Arayan Ä°nsan
Ä°slam'a GiriÅŸ

​
Kötülük Problemi
Prof.Dr.Cafer Yaran'ın Kötülük ve Teodise (Vadi: 1997) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Hayatında, az veya çok umduÄŸu gibi olmayan ÅŸeylerle ve istediÄŸi gibi gitmeyen olaylar ve olgularla karşılaÅŸmayan ve hatta zaman zaman kendi başına gelen veya baÅŸkasında gözlediÄŸi bir hadise karşısında duygu ve düÅŸüncelerini, "bu bir kötülük, bir zulüm, bir ıstırap" gibi kavramlarla ifade etmek durumunda kalmayan bir insan, herhalde çok azdır.
​
Tek tek bireylerin yaÅŸamına giren acı hatıralar bir yana, büyük kitleler halinde insanoÄŸlunun karşılaÅŸtığı deyim yerindeyse acı ve kederler tarihi ve edebiyatının kimi örnekleri, çoÄŸu insanın öÄŸrendiÄŸi ve hafızasında tuttuÄŸu ilk tarihsel bilgiler arasında yer aldığı gibi, bugünün yazılı ve sözlü iletiÅŸim araçları için de en güncel ve çarpıcı haber kaynaklarını oluÅŸturmaktadır.
​
Batı din felsefesinin bu tür literatüründe en fazla gönderme yapılan örnek olaylar, Lizbon depremi veya Nazi zulmü gibi geçmiÅŸte yaÅŸanan olaylardır.
​
YaÅŸanılan çeÅŸitli acılar ve sıkıntılar olsun, onlara sebep olan depremler, seller gibi doÄŸal afetler veya ÅŸiddet ve zulüm gibi insan kaynaklı kötülükler olsun, hemen hemen her insana az ya da çok dokunduÄŸu gibi, onları ister istemez birtakım duygu ve düÅŸüncelere de sevk etmektedir. Bir afet veya zulümle karşılaÅŸan insan bir yandan sözgelimi tıbbi veya hukuki yollarla bundan kurtulmaya çalışırken öte yandan da çoÄŸu kez 'neden bu olaylar başıma/başımıza geldi' merkezli zihinsel bir sorgulama, açıklama getirme ve anlam bulma çabası içine girebilmektedir.
​
Sözgelimi, lösemiden muzdarip bir çocuk gören birisi, olaya iki açıdan bakıp söyle düÅŸünebilmektedir:
"Olayı doÄŸal açıdan ele aldığımızda, her ÅŸey olgusal neden ve sonuç zincirinde yerli yerine oturuyor; bize de hekimlerin gayretinin semeresini beklemekten ve kederimizle baÅŸ baÅŸa kalmaktan baÅŸka yapılacak bir ÅŸey bırakmıyor. Fakat ilahi adalet açısından düÅŸündüÄŸümde, bu acı durumu hiçbir tanrısal nedenle izah edemiyorum."
Ä°nanan birçok kiÅŸi, aklına gelen bu tür soruları, kronik bir ÅŸüpheye yol açacak bir boyuta ulaÅŸmadan, kendi aklını ve vicdanını tatmin edecek ÅŸekilde çözebilir. Ancak dinler tarihi ve felsefe tarihi göstermektedir ki bu herkes için böyle olmamaktadır. Evrendeki acılar ve kederler karşısında, iyi bir Tanrı'nın var olduÄŸundan ÅŸüpheye düÅŸen, hatta bu yüzden onun varlığını yadsıyan azımsanamayacak sayıda insan vardır.
​
Sorunun Tarihsel Arkaplanı
Çok yalın bir ifadeyle, 'evrendeki kötülüklerin iyi bir Tanrı ile baÄŸdaÅŸmadığı' savı ekseni etrafında dolaÅŸan 'kötülük problemi' oldukça eskilere gitmektedir. Onu mantıksal bir kanıt olarak ilk defa formülleÅŸtirenin Epicurus (ö. M.Ö. 270) olduÄŸu söylenir.
​
Epicurus'ün bu formulasyonu, kötülük problemi konusunu enine boyuna irdeleyen filozofların başında gelen onsekizinci yüzyıl Ä°ngiliz filozofu David Hume (ö. 1776) tarafından daha net bir ifadeye büründürülerek yinelenir ve ısrarlı bir biçimde savunulur:
"Tanrı, kötülüÄŸü önlemek istiyor da önleyemiyor mu? Öyleyse o güçsüzdür. Önleyebiliyor, ama önlemek mi istemiyor? Öyleyse o kötü niyetlidir. Hem önleyebiliyor hem de önlemek mi istiyor? Öyleyse kötülük nereden geliyor?"
​
Kötülük Türleri
Fiziksel Kötülük
DoÄŸal kötülük, hastalık yapan bakteriler, depremler, fırtınalar, kuraklıklar, kasırgalar ve benzeri durumlarda, insan eylemlerinden bağımsız olarak meydana gelen kötülüktür.
​
McCloskey fiziksel kötülüÄŸün alanını oldukça geniÅŸ tutar. Ona göre, doÄŸal afetler ve onların akabinde insanlara dokunan acı ve kederler, insanlara çeÅŸitli acıları çektirdikten sonra onları ölüme götüren hastalıklar, çoÄŸu kiÅŸinin daha doÄŸarken beraberinde getirdiÄŸi fiziksel ve ruhsal özürler yanında, çöller, buzlarla kaplı alanlar ve avlanarak beslenen tehlikeli etçil hayvanlar da fiziksel kötülük olarak sayılmalıdır.
​
ÇaÄŸdaÅŸ Batı kötülük problemi literatüründe fiziksel kötülükler ile ilgili somut bir çarpıcı örnek verilmek istendiÄŸinde, genellikle Lizbon depreminden bahsedilir. 1 Kasım 1755 tarihinde, saat 9:40'ta korkunç bir deprem Lizbon ÅŸehrini altüst eder. Richter ölçeÄŸine göre 9 ÅŸiddetinde olduÄŸu tahmin edilen, kayıtlı tarihteki bilinen en kötü deprem olarak belirtilen bu depremde, sadece Lizbon'da yaklaşık 40.000 insanın öldüÄŸü iddia edilir. Felaketin günü ve saati önemlidir: O, Azizler Gününde, Lizbon kiliselerinin tıka basa dolu olduÄŸu sabah ortası bir saatte olmuÅŸtu. Anlatıldığına göre, ilk anda kiliselerde ölmeyenler de ardarda gelen sarsıntılarda ve her yeri yakan büyük yangında öldüler. Yıkılan binalardan uzakta, limanda bir sığınak arayanlarsa gelgit dalgalarınca yutuldular. Bu deprem daha sonra gelen Batılı entellektüel kuÅŸaklar üzerinde derin bir etki yapmış ve felsefi optimizmin çöküÅŸünün hızlanmasında rol oynamıştır.
​
Ahlaki Kötülük
Ahlaki kötülük, biz insanların meydana getirdiÄŸi kötülüktür. Acımasız, adaletsiz, ahlaksız ve sapık düÅŸünceler ve eylemlerdir.
​
Kötülük Probleminin Varyasyonları
Mantıksal Kötülük Problemi
Kötülük probleminin mantıksal versiyonunu öne sürenler, Tanrı ve kötülük ile ilgili belli bazı teistik inançlar ve kabuller arasında mantıksal bir tutarsızlığın veya çeliÅŸkinin olduÄŸunu iddia ederler.
-
Tanrı her ÅŸeye gücü yetendir.
-
Tanrı tamamen iyidir.
-
Kötülük vardır.
Tartışma konusu önermeler geçici olarak ikiye indirilebilir:
-
Tanrı her ÅŸeye gücü yeten ve tamamen iyi olandır.
-
Kötülük vardır.
