihazın yapılışına şahit olmadınız ki!” denilebilir mi?[45]

Örneği olmayan bir şeyin ortaya çıkışıyla ilgili hiçbir sorunun mâkul bir şekilde gündeme getirilemeyeceğini ve cevaplandırılmayacağım kabul etmek yanlıştır. Ne de bu normalde varsayacağımız bir şeydir. Şüphesiz bilim adamları örneği olmayan pek çok şeyi açıklamaya çalışırlar. İnsan ırkı ve âlemin kendisi bunun iki güzel öreğidir.[46]

Evren eşsiz bir şey olabilir, fakat onun tüm öğeleri, nitelikleri ve süreçleri eşsiz değildir. Evrendeki bazı şeyler ve olaylar evrendeki diğer şeylere ve olaylara benzer. Ayrıca biz, mutlak olarak eşsiz olsun veya olmasın, tüm evren ve onun kaynakları hakkında kesinlikle konuşabiliriz. Kozmologlar bunu kendi bilimlerinin önemli bir parçası sayarlar. Büyük patlama teorisi, rakip hipotezleri kadar, eğer Hume haklı ise, geçersizdir. Bilim adamları evrenin yaşı, boyutu ve genişleme oranı hakkında rasyonel çıkarımlara ulaşmakta başarısızlardır. [47]

Ayrıca her şey, birçok bakımdan eşsizdir. Muhtemelen Bili Clinton da birçok bakımdan eşsizdir, örneğin o, 1990 ve 1995 arasında Arkansas valiliğinden seçilerek Birleşik Devletler başkam olan ilk kimsedir. Fakat onun hakkında analojiye dayalı hiçbir akıl yürütmenin uygun biçimde yeterli çıkarımlara ulaşamayacağım söylemek tuhaf olmalıdır. Bu açıkça böyledir, çünkü eşsiz şeyler bile başka şeylerle ortak niteliklere sahiptir.[48]

Yalnızca evrenin küçük bir parçasını tecrübe ediyor olmamız doğru olsa da Hume'un yaptığı gibi, parçalardan bütüne doğru gidemeyeceğimizi söylemek tamamen yanlıştır. Aşina olduğumuz (söyleyebileceğimiz kadarıyla) evrenin parçalarını yöneten temel yasalar bütünü de yönetir. Dikkat edin, yalnızca evrenin oluştuğu maddenin küçük bir parçasını tecrübe ediyoruz, fakat tecrübe ettiğimiz tüm madde moleküllerden oluştuğu için evrendeki tüm maddenin moleküllerden oluştuğunu söylemekte duraksamıyoruz.[49]

Tasarım kanıtındaki Analojiye İtiraz – Eksik Analoji

Sonra Hume iddia eder ki, eğer insanın etkin varlık oluşu analojisini kullanacaksak, bütün yolu gitmeli ve aleme düzen veren Tanrının başka birçok yönden de insana benzediği kabul etmeliyiz. " Neden bedenli, gözlü, burunlu, ağızlı kulaklı vs. bir tanrı veya tanrılar kabul etmeyelim?" [50]

Bütün analojiler bir yerde dururlar, aksi takdirde analoji olmazlardı. A'nm B'ye ilişkisinin A’nın postule edilmiş B’ye benzer olduğunu söylediğimizde B'nin bütün yönleriyle B'ye benzediğini iddia etmiyor, fakat sadece ilişkinin varlığını açıklayan yönlerde ve aksine delile sahip olduğumuz konular hariç başka yönlerde benzer olduğunu söylüyoruz.[51]

Ofisimin bayan Mopp tarafından temizlendiğni varsayın. O şişman ve neşeli biridir, ayrıca bacağmda bir aksaklık vardır. Haftalarca onun ofisimi temizleyişini gözlemliyorum. O daima öğleden önce saat 10.30'da, benim kahve molasma çıkışımdan hemen önce gelir.[52]

