top of page
inanç.jpg

Kenan Sevinç'in Ä°nançsızlık Psikolojisi (Çamlıca: 2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

İnançsızlığın Sebepleri

İnançsızlığın oluÅŸum ve geliÅŸiminde rol oynayan faktörleri üç ana grupta toplamak mümkündür:

  • Çevresel faktörler (davranış boyutu)

  • PsiÅŸik/duygusal faktörler (duygu boyutu)

  • Entelektüel/biliÅŸsel faktörler (düÅŸünce boyut)

 

Bazı bilim adamları, entelektüel geliÅŸim ile inançsızlık arasında nedensel bir iliÅŸkinin olduÄŸunu düÅŸünürken (Hunsberger ve Altemeyer, 2006), bazıları sosyalleÅŸmeye ve diÄŸer sebeplere daha fazla öncelik vermektedir (Streib ve Klein, 2013).

​

Çevresel Faktörler (Davranış Boyutu)

Dini yönelimi etkilemesi bakımından hangi çevresel faktör daha etkilidir?

​

Aile Kurumu

Çevresel faktörlerin etki dereceleri kültürden kültüre deÄŸiÅŸmektedir. Ancak hemen hemen birçok farklı kültür açısından en etkili unsur ailedir (Hunsberger ve Brown, 1984).

​

Dinin sosyalleÅŸme yoluyla çevre tarafından çocuklara aktarılması gibi, inançsızlık da çocuklara aynı yolla aktarılabilir. Yapılan araÅŸtırmalar, dindar olmayan bir ortamda büyüyenlerin, yetiÅŸkinlik dönemlerinde dinle baÄŸlantısız kalma eÄŸiliminde olduklarını göstermiÅŸtir (Hood 2009).

​

Ebeveynleri model alma

Annebabalar, çocuklarının da kendileri gibi aynı dini aidiyete ve inanca sahip olmalarını istemektedir. Aile, içinde bulunduÄŸu toplumun ve kültürün deÄŸerlerini ve inançlarını çocuÄŸa aktarır.

​

Hunsberger ve Altemeyer’in (2006) yaptığı araÅŸtırmada ateist katılımcıların büyük çoÄŸunluÄŸunun çocukluklarında dini eÄŸitim almadıkları tespit edilmiÅŸtir. Bu örneklemin %30’unun en azından ebeveynlerinden birinin ateist veya agnostik olduÄŸu; diÄŸer katılımcıların ise ebeveynlerinin Tanrı’ya inandıkları ancak dine karşı ilgisiz oldukları tespit edilmiÅŸtir.

​

Vbas ve McAndrew’un (2012) yaptıkları araÅŸtırmaya göre, ebeveynlerden her ikisi dindarsa çocuklarda dindarlık oranı %88 civarındayken, her iki ebeveynin dinsiz olması durumunda bu oran %5 civarına düÅŸmektedir. Bu veriler anne-babanın dindarlığı ile çocuÄŸun dindarlığı arasında çok güçlü bir pozitif iliÅŸki olduÄŸunu göstermektedir.

Peki annenin dindarlığı mı yoksa babanın dindarlığı mı daha önemlidir? Bu sorunun yanıtı annedir. Hunsberger ve Brown (1984) annenin belirgin biçimde daha etkili olduÄŸunu tespit etmiÅŸtir. Anne dindar baba dinsiz olduÄŸunda çocukların dindarlık oranları ortalama %60 iken, baba dindar ama anne dinsiz olduÄŸunda bu oran %30’a düÅŸmektedir.

​

Ebeveynlerle iliÅŸkiler

Yapılan araÅŸtırmalar dini ÅŸüphenin aile baÄŸlılığı ile negatif iliÅŸkili olduÄŸunu ortaya koymuÅŸtur. Mürted öÄŸrencilerin anne-babalarıyla kurdukları iliÅŸkinin diÄŸer öÄŸrencilerin anne-babalarıyla kurdukları iliÅŸkiden zayıf olduÄŸu görülmüÅŸtür (Hunsberger, 1983).