Zorunlu olarak doÄŸru olduÄŸu varsayılan anahtar konumundaki bir önerme, "iyi bir her ÅŸeye gücü yeten, kötülükleri tamamen elimine eder" önermesidir.
​
[Buna yapılan itiraz ise ÅŸu ÅŸekildedir: Tanrı,] kötülük içeren bir evren yaratır ve böyle yapmak için iyi bir nedeni vardır.
​
Bu neden iki yolla gösterilebilir. Birincisinde, Tanrı'nın kötülüÄŸe izin vermekte iyi bir nedeninin olmasının imkanı üzerinde durulurken; Ä°kincisinde, kötülüÄŸe izin vermesine yol açan bu nedenin tam olarak ne olduÄŸu belirlenmeye çalışılıp bunun iyi bir neden olduÄŸu gösterilmeye uÄŸraşılar.
​
Tanrı özgür yaratıklar yaratabilir, fakat onların sadece doÄŸru olanı yapmalarına neden olmaz veya karar vermez. Zira eÄŸer öyle yaparsa, o zaman her ÅŸeye raÄŸmen onlar özgür deÄŸillerdir; doÄŸru olanı özgürce yapmazlar. O halde, ahlaki iyilik yapabilen yaratıklar yaratmak için O, ahlaki kötülük yapabilen yaratıklar yaratmalıdır. O bu yaratıklara hem kötülük yapma özgürlüÄŸü verirken hem de aynı zamanda onların böyle yapmasına engel olmaz.
​
Tanrının yarattığı özgür yaratıklardan bazıları özgürlüklerini kullanırken yanlış yola sapmışlardır; ahlaki kötülüÄŸün kaynağı budur. Ne var ki özgür yaratıkların bazen yanlış yola sapması olgusu, ne Tanrı'nın her ÅŸeye gücü yetmesine ne de Onun iyiliÄŸine karşı sayılır; zira O ahlaki kötülüÄŸün meydana geliÅŸini ancak ahlaki iyilik imkanını da ortadan kaldırarak engelleyebilirdi.
​
Özgür irade savunucuları, Tanrı'nın, kudret ve iyilik sahibi olmakla birlikte, bu sıfatlarıyla çeliÅŸmeden kötülüÄŸe izin vermesinin onlarla baÄŸdaşır ve yakışır bir nedeninin olabileceÄŸini savunmaktalar. Onlara göre bu olası neden, Tanrı'nın, insanların özgür olmasına yönelik muradıydı. Özgürlükse, böyle yaratıklara, kötülük yapabilme kapısının da açık bırakılmasını gerektiriyordu. Tanrı da bir olasılıkla böyle yaptı ve sonuçta ahlaki kötülükler ortaya çıktı. Ama sözü edilen nedenden ötürü, bu kötülükte, Tanrının kudretiyle de iyiliÄŸiyle de çeliÅŸen bir ÅŸey yoktur.
Özgürlük olacaksa kötülük kaçınılmaz gözükmektedir. Ama burada yine de en az iki soru akla gelmektedir.
Birinci olarak, kötülükler, kabul edelim ki özgürlük için gerekliydi; bu yüzden de var edildi veya var olmasına izin verildi. Peki ama özgürlüÄŸün kendisi ne için gerekliydi? BaÅŸka bir deyiÅŸle, özgürlük, uÄŸruna çekilen acı ve sıkıntıları mazur gösterecek kadar deÄŸerli mi? Onu bu kadar deÄŸerli kılan ne? Özgürlük için de olsa deÄŸer miydi bunca kötülüÄŸe Tanrı'nın izin vermesine ve bunca ıstırabı kulların çekmesine? Özgürlük, kötülüÄŸün adil bir bedeli olacak kadar büyük bir deÄŸer ve nimet mi?
​
Ä°kinci olarak da özgürlüÄŸün mazur gösterebileceÄŸi kötülük, özgür insanların kendi özgür iradeleriyle yaptıkları kötülüktür, yani ahlaki kötülük dediÄŸimiz kötülük çeÅŸididir. Oysa bir de insan karar ve eylemleriyle alakası olmayan fiziksel kötülükler vardır. Depremlerin, sellerin ve benzerlerinin insan iradesiyle bir alakası gözükmediÄŸine göre bunlara ne diyebilir özgür irade savunması?
​
Yukarıda sorulan ilk soru pek sorulmamakta, literatürde üzerinde pek durulmamaktadır. Bize öyle geliyor ki, özgürlük için kötülük gerekli miydi deÄŸil miydi sorusu ve tartışmasından daha önemli ama cevabı daha da zor olan soru budur. Zira özgürlük için kötülüÄŸün en azından potansiyel olarak var olması gerektiÄŸi pek kapalı bir konu deÄŸildir. Oysa madem ki beraberinde bir miktar kötülüÄŸün bulunması kaçınılmazsa, o halde bu özgürlük lütfedilmeye veya istenilmeye deÄŸer mi sorusuna cevap vermek daha zordur; ama konuyla da doÄŸrudan iliÅŸkilidir. Ne var ki bu soru tümüyle nesnel olarak cevaplanabilecek bir soru deÄŸildir. ÖzgürlüÄŸün çekilen ıstıraba deÄŸip deÄŸmediÄŸine kiÅŸiler kendi karar verebilir. Ancak ÅŸurası bir parça açıktır ki insanların çoÄŸu için özgürlük gerçekten deÄŸerlidir. Nitekim o, insanı öteki varlıklardan ayıran belki de tek özelliktir.
​
Delilci Kötülük Problemi
Kötülük problemini teizme karşı somut bir kanıt olarak kullanan eleÅŸtiricilerin hepsi kötülük ile teistik Tanrı inancı arasında bir tutarsızlık olduÄŸu iddiasında bulunmaz. Bir kısım eleÅŸtiriciler, kötülüÄŸün Tanrı inancını mantıken imkânsız kılmayabileceÄŸim teistlerle birlikte kabul etmektedirler.
​
Ne var ki kötülük veya kötülüÄŸün miktarı, onlara göre, Tanrı'nın varlığını imkânsız yapmamakla birlikte, onu olasılık dışı, gayri muhtemel veya makul olmayan bir inanç haline getirmektedir. Bu ÅŸekilde görece daha mütevazı bir iddiayla formüle edilen kötülük problemine, “delilci kötülük problemi” deniyor. "Buradaki itiraz teizmin tutarsız olduÄŸu deÄŸildir, fakat onun makul olmadığıdır. Mantıksal versiyonun aksine, kesin kanıtlama iddiasında olmayan bir versiyondur.
​
Delilici versiyonun sıkça referans gösterilen bir biçimi, James Cornman ve Keith Lehrer'in eserinde görülür. Onlara göre de gerçek dünyada bulduÄŸumuz kötülüÄŸün varlığı ile Tanrının varlığı mantıksal olarak çeliÅŸik deÄŸildir; bu iki yargı birbiriyle tutarlılık içinde bulunabilir. Evrendeki kötülüÄŸün varlığı verildiÄŸinde, Tanrının varlığı, mantıksal bir zorunlulukla yanlışlanmasa da makul bir olasılık olmaktan çıkmakta, gayri muhtemel olmaktadır.
​
EÄŸer her yönüyle iyi, her ÅŸeyi bilen ve her-ÅŸeye-gücü-yeten biri olsaydınız ve içinde mutlu ve üzgün olan; hazdan hoÅŸlanan; acıyı hisseden; sevgi, öfke, merhamet, nefret ifade eden duygulu varlıkların bulunduÄŸu bir evren yaratacak olsaydınız, ne çeÅŸit bir dünya yaratırdınız? Besbelli ki, mümkün dünyaların en iyisini, yani mümkün olan en az miktarda kötülük içeren dünyayı yaratırdınız. Bu dünyadaki ıstırap ve acıdan doÄŸan kötülüÄŸün bu dünyayı Tanrının yarattığını düÅŸünen herhangi biri için nasıl bir sorun olduÄŸunu anlamaya baÅŸlamalısın; o zaman da öyle görünüyor ki, onun Tanrı diye isimlendirdiÄŸimiz bir ÅŸey tarafında yaratılması ve yönetilmesinin muhtemel olmadığı sonucuna ulaÅŸmalıyız.