Şimdi ise, bayan Mopp'un pazartesi günü öğleden sonra işten ayrıldığı söylendi; bu nedenle salı günü saat 10.30'da ofisimi temizlemck üzere kimse gelmedi, fakat kahve molasından dönüdüğümde odamın her zamanki gibi temizlenmiş olduğunu gördüm dediğimi varsayın.[53]

Buradan hangi sonucu çıkarabilirim? Etrafta bir temizlikçinin olduğu sonucunu elbette. Fakat temizlikçinin şişman, neşeli ve aksak bir kadın olduğu çıkarımında bulunmam gerekmez. Zira ofisi temizleyen kişi zayıf, mutsuz ve iki güçlü bacağa sahip bir adam da olabilir.[54]

"Bir yargıyı parçalardan bütüne aktarmak uygun olur mu? Parçalarla bütün arasındaki orantısızlık, her türlü karşılaştırma ve çıkarsamayı olanaksız kılmaz mı? Bir yaprağın dalında nasıl bittiği, iyice bilinse de, bize bir ağacın serpilmesi üstüne herhangi bir şey öğretebilir mi?” “Kurulmuş, düzenlenmiş, ayarlanmış bir dünyanın işleyişinin ne hakla, henüz gelişmesinin belli aşamasında olan ve o kuruluş ve düzenlemeye doğru ilerleyen bir dünyaya genellenebileceğini anlayamıyorum”[55]

Parçadan bütüne giderek ya da sınırlı deneyimlerden hareket ederek genelleme yapmanın tümevanmsal bir problem ortaya çıkardığı bilinen bir şeydir. Ancak bilimsel bilgi, yapısı itibarıyla, belirli bir teorik ve deneysel aşamadan sonra genelleme yapmak zorundadır, çünkü deneylerin sonsuz sayıda yapılması mümkün değildir. Benzer şekilde, parçadan hareketle bütüne doğru yol almak, bazı hallerde, bilimsel bilginin en azından ilk aşamasını teşkil edebilir. Mesela, insanlarda nasıl etki doğuracağı bilinmeyen yeni bir ilaç öncelikle fareler üzerinde denenebilir. Hiçbir zaman “fare ile insan birbirinden farklı şeylerdir, birinden elde edilen neticenin diğeri ile aynı olacağını nereden biliyorsunuz? Böyle bir deneyden hiçbir sonuç çıkarılamaz!” denilmesi makul karşılanmaz. Çünkü ilaç hakkmdaki bilginin birtakım testlerden geçirilmesi gerekmektedir ve bu deney bunlardan biridir. Tüm bu söylenenlere rağmen, yine de, bilimsel bilginin tümevanmsal niteliği ve parçadan bütüne yönelik genellemeye gitmesi her zaman eleştiri konusu yapılmaya açıktır. Dolayısıyla. Hume kesin bilgiye ulaşma anlamında söz konusu problemin altını çizmek açısından haklıdır.[56]

Hume itirazlarında haklı olsa bile, failsiz fiil olabileceği sonucuna ulaşılamaz. Çünkü herhangi bir eserin nasıl ortaya çıktığı bilinmese dahi, buradan “o eserin failinin olmadığı” gibi bir netice çıkarılamaz. Mesela, Mısır piramitlerinin o günkü şartlar altında nasıl yapıldığı hâlâ bilinmemektedir, fakat hiç kimse bu piramitlerin failsiz meydana geldiğini ileri süremez.[57]

İnsan ve tanrının fiilleri arasındaki farklılıklar, tanrının fillerini nasıl gerçekleştirdiğini ve eserlerini nasıl ortaya çıkardığını anlamayı zorlaştırmaktadır. Bunu anlaşılır kılmanın tek çaresi ise, analojiye başvurmaktır. Eğer birisi “analojideki durum ile gerçek durum birbirinin aynısı değil ki!” şeklinde bir itirazda bulunursa, o kişinin analojinin anlamını bilmediği ya da asıl anlatılmak isteneni kavrayamadığı sonucuna ulaşılır. Analojiye başvurulmasının asıl sebebi, gerçek durumun eldeki imkânlarla anlaşılamaz olmasıdır.[58]