​
GörüldüÄŸü gibi bu kanıtta Tanrı inancının mantıken tutarsızlığından ve imkansızlığından deÄŸil, böyle bir Tanrı'nın var olmasının 'muhtemel olmadığı', hatta daha da mütevazı ve öznel bir ifadeyle 'muhtemel gibi gözükmediÄŸi' iddiasında bulunuluyor. Bu sonuca dair ifadeleri de bir mantıksal kanıttaki öncüller ve sonuç arasında bulunan zorunlu iliÅŸkiye deÄŸil, dış dünyadaki somut kötülük olgusuna dayandırıyor.
​
Bu iddiaları daha nesnel ve somut bir kanıt haline getirirsek ÅŸu önermelerle karşılaşırız:
-
Tanrı, her yönüyle iyi, her ÅŸeyi bilen ve her ÅŸeye gücü yeten ise, mantıken mümkün olan dünyaların en iyisini yaratır.
-
Ä°çinde yaÅŸadığımız bu dünya, mantıken mümkün olan dünyaların en iyisi gibi gözükmüyor.
-
O halde, bu durumdaki bir dünyayı, her-yönüyle-iyi, her-ÅŸeyi-bilen, her-ÅŸeye-gücü-yeten bir Tanrının yaratmış olması muhtemel gözükmemektedir.
Ä°nsan yalnızca iki özelliÄŸini, hadi ötekini de ekleyelim, sadece üç özelliÄŸini bilerek bir varlığın nasıl bir eser ortaya koyacağına kesin bir biçimde karar verebilir mi?' Bu iki veya uç özellik, her ÅŸeyi bilme, her ÅŸeye gücü yetme ve her ÅŸeyiyle iyi olmadır. Bunları biliyoruz; fakat böyle bir varlığın nasıl bir eser ortaya koyacağını tartışıyoruz. Yazarlar savunuyor ki, böyle bir varlığın nasıl bir eser ortaya koyacağım biz bu iki veya üç özelliÄŸe dayalı olarak açıkça, besbelli bir biçimde biliriz: Bu, mümkün olan dünyaların en iyisidir.
​
Ä°ddialı bir analoji olsun diye deÄŸil, anlaşılmayı kolaylaÅŸtırsın diye ÅŸöyle bir örnek verilebilir. Bilgisinden, yeteneÄŸinden, gücünden, sahip olduÄŸu teknik imkanlardan emin olduÄŸunuz bir ünlü ressamın, uzaktan resim yapmakta olduÄŸunu görüyorsunuz. Onun bilgisi ve gücüne iliÅŸkin bilgilerinize dayanarak, bu resmin, mümkün olan ya da en azından onun yapması mümkün olan en mükemmel resim olduÄŸuna kesin karar veriyorsunuz. Sonra o yokken resme yaklaşıp bakıyorsunuz ve pek de öngördüÄŸünüz ÅŸekilde mükemmel olmadığına tanık oluyorsunuz. Bu durumda, 'yanılmışım, bu hiç te mükemmel bir sanatçı deÄŸilmiÅŸ' diyebilir misiniz? Bu, yetersiz kanıtlara dayalı olarak verilmiÅŸ aceleci ve yanlış bir hüküm olurdu. Çünkü, birinci olarak, ressamın bu resimden ne amaçladığını bilmiyoruz. Belki bunu, sözgelimi, yeni öÄŸrencilerine basit bir örnek olsun diye yapmaktadır veya belki yoksul bir müÅŸterisi için onun imkanlarına uygun bir resim yaparak onun da gönlünü hoÅŸ tutmak için yapıyor olmuÅŸ olabilir. Bu ve benzeri, farklı amaçlar onun farklı mükemmeliyet düzeyinde eserler ortaya koymasına yol açmış olabilir.
​
Tanrının bu evreni yaratmaktaki muradı veya amacı hesaba katılmaksızın, sadece onun bilgi, güç ve iyiliÄŸine dayalı olarak, mümkün evrenlerin en iyisini yaratması gerektiÄŸine hükmolunmaktadır. Oysa, Tanrı'nın bilgi, güç ve iyilik sahibi olması, onun eseri sayılan bu evrenin bilhassa içinde bulunduÄŸu her anda mümkün veya hayal edilebilir evrenlerin en iyisi olmasını gerektirmediÄŸi gibi, dünyanın ÅŸu anki halinin kötülükler içermesi, mahlukatın her zaman kötülükler içereceÄŸi anlamını taşımaz. Tanrı, mutlak bilgi, güç ve iyilik sahibi olmasına raÄŸmen, bu evreni, baÅŸka bir deyiÅŸle mahlukatın bu dünyadaki evresini kendi ilahi muradı ve hikmetine göre, kudretinin yaratabileceÄŸi mümkün olan en mükemmel evrenden daha az mükemmellik durumunda yaratmış olabilir.
O halde, yukarıdaki kanıtta belirtildiÄŸi gibi, bir insanın, 'ben her ÅŸeye gücü yeten, her ÅŸeyi bilen, iyi biri olsaydım böyle bir dünya yaratmazdım' diye düÅŸünerek Tanrı'nın olamayacağı kanaatine varması, Tanrı'nın bu dünyayı yaratmaktaki niyeti ve bu dünyada görülen yaratılış sürecinin ileride nasıl bir ÅŸekil alacağı bilinmediÄŸi sürece, son derece dayanaksız ve yanıltıcı bir yargı olurdu.
​
Cornman ve Lehrer'in delilci kötülük problemi versiyonunun, en azından onların kullandığı kanıtlama dizgesi içinde kalındığında, akli gerekçelerden çok hislere ve hayale dayanarak Tanrı'nın yokluÄŸu konusunda karara varmayı ön plana çıkardığı; ama bunda da pek ikna edici olmadığı söylenebilir.
​
Delilci versiyonun bir baÅŸka güçlü savunucusu olan William L. Rowe'a göre, delilci kötülük problemi, "dünyamızdaki kötülüÄŸün çeÅŸitliliÄŸi ve bolluÄŸunun, belki Tanrının varlığı ile mantıken tutarsız deÄŸilse de yine de teistik Tanrı'nın var olmadığı inancı için rasyonel destek saÄŸladığını savunan" bir kötülük problemi biçimidir.
Burada kötülüÄŸün herhangi bir miktarı deÄŸil, çok çeÅŸitli ve bol miktarda oluÅŸu, sorunun kaynağı ve kanıtın gücü olarak öne sürülmektedir.
​
Yukarıda gördüÄŸümüz gibi, ateist iddiaların çoÄŸu, 'dünyada gereÄŸinden fazla kötülüÄŸün bulunduÄŸu' düÅŸüncesi çevresinde dönüp dolaÅŸmaktadır. Her ÅŸeyden önce bu 'gereÄŸinden fazla' sözü, oldukça üstü kapalı bir sözdür.
Kötülük probleminin ateistik açıdan önde gelen savunucularından McCloskey'e göre, dünyadaki iyilikler ve kötülükler arasında bir karşılaÅŸtırma yapmak, makul olmayan bir cürette bulunmak deÄŸildir. Nitekim o, bu görüÅŸünü yansıtan ÅŸu iddialarda bulunur:
Ne var ki, insanlığın çok büyük bir kısmının yetersiz beslenmesi ve barınması ile yeterli tıp ve saÄŸlık hizmetlerinden yoksun olması nedeniyle, ÅŸu anda fiziksel kötülüklerin fiziksel iyilikler üzerine galip geldiÄŸini varsaymak, makul olmayan bir zanda bulunmak deÄŸildir. Sözünü ettiÄŸimiz gerçekler ışığında, bunun, Joyce'un üstü kapalı olarak söylediÄŸi, daha tedbirsiz teistlerinse açıkça öne sürdüÄŸü sonuçtan, yani, dünyadaki fiziksel iyiliklerin aslında fiziksel kötülüklere ağır bastığı sonucundan çok daha makul bir sonuç olduÄŸu görülüyor.
Her ÅŸeyden önce, dünyanın toplam kaynakları yeryüzündeki tüm insanları beslemek, barındırmak vs. için yeterli olduÄŸu sürece, bazı insanların bunları yeterince elde edememesine dayalı olarak, dünyada fiziksel kötülüklerin üstün bir biçimde fiziksel iyiliklere egemen olduÄŸu, makul bir biçimde iddia edilemez. Çünkü bu insanların durumunun nedeni gerçekten fiziksel yetersizlik ve böylece ortaya çıkan fiziksel veya doÄŸal kötülük deÄŸildir. Dünyanın doÄŸal besin kaynakları, üzerinde yaÅŸayanlara yetecek miktarda deÄŸil midir? Global düzeyde doÄŸal kaynak eksikliÄŸi var mı? EÄŸer bu soruların doÄŸru cevapları 'evet' ise, ortada gerçek bir fiziksel kötülük üstünlüÄŸü ve ciddi bir kötülük problemi var demektir. Fakat gerçekte durum böyle gözükmemektedir. Gıda üzerine yazılmış bilimsel araÅŸtırmalara göre, "aşırı tüketime izin verildiÄŸinde bile, global düzeyde yiyecek tedarikinde doÄŸrusu hiçbir sıkıntı yoktur." O halde özellikle Afrika'daki zenci bebeklerin maruz kaldığı açlıklar ve büyük kıtlıklar neden?" diye sorulursa, cevap veya cevaplardan baÅŸta geleni, "Bu kıtlıkları kolonicilik yaratmıştır" ÅŸeklindedir Kolonicilik ana nedeninin yanında, ondan bağımsız veya onun türevleri olan, yerel kötü yönetimler, sivil savaÅŸlar, kimileri hayatta kalabilmek için gerekli olan miktarı bulamazken kimilerinin ölümüne aşırı tüketimlerine yol açan ve izin veren adil olmayan bir dağıtım ve paylaşım sistemi, tembelleÅŸtirici ve uyuÅŸturucu bir zihniyetin toplumsal düzeyde egemenliÄŸi gibi pek çok neden, fazlasıyla yeterli olan fiziksel kaynakların, bazı insanlar için elde edilebilir olmamasına yol açmaktadır. Nitekim, "Dünya insanlarının kaba bir hesapla üçte ikisi, dünya gelirinin sadece yaklaşık yüzde sekizini kullanarak, az geliÅŸmiÅŸ ülkelerde yaÅŸarken; çok geliÅŸmiÅŸ uluslardaki toplam nüfusun yüzde 20'si, dünya gelirinin, yarısı ABD'ye gitmek üzere -yaklaşık yüzde 60'ını paylaÅŸmaktadır." Bu durumda sözü edilen türden kötülüÄŸün nedeninin öne sürüldüÄŸü gibi doÄŸa deÄŸil insanların yanlış kararları ve uygulamaları olduÄŸu anlaşılmaktadır. BaÅŸka bir deyiÅŸle, dünyada yaÅŸanan açlık ve kıtlıklar aslında McCloskey'in iddiasının aksine fiziksel deÄŸil moral kötülüklerdir. O halde bu olgular tabiatta kötülüÄŸün egemen olduÄŸunun kanıtı olarak gösterilemezler.
​
Ä°kinci olarak, McCioskey'in tasvirinin, bir dereceye kadar elbette doÄŸru olmakla birlikte, gerçeÄŸi olduÄŸu kadarıyla deÄŸil aşırı bir abartıyla ifade ettiÄŸi görülmektedir. Onun belirttiÄŸi zorluklarla karşılaÅŸanlar "insanlığın çok büyük bir kısmı" deÄŸildir. Yetersiz beslenen, barınan ve yeterli tıp ve saÄŸlık hizmetleri alamayanlar insanların çoÄŸunluÄŸu deÄŸildir; azınlığıdır. Ä°nsanların ne kadarı yeterince gıda alabilirken ne kadarının yetersiz beslendiÄŸine istatistikler ışığında bakalım. Dengenin yeterince beslenebilenler tarafında ağır bastığı görülüyor. ÖrneÄŸin, "1974-76’da toplam 436 milyon yeterince beslenmemiÅŸ kiÅŸi vardı" ve bu insanların sayısı McCioskey'in yukarıdaki pesimist tahminlerde bulunduÄŸu 1960'lı yılların baÅŸlarında yüzde 20 daha azdı. Zira "1970'lerin ortalarına doÄŸru uzanan on yıldan fazla bir zamanda yeterince beslenmemiÅŸ insanların tahmini sayısı yüzde yirmiden çok daha fazla bir oranda artmıştır." Ä°ÅŸte daha da açık istatistikler. "Dünya nüfusunun 1980'deki yaklaşık 4.4 milyardan 2000 yılında 6.2 milyara yükselmesi tasarlanırken, 2000 yılında daha optimistik bir senaryoya göre, "260 milyon yeterince beslenmemiÅŸ kiÅŸi olacağı", daha az optimistik senaryoya göre ise "390 milyon insanın yeterince beslenmemiÅŸ olacağı tahmin edilmektedir." Bu rakamlar yeterince beslenemeyen insanların hiç te insanların çok büyük bir kesimi olmadığını göstermektedir.
​
Dikkat edilirse yukarıdaki ateistik delilde biri açık biri örtük birbiri ile de kısmen alakalı iki ince ayrım yapılmaktadır kötülükle ilgili. Örtülü olarak yapılan ayrım, gereksiz kötülük tabirini kullanmalarından çıkmaktadır. Israrla "gereksiz" kötülükten söz ediliyorsa, örtük olarak 'gerekli' olan bir kötülük türüne de inanılıyor demektir. Bundan daha açık gözüken öbür ayrım ise, "görünüÅŸte" kötülük ve "gerçekte" kötülük ayrımıdır. Bunlar gerçekten yapılması gereken, hatta açıkça yapılması gereken ayrımlardır. Åžimdi yazarlar, görünüÅŸte deÄŸil gerçekte çok miktarda gereksiz kötülüÄŸün olduÄŸunu savunuyorlar. Acaba kötülüklerin ya da gereksiz denilen kötülüklerin hepsi gerçekten göründükleri kadar kötüler mi, yoksa ilk bakışta kötü gibi gözüken olgular, ayrıntılı bir biçimde ve farklı bir gözle bakıldıklarında gerçekte pek de öyle gereksiz, rastgele ve tümüyle zararlı deÄŸiller mi?