Bir çakmak taşı üzerinde görülen birkaç küçük iz, arkeologun ilk insanın elinden çıkan bir şeyle muhatap olduğunu anlamasına yeter; o çakmak taşı sadece ayrışmış bir kaya parçası değildir artık. Akıllı bir fail sonucuna varmak; arkeoloji, kriptografi bilgisayar bilimi ve adli tıpta rutin olarak yapılagelen bir çıkarsamadır.[59]

Tasarım kanıtındaki Analojiye İtiraz – Neden Tek bir Tanrı?

Hume, “niçin aleme düzen vermek için birden çok tanrıyı, varsaymayalım da sadece bir tanede kalalım?” diye sorar. "Bir miktar insan bir ev veya geminin inşasında bir şehrin kurulmasında, bir İngiliz imparatorluğunun tertibinde birlikte iş görürse, neden birçok tanrı dünyanın oluşumunda birlikte çalışmış olmasın?"[60]

Eğer alemin düzeninden sorumlu olan birden fazla Tanrı olsa alemin farklı kısımlarında farklı tanrıların işlerinin karakteristik işaretlerini görmeyi ummalıyız. Tıpkı bir şehrin farklı evlerinde farklı çeşit ustalıkları gördüğümüz gibi. Aralarındaki farklılık daha genel bir yasaya göre açıklanabilir olmaksızın, evrenin bir kısmında kütle çekimin ters kare yasasına uyulduğunu, başka bir kısmında ise ters kare yasasından tamamen farklı bir yasaya uyulduğunu görmeyi beklemeliyiz. [61]

 

Dipnotlar

[1]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[2]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[3]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[4]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[5]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[6]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[7]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[8]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[9]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[10]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[11]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[12]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[13]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[14]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[15]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[16]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[17]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[18]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[19]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[20]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[21]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[22]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[23]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[24]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[25]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[26]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[27]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[28]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[29]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[30]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[31]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[32]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[33]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[34]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[35]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[36]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[37]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[38]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[39]Evrim ve Tasarım. Der: Recep Alpyağıl. İz:2013

[40]Evrim ve Tasarım. Der: Recep Alpyağıl. İz:2013

[41]Evrim ve Tasarım. Der: Recep Alpyağıl. İz:2013

[42]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[43]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[44]Din Felsefesi. C. Stephen Evans. Elis:2010

[45]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[46] Din Felsefesine Giriş. Brian Davies. Pradigma: 2011

[47]Evrim ve Tasarım. Der: Recep Alpyağıl. İz:2013

[48]Evrim ve Tasarım. Der: Recep Alpyağıl. İz:2013

[49]Evrim ve Tasarım. Der: Recep Alpyağıl. İz:2013

[50]Din Felsefesine Dair Okumalar I. Recep Alpyağıl, Richard Swinburne . İz:2012

[51]Din Felsefesine Dair Okumalar I. Recep Alpyağıl, Richard Swinburne . İz:2012

[52] Din Felsefesine Giriş. Brian Davies. Pradigma: 2011

[53] Din Felsefesine Giriş. Brian Davies. Pradigma: 2011

[54] Din Felsefesine Giriş. Brian Davies. Pradigma: 2011

[55]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[56]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[57]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[58]Ateizm Yanılgısı. Selçuk Kütük. Açılım Kitap:2010

[59]Aramızda Kalsın Tanrı Var. John C. Lennox. Ufuk: 2013

[60]Allah Felsefe ve Bilim. Komisyon; Alvin Plantinga. İstanbul Yayınevi

[61]Allah Felsefe ve Bilim. Komisyon; Alvin Plantinga. İstanbul Yayınevi

bottom of page