​
Dıştan kötü gözüken birçok olgunun gerçekte öyle olmadığını savunan pek çok kiÅŸi vardır. GörünüÅŸteki kötülüklerin çoÄŸu, insanlar aleminde, hayvanların dünyasında veya cansız doÄŸada bir takım daha büyük iyiliklerin meydana gelmesine aracı olmaktadırlar. Çektikleri acının hayvanların hayatta kalmaları için yararlı olduÄŸu savunulmaktadır. DoÄŸal seçilim, ilgi ve alâkanın oluÅŸumunda haz kadar acıyı da gerektirmektedir; acı aynı zamanda duygulu varlıklar için bir alarm sistemi oluÅŸturmaktadır. Bazı görünüÅŸteki kötülükler de insan ve hayvan ortaya çıkmadan önce, doÄŸanın kendi ÅŸekillenmesi için yararlı olmuÅŸtur. Seller, fırtınalar ve benzerleri, kısa vadede bazı bireyler için zararlı oluyorsa da uzun vadede sistematik açıdan bakıldığında öyle deÄŸillerdir. ÖrneÄŸin, "ÅŸimÅŸekli ve yıldırımlı fırtınalar olmasaydı, bir saatten az sürede Yeryüzünün üst atmosferi, çoÄŸu bitkinin yaÅŸamının kendisine baÄŸlı olduÄŸu atmosferik nitrojeni üreten negatif elektrik yükünü kaybederdi. Sulu sıcak çorba üzerinde elektrik yükleri rolünü oynayan ÅŸimÅŸekli ve yıldırımlı fırtınalar olmasaydı, hayat meydana çıkamazdı".
Örnekler gösteriyor ki, en kötü gibi gözüken kötülük örnekleri bile doÄŸa için, hayvan için veya insanlar için bir takım iyilikleri, hatta bazen olmazsa olmaz türünden varoluÅŸsal iyilikleri beraberinde taşımaktadır. Bu durumda onların tam anlamıyla gereksiz bir biçimde, salt kötülük olarak var olduklarını söylemek, yakın bir zamanda yoÄŸun bir acı tecrübe etmiÅŸ bir insanın duygusallığı içinde deÄŸil de saÄŸduyulu düÅŸünebilen ve derinliÄŸine deÄŸerlendirebilen biri açısından bakıldığında pek doÄŸruya yakın gözükmemektedir.
​
Ä°slam DüÅŸüncesinde Teodise
Åžu kadarı belirtilebilir ki, Ä°slam düÅŸüncesinde, Hıristiyanlıktaki kadar büyük bir problem olmamış, öyle görülmemiÅŸ, teolojide de çok hakim bir yer iÅŸgal etmemiÅŸtir. Ancak bu, düÅŸüncenin kısırlığından deÄŸil, sorunun, Ä°slam düÅŸüncesinde tercih edilen cevaplar ve stratejilerce içinden çıkılmaz bir sorun olmaktan çıkarılmış olmasından kaynaklansa gerektir.
Kur'an'daki, kötülükle ilgili cevapları veya teodise ile ilgili temaları 4 grupta toplamamız ve incelememiz mümkündür: Ä°mtihan ve eÄŸitim, cüz'i iradenin hatalı kullanılması, disiplin ve ceza, ve gerçek adalet yurdu olarak Ahiret.
​
Ä°mtihan ve EÄŸitim
Kur'an'daki "En aÅŸikâr cevap, çekilen acıların bazen bir iman imtihanı olduÄŸudur." Cebeci, Kur’an’daki cevapları imtihan ve ceza olarak iki şıkka indirmekle beraber, Ä°kincisini de çoÄŸu kez birinci içinde deÄŸerlendirmeyi yeÄŸler:
"Åžer, ya bizzat imtihanın içinde, imtihanın bir unsuru olarak karşımıza çıkacak veya imtihandaki hata ve baÅŸarısızlıklar olarak veyahut bu hata ve hıyanetin cezası olarak karşımıza çıkacaktır."
​
Bowker'a göre, cezalandırmadan baÅŸka, Kur'an'da, kötülüÄŸün nedeni ile ilgili ikinci büyük açıklama, çekilen ıstırapların bir deneme veya imtihan olduÄŸudur. Bu, Kuran'ın sabit ve tekrarlanan temalarından biridir ve orada sık sık apaçık terimlerle ifade edilir. Kur'an'da imtihan konusuyla ilgili ayetlerden bazıları ÅŸu mealdedir:
"O, hanginizin daha güzel amel edeceÄŸini imtihan etmek için ölümü de hayatı da takdir edip yaratandır..." (Mülk, 2).
​
"Hakikat biz, insanı birbiriyle karışık bir damla sudan yarattık. Onu, imtihan etmek için iÅŸitici ve görücü yaptık." (Ä°nsan, 2).
​
"O Allah, sizi yeryüzünün halifeleri yapan, sizi imtihan etmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır." (Enam, 165).
​
Bu ayetlerde, göklerin, yerin, yeryüzündeki hayatın, yaÅŸayan canlılar arasında insanın iÅŸitici ve görücü gibi özellikleriyle yaratılmasının, yaratılan kimi insanların kimilerinden üstün olmasının yani insanların iyilik, saÄŸlık, refah ya da bunların eksiklikleri gibi konularda eÅŸitlik içinde yaratılmış olmayışının ve nihayet ölümün, kısacası bilinen tüm evrenin ve bilinen ve yaÅŸanan ÅŸekliyle tüm tarihin, insanların "güzel amel" yönünden imtihan edilmesi hikmetine matuf olarak yaratıldığı ve idare edildiÄŸi anlatılmaktadır.
​
Kur'an'ın bu açıklaması inanan bir insan için yeterli olabilir ve daha öte bir soruÅŸturmaya gerek olmayabilir. Ancak konuya gerek ekzistansiyel gerekse akademik olarak dıştan da bakmak durumunda olanlar için Kur'an'ın cevaplarının daha öte boyutlarının da analiz edilmesi gerekir. Burada akla gelen en ilk ve en önemli sorulardan biri ÅŸudur: Kur'an'a göre, (genel bir ifadeyle) evren, insan için; insan da imtihan için. Peki ama, ya imtihan ne için, kimin için? Ona neden ve kimin ihtiyacı var?
Öyle görünüyor ki, imtihan teodisesinin can alıcı noktası burasıdır. Bu soruyu hep akılda tutarak, onun cevabına daha geniÅŸ bir perspektiften ve daha saÄŸlam bir zemin üzerinde ulaÅŸmak amacıyla, belirli bir sıra içinde imtihanla ilgili Kur'an’da belirtilen diÄŸer hususları "ne", "kim", "nerde", "ne zaman", "nasıl" ve "niçin" gibi sorulara cevap arayarak inceleyelim.
Kur'an'da imtihan vesilesine bazen "musibet" denilir ve ÅŸer için kullanıldığında, insanın malı, nefsi ve ailesine isabet eden, hoÅŸnut olmadığı her ÅŸey manasınadır. Arapçada "bela", imtihan ve tecrübe etmek manasınadır. Hem hayır ile hem de ÅŸer ile yapılan imtihanlar için kullanılır:
"Sizi bir imtihan olarak, hayır ile de ÅŸer ile de iptila ediyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz" (Enbiya, 35)
Bowker'a göre, ilk bakışta oldukça sıradan gibi gözüken bu ayetteki "hem hayır ile hem de ÅŸer ile" ifadesi, aslında son derece önemlidir. O, refahın da ıstırap kadar büyük bir imtihan olduÄŸu anlamına gelir. Asıl önemli olan, Allah'ın yaratması karşısında insanların tutumudur:
"Ä°nsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiÄŸimiz zaman: 'Bu bana bilgimden dolayı verilmiÅŸtir' der. Hayır; o bir imtihandır, fakat çokları bilmezler'' (Zümer, 49)
​
Fakat imtihan, olunan hakkında, hayır veya ÅŸer, bir mihneti gerektirdiÄŸi için, daha ziyade meÅŸakkatli ÅŸeyler için kullanılmıştır.
​
Ä°mtihan olacak olan, bu imtihana güç yetirebilecek olan insandır. Bu insan, imtihana en münasip bir ÅŸekilde yaratılmıştır. Onun iyiliÄŸe de kötülüÄŸe de istidadı vardır:
"Andolsun her bir nefse ve onu düzenleyene (tesviye edene), sonra da ona hem kötülüÄŸü (hem) ondan sakınmayı (iyiliÄŸi) ilham edene." (Åžems suresinde 7-8)
​
Ä°nsanın, mutlak olmamakla birlikte, hür bir iradesi vardır:
"Dinde zorlama yoktur. Gerçekten iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık, kim ÅŸeytanı tanımayıp da Allah'a iman ederse o, muhakkak ki kopması olmayan en saÄŸlam kulpa yapışmıştır" (Bakara 256).
​
Kur'an, acı bir musibetle karşılaÅŸtıklarında insanların "...'Biz Allah'ınız ve elbette O'na döneceÄŸiz'..." (Bakara, 156) demelerini ister. Bu sözler bir felaket veya ölümle karşılaÅŸtıklarında dindar insanların her zaman dudaklarındadır.
​
Kur'an'a göre imtihana tabi tutulmak imanın doÄŸasına aittir; iman için imtihan olmalıdır, geçmiÅŸtekiler için böyle olmuÅŸtur ve her zaman da olacaktır:
"And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemiÅŸken, insanlar, 'inandık' deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doÄŸruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır" (Ankebut, 2-3).
​
Åžu halde imtihanlardan biri ve baÅŸta geleni, çekilen acılar, dertler ve sıkıntılar karşısında, Allah'ın kudreti, ilmi, adaleti, merhameti, ve hatta ileri boyutlarda varlığına iman konusu, bir içsel tereddüt ve kuÅŸkuya ya da bir dışsal itiraz ve eleÅŸtiriye maruz kaldığında, bu iman açısından negatif duygu ve düÅŸüncelere kapılmak ya da kapılmamak, onlara yenik düÅŸmek ya da onları bir türlü baÅŸarıyla atlatmak ÅŸeklinde gerçekleÅŸecek olan iman imtihanıdır.
​
Ä°nsanoÄŸlunun ne de imtihan olduÄŸunun ikinci cevabı, "amel", iÅŸ, eylem, davranış konusudur. Burada, Kur'an’ın ameli "güzel" amel ÅŸeklinde nitelemesi de dikkat çekicidir. Güzel amelde imtihan, zorluklar ve sıkıntılar karşısında da olsa çirkin ve kötü iÅŸlerden uzaklaşıp iyilik ve güzelliklere ulaÅŸabilmekte, onların bilgisini edinmekte, onları huy, karakter ve alışkanlık haline getirmekte ve onları doÄŸal kötülükler ya da ahlak açısından kötüler karşısında bile sabırla koruyup sürdürebilmekte gerçeklik kazanan bir imtihan olmalıdır. Geleneksel bir ifadeyle, amelde imtihan, nimet karşısında ÅŸükür, mihnet karşısında sabır gösterilebilip gösterilememesinde olmaktadır.
​
Ä°nsanoÄŸlu, nasıl, ne ÅŸekilde veya nelerle imtihan olacaktır? Kur'an, imtihanın nelerle ve nasıl olacağını ÅŸu ayette özetlemektedir:
"Andolsun ki sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceÄŸiz..." (Bakara, 155).
​
Her insan aynı ÅŸeylerle deÄŸil, birbirinden çok farklı ÅŸeylerle imtihan olabilmektedir. Bu cümleden olarak, mesela, Talut'un ordusu bir nehirden kana kana içmemekle, Salih peygamberin kavmi bir diÅŸi devenin sularına ortak edilmesiyle, Yusuf peygamber efendisinin hanımının ondan murat alma arzusuyla, Davud peygamber iki hasım gibi gelen melekler karşısında hükmünün adaleti mevzuunda, Eyüp peygamber hastalıklarına tahammül konusunda imtihan edilmiÅŸlerdi.
​
İmtihanda başarı nasıl sağlanacaktır?
​
Sabırlı olmak, acı ve keder biçimindeki imtihanda baÅŸarı yollarından biri olarak gösterilmektedir. Ä°nsanların "biraz korku, biraz açlık, ..." ve benzerleriyle deneneceÄŸini belirten ayet, "Sabredenlere, lütuf ve keremimi, müjdele" (Bakara, 155) diye bitmektedir.
​
Ve son olarak en baÅŸta sorduÄŸumuz, üzerinde fazla durulmamış olan ama özellikle felsefi açıdan çok büyük önem arzeden teleolojik soru: Ä°nsanoÄŸlu niçin imtihan olacaktır? Bu onun kendisi için midir baÅŸkası için mi? Olmasa olmaz mıydı?
​
Bize öyle geliyor ki, 'niçin ve kimin için imtihan' sorusuna, Kur'an'a dayanarak cevap vermek mümkündür. Musibetlerle veya kötülüklerle denenmenin, imtihan olanlar için gereÄŸi ve yararını; onların kendi manevi, ahlaki, psikolojik ve benzeri yönden bu yolla eÄŸitilmeleri, terbiye edilmeleri, olgunlaÅŸtırılmaları olarak deÄŸerlendirebiliriz. Musibetler öncelikle dini ve manevi eÄŸitimin aracı olmaktadırlar. Bu anlamda "musibetler, Ä°slam’da fazlasıyla önemli bir amaca hizmet edici olarak, yani Tanrının varlığının ve gücünün, insanın yaratılmışlığının, Tanrı'nın murad ettiÄŸi her ÅŸeyi yapma gücünün, insanın bu iradeyi benimseme mecburiyetinin, Tanrı'nın insanın Onu daime hatırlamasını isteyiÅŸinin ve insanın da bu bilinçten sık sık sapmasının bir hatırlatıcısı olarak görülebilirler. BaÅŸka bir ifadeyle, Kuran açısından dert ve ıstırabın amacı eÄŸitim veya disiplin olarak görülebilir. Musibetler, bunlarla karşılaÅŸanların iman yönünden olgunlaÅŸmaları kadar, davranış, ahlak ve karakter yönünden de olgunlaÅŸmalarına katkıda bulunur. Öyle ki acı ve ıstırap gerçek bir alçak gönüllülük, sabır, minnettarlık, merhamet meydana getirir.
​
Cüz'i Ä°radenin Hatalı Kullanılması
Kur’an örtük bir teodise biçiminde üç tema üzerinde durur. Bunlardan birincisi, çekilen acı ve ıstırapların, özgür yaratıkların özgürlüklerini kötüye kullanmasından kaynaklandığı temel görüÅŸüne dayanan, özgür irade teodisesidir.
​
Kötülük problemini veciz bir biçimde dile getiren bir ayet var gibi görünmektedir Kur'an'da. Bu ayetin dikkat çekici tarafı, problemin sorulması ve hemen akabinde cevabın da verilmesidir. Bu yüzden hem problemin ve hem de cevabın yer aldığı bu ayet, konuya deÄŸinenlerin dikkatini pek çekmemiÅŸ gibi görünüyorsa da, belki de bu konudaki en önemli ayetlerden biridir:
"Uhud savaşında size gelen musibet sonunda yetmiÅŸ kiÅŸi ÅŸehid olmasına karşılık, daha önce Bedir savaşında kafirlerden iki kat ki, yetmiÅŸ ölü ve yetmiÅŸ esir olmuÅŸken, siz: "-Peygamber bizimle ve biz de Müslüman iken bu musibet bize nereden geldi?", dediniz...." (Al-i Ä°mran, 165).
​
Peki, soruya Kur'an'ın verdiği cevap nedir?
"Onlara de ki: "O, kendi tarafınızdandır, Peygambere itaat etmeyişinizdendir." (Al-i İmran, 165,).
​
Buradan anlaşılıyor ki Müminlerin başına gelen musibet, en azından bir ölçüye kadar sahip oldukları hür iradelerini; akıllarının, inançlarının, akitlerinin, vs. gösterdiÄŸi doÄŸru yönde kullanmakta hata etmelerinden kaynaklanıyordu. Kısacası, musibetin kaynağı, özgür iradenin yanlış kullanılmasıydı. Dolayısıyla geleneksel kelamın terimiyle cüz’i iradelerini doÄŸru yönde kullanmayan müminlerin kendileridir. Kader-hür irade tartışmasına bizi asıl konumuzdan uzaklaÅŸtıracağı için burada girmek istemiyoruz. Ancak bu ayet ve baÅŸka pek çok ayetten anlaşılıyor ki insanoÄŸlunun başına gelen pek çok kötülüÄŸün kaynağı yine insanoÄŸlunun kendisidir. Bunu gerektiren, hatta bir dereceye kadar kaçınılmaz kılan da onun yine en azından bir dereceye kadar özgür yaratılmış, özgür bırakılmış olmasıdır.
​
Ä°nsanın özgürlüÄŸüdür derken, bu kader ya da daha doÄŸrusu ve önemlisi Allah'ın kudreti inancıyla çeliÅŸmemektedir. Çünkü bu özgürlüÄŸe ve bundan dolayı hatalı seçimler ve iÅŸler yapılmasına, bunların hiçbirine imkân vermemek kudreti varken, izin veren Allah'ın kendisidir. Nitekim devam eden ayette ÅŸöyle buyrulmaktadır:
"Ä°ki topluluÄŸun karşılaÅŸtığı günde başınıza gelen, Allah'ın izniyledir..." (Al-i Ä°mran, 166).
​
Bu ÅŸekilde Yüce Allah bir insanı bazen istediÄŸi gibi davranmakta özgür bırakır. Ä°nsanı özgür iradeden yoksun bırakmaz. Aksi taktirde insan sade bir hayvana indirgenmiÅŸ olurdu ve o zaman amellerinden de sorumlu olmazdı.
Özgürlük, baÅŸlı başına bir deÄŸerdir, kendi içinde deÄŸerlidir; deÄŸerlerin belki en büyüÄŸüdür; onun için deÄŸerinin tartışılması gerekmez; çünkü onun deÄŸerine deÄŸer katacak, deÄŸerini anlamamızı saÄŸlayacak daha büyük bir deÄŸer yok vs. denilebilir. Ancak yine de bu konunun tartışmaya açılması ve deÄŸerlendirilmesi gerekir. Çünkü Dostoevski'nin Ä°van'ına benzer bir kiÅŸi, "eÄŸer özgürlüÄŸün bedeli, bunca kötülükse, o kendi içinde arzu ettiÄŸimiz bir ÅŸey bile olsa, "çok pahalı bir bedeli" varmış, ben bu bileti geri vermek istiyorum’ diyebilir.
​
Bu açıdan bakıldığında, Kur’an’a göre, özgürlük veya cüz'i irade gerçekten deÄŸerli ve önemli midir? Çünkü Kur'an’a göre, ademoÄŸlunun yeryüzünde kötülük yapacağı Allah tarafından bilindiÄŸi gibi, onlara daha bu konuda bir bilgi verilmeden, melekler tarafından bile öngörülüyordu. Buna raÄŸmen Allah'ın hikmeti onu yaratılmaya deÄŸer buluyordu. Demek ki onun, yapacağı kötülüklere üstün gelen çok daha deÄŸerli ve çok daha önemli özellikleri vardı. Bu da muhtemelen onun, meleklerden farklı olarak, cüz'i iradesini kullanarak, yapabileceÄŸi kötülüklerin yanında, onlardan daha fazla yapacağı bilinçlice ve özgürce iman ve iyilik olsa gerektir. Nitekim, insanın sahip olduÄŸu anlamda özgür olmadan iman, itaat, ibadet eden melekler, daha uzak bir imtihan ortamında bir ölçüde özgür olarak bunu yapacak olan ilk insana secde etmiÅŸlerdir (Bakara 30-34). Kimi yazara göre, "Ä°nsanın Allah'ın halifesi olması da onun özgürce davranabilmesinden kaynaklanmaktadır. ... Ä°rade hürriyeti Yüce Allah tarafından bahÅŸedilen büyük bir nimettir. Ä°nsanı hayvanların üstüne çıkaran ve onu Yüce Allah'ın halifeliÄŸi ile taçlandıran, bu özgürlüktür.
​
Disiplin ve Ceza
Tabii kötülüÄŸün veya doÄŸal afetlerin bir kısmının insanın ahlaki kötülüÄŸünden dolayı Tanrı tarafından meydana getirildiÄŸine Tevrat, Ä°ncil ve Kur'an'da temas edilmiÅŸtir.” Bowker’a göre Ku'ran, Allah'ın kudreti ve rahmeti inancı ile insanların acı çekme olgusunu iki ana yolda uzlaÅŸtırmaya çalışır: "Ceza olarak acı çekme ve imtihan olarak acı çekme."
​
Cebeci de kitabının sonuç kısmında benzer görüÅŸleri dile getirir:
"Buna göre de gerek fert gerek cemiyet olarak başımıza gelen felaketler; zelzeleler, felaketler, kıtlıklar, salgın hastalıklar, seller ve savaÅŸlar, ya ÅŸerle imtihanın bir unsuru veya kötülüklerimizin cezalarıdır."
​
Kur'an'da, inançsızlıkları, katı kalplilikleri ve itaatsizlikleri dolayısıyla Allah'ın cezalandırmasıyla karşılaÅŸmış eski insanların örnekleri çoktur. ÇoÄŸu kez bu cezalandırma, doÄŸal afetler yoluyla gerçekleÅŸtirilir. Nuh, Lut, Musa ile Firavun kıssaları cezalandırma argümanının örneklerini oluÅŸtururlar. Allah'ın elçilerinin mesajına kulak asmadıkları için yerle bir edilen kasabaların kıssaları anlatılır Kur'an'da. ÇoÄŸu defa da bu kıssalar, "Onlara Biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine yazık ettiler" (Hud, 101) sözleriyle biter.
​
Ceza olarak tabii kötülük ile daha önce gördüÄŸümüz imtihan gereÄŸi kötülük arasında iliÅŸki kurmak mümkündür. "Her imtihanda olduÄŸu gibi bu imtihanda da bir netice, bir mükafat veya bir mücazat söz konusudur. Kur'an'ın talimiyle anlıyoruz ki bunlar daha ziyade ahirette olmakla beraber, dünya hayatında da biraz var." ÖrneÄŸin ÅŸu ayet, Kur'an'a göre dünyada da cezalandırmanın olabileceÄŸini göstermektedir:
"O kafir olanlara gelince, ben onları dünyada da ahirette de en ÅŸiddetli bir azab ile cezalandıracağım" (Al-i Ä°mran, 56).
​
Sadece kafirlerin deÄŸil, müminlerin de imtihanda baÅŸarısızlıklarının sonucu bazen dünyada da cezaya çarptırılabileceÄŸini belirten ayetler vardır. Cebeci'nin ifadesiyle, "musibetlerden çoÄŸunun, kusurlarımızın cezası olduÄŸunu beyan eden birçok ayetler vardır: " ÖrneÄŸin, Åžura suresi 30. ayette, "Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle iÅŸlediklerinizden ötürüdür. O yine de çoÄŸunu affeder" denilmektedir.
​
Kuran, insanlara dokunan ister doÄŸal isterse ahlaki kötülük kaynaklı acılar ve ıstırapların, bazı durumlarda ilahi bir cezalandırma olduÄŸunu belirtiyor ve bunun bir hayli örneklerini de veriyor. Ancak o bunu evrensel bir ilke ve teodise haline getirip, baÅŸa gelen her felaketin, acının ve ıstırabın açıklayıcı nedeni olarak sunmuyor. Kur’an, acı ve ıstırabın, bazı durumlarda günahlardan dolayı ceza olabileceÄŸini ... fakat her durumda böyle olamayacağını çok iyi bildirmektedir.
​
Gerçek Adalet Yurdu Olarak Ahiret
Kur'an'a göre, "...Allah hiç kimseye zulmetmek istemez" (Al-i Ä°mran, 108).
​
Bir ÅŸüpheci veya itirazcı, bunun böyle gözükmediÄŸini söyleyip, madem adalet var, neden kötüler ve günahkârlar mutluluk ve refah içindeler, diye sorarlarsa, Kur'an cevabında bunların bu durumunun ebedi olmadığını bildirir. Ä°blis gibi bunlar da ertelenmiÅŸ olabilirler, fakat bu bir iptal deÄŸil sadece bir erteleme, bir mühlet vermedir. Son hesap, ölümden sonra olacaktır, kötüler cezasını, iyiler iyiliklerinin ve çektikleri acıların karşılığını ve ödüllerini alacaklar ve insanlar arasında denge saÄŸlanacaktır.
​
Sonuç
Sonuç olarak, Kur'an açısından bakıldığında, fiziksel olsun ahlaki olsun kötülüklerin ve musibetlerin nedenini teke indirgemek mümkün deÄŸildir. Özellikle doÄŸal afetler neticesindeki fiziksel kötülükler insanların imtihan edilmeleri, eÄŸitilmeleri ve olgunlaÅŸtırılmaları, ibret almaları ve tanınmaları gibi amaçlara hizmet eden gerekli araçlar durumundadırlar. Bu musibetlerin aracılığı olmasa, bu amaçlar da bu tarzda gerçekleÅŸemezlerdi.
​
Bazı özel durumlarda da onlar bir uyarı, disiplin veya cezalandırma olabilmektedirler. Ahlaki kötülüklerse, yine insanın yapısının gereÄŸidirler ve özellikle de insanın cüzi iradesini iyi kullanamamasından kaynaklanmaktadır. Fakat her ÅŸeye raÄŸmen bu dünyada âdil yerini bulmayan acı ve ıstıraplar, gerçek karşılığını ölümden sonraki hayatta bulacaklardır.
​
Tanrısal Hikmetin Tam Bilinemezliği
Ä°bn Sina'ya göre, Tanrı’nın maksatları biz insanlarınkine benzemez. Ä°bn Sina hayır ve ÅŸerrin hikmetini anlama bakımından insanın, Hakk’ın hikmetini kavrayamayacağını savunur. Aslında insana iyiyi kötüden, yararlıyı zararlıdan, güzeli çirkinden ayırt etme yeteneÄŸi verilmiÅŸtir, ama ilahi hikmetlerin künhünü anlama yeteneÄŸi verilmemiÅŸtir.
​
Bütün meÅŸrulaÅŸtırıcı ve makûlleÅŸtirici açıklamalarıyla, kötülüÄŸün asla Tanrı'nın varlığı ve temel sıfatlarından kuÅŸkuya düÅŸürecek yapıda olmadığını belirtmeye çalışan filozof; yine de evrenin yapısında ve özellikle ÅŸerrin varlığı ve miktarında bir miktar sırriliÄŸin ve gizemin kalacağını, insanoÄŸlunun Allah'ın yaratıkları ve fiillerindeki hikmeti tam kavrayamayabileceÄŸim ifade etmektedirler.
​
Ä°slami teodiselere göre, insan aklı vahyin de yardımıyla evren ve insan yaÅŸamına iliÅŸkin birçok sırrı çözebilecek kapasitede ise de onun evrendeki olayların tüm sırlarım çözmesi ve Tanrısal hikmeti tam anlamıyla bilebilmesi veya kavrayabilmesi mümkün deÄŸildir. Kötülükle ilgili çözülememiÅŸ görülen sırlar kalabilir. Ancak bunlar insanın inancını sarsacak açıklıklar ve çıkmazlar deÄŸildir.
Batı DüÅŸüncesinde Teodise
Teodise kavramı, "kötülük olgusu karşısında Tanrının adaleti ve haklılığını savunma" anlamında kullanılır. "Kötülük nereden geldi?" veya "Tanrı kötülüÄŸe neden izin veriyor?" sorusuna cevap verdiÄŸi zaman, o bir teodise ortaya koyuyor demektir.
Teodiseye karşı çıkan teistler yok deÄŸildir. ÖrneÄŸin, kötülük problemi karşısında teistik "savunma"nın bir numaralı temsilcisi olan Alvin Plantinga, doÄŸal teolojiye karşı çıktığı gibi teodiseye de karşı çıkmaktadır. Ona göre kötülüÄŸü yaratmak veya ona müsade etmek için, "Belki Tanrı'nın iyi bir nedeni vardır, fakat bu neden bizim anlayamayacağımız kadar komplikedir."
Fakat baÅŸka birçok teist için, Tanrı'nın bu dünya ile ilgili amacını ve oradaki olaylara neden izin verdiÄŸini tam olarak anlayamayacak oluÅŸumuz, bu konuda hiçbir görüÅŸümüzün olamayacağı anlamına gelmez. Zihinsel kapasitemizin sınırlılığını öne çıkaran böyle bir savın gerçeklik payının olması, yine de bir teodisenin imkanını ve meÅŸruluÄŸunu ortadan kaldırmaz.
​
John Hick'in GörüÅŸleri
Teodisenin en önde gelen çaÄŸdaÅŸ savunucularından John Hick de teodiseden bahseder etmez, dinsel veya teolojik bazı itirazlar ve protestolarla karşılaşıldığından yakınır. Bu itirazcılara göre teodise, ahlaki kategorileri Tanrı'ya uygulayarak Tanrı'nın fiillerini beÅŸeri standartlarla yargılayabilme ukalalığını temsil etmektedir. Ne var ki, Hick bu itirazları pek yerinde bulmaz. Ona göre kötülük problemine dinsizce bir tutum içinde yaklaşılabileceÄŸi gibi, tam bir tevazu ve samimiyet içinde ve saÄŸlam bir Hıristiyan bakış açısından da yaklaşılabilir. Ayrıca, Hick'e göre, buradaki justify (Tanrıyı haklı göstermek...) kelimesi, soruna neden oluyor gibi gözükmektedir. Bu durumda biz de onun yerine daha nötr bir terim olan understand (anlamak) kelimesini kullanabiliriz. "Tanrı'nın insanlarla iliÅŸkisini anlamaya uÄŸraÅŸmak ta dinsizce midir?"
​
John Hick, 'kötülük problemi' konusu irdelendiÄŸinde artık kendisine deÄŸinilmeden yeterli sözün söylenemeyeceÄŸi bir yirminci yüzyıl klasiÄŸi haline gelmiÅŸ olan Evil and the God of Love (Kötülük ve Sevgi Tanrısı) adlı eserinde, bu kitapta irdelediÄŸi problemin "teolojik" bir problem olduÄŸunu belirtir.
​
Ä°nsan, mükemmel yaratıklar ırkı olarak yaratılmaktan ziyade baÅŸlangıçta olgunlaÅŸmamış ve kusurlu varlıklar olarak yaratılmışlardır. Hick'in bazı eleÅŸtiricileri, eÄŸer her ÅŸeye gücü yetiyorsa, Tanrı'nın, manevi açıdan deÄŸerli insanoÄŸlunu neden daha baÅŸtan mükemmel bir biçimde yaratmadığını sorgulamaktadırlar. Bunun niye böyle olduÄŸunun Hick'de bulunabilecek cevabı, insan özgürlüÄŸünün, daha doÄŸrusu özgürlük içinde ulaşılan Tanrı inancı ve sevgisinin pozitif deÄŸeri etrafında dolanır. Bu eksen etrafında karşılıklı olarak birbirini destekleyen iki düÅŸünce öne sürülür:
-
Mücadeleli bir evrimsel ortam,
-
Epistemik bir mesafe.