​

Caplovitz ve Sherrow’a (1977) göre dinden çıkma, aileden kopuÅŸun, anne-babaya karşı isyanın bir ÅŸekli olarak görülebilir. 

​

Bainbridge’in (2005) ateistlerin aile aktivitelerinden hoÅŸlanma düzeylerine iliÅŸkin araÅŸtırma verileri göstermektedir ki inançsızlar ailelerine mesafelidirler ve aileleriyle zaman geçirmekten hoÅŸlanmazlar. Ateistler aile toplantılarım, gezileri ve yemekleri hiç sevmezken arkadaÅŸlarla bir araya gelmekten hoÅŸlandıklarını belirtmiÅŸlerdir. Bu da bize inançsızlık ile aileden kopma arasında bir iliÅŸki olduÄŸunu göstermektedir. 

​

Ebeveynlerin birinden veya her ikisinden ayrı olma ile inançsızlık arasında bir iliÅŸki vardır. Bu ayrılık ebeveynlerden birinin ölümü neticesinde gerçekleÅŸebileceÄŸi gibi, anne-babanın boÅŸanması neticesinde de gerçekleÅŸebilir. Yapılan araÅŸtırmalarda 20 yaşından önce ateist olanların yarısının bir veya iki ebeveynini bu yaÅŸtan önce kaybettiÄŸini göstermiÅŸtir (BeitHallahmi, 2007). Vetter ve Green’in (1932) yaptığı araÅŸtırma, araÅŸtırmaya katılan ateistlerin hemen hemen yarısının 20 yaşından önce ebeveynlerinden birini kaybettiÄŸini göstermiÅŸtir. Lawton ve Bures in (2001) yaptığı araÅŸtırmada, anne-babası boÅŸanmış çocukların ilerde büyük oranda (%62) dini kimliklerini deÄŸiÅŸtirdikleri tespit edilmiÅŸtir.

​

Toplum

İnançsızlığın hâkim olduÄŸu bir çevrede veya inançsızlığa açık bir çevrede yetiÅŸmek, inançsızlığın en önemli nedenlerinden biridir. Öte yandan dindar çevreden gelen bir kiÅŸinin, hayatının daha sonraki bir döneminde inançsızlığın hâkim olduÄŸu bir çevrede sosyalleÅŸmesi ve inançsızlığı tercih etmesi de sık rastlanan bir olgudur.   

Bireyin içinde bulunduÄŸu sosyal çevre, dine karşı olumsuz bir tavır içindeyse, birey de zamanla bu sosyal çevreye uyum saÄŸlayabilir (MehmedoÄŸlu, 2013). Birey, ya kendi inancından olan insanlardan müteÅŸekkil bir gruba dâhil olmak ister ya da dâhil olduÄŸu grubun inanç yapısına uyum saÄŸlamak ister. (Silver, 2013).

​

Peki, sosyal çevre bireyin inancını ve tutumlarını deÄŸiÅŸtirmesine nasıl etki edebilmektedir?

​

Bu sorunun en muhtemel cevabı, sosyal psikolojinin “uyma” kavramıyla ilgilidir. “İsteyerek ya da istemeyerek, bizden açıkça istensin ya da istenmesin, bizden beklenilen ya da istenilen doÄŸrultuda davranmaya ya da baÅŸkalarının davranışlarını izlemeye uyma adı verilir” (Taylor 2012) “Benim hakkımda ne düÅŸünecekler ve onlar hakkında ne düÅŸündüÄŸümü düÅŸünecekler” korkusu, uyma davranışı için güçlü bir baskı oluÅŸturur (Atkinson, 2010).

​

İnsanlar tutum ve davranışlarının toplumsal olarak onanmasını arzularlar. Buna normatif etki de denilmektedir, insanlar doÄŸal olarak, saygınlık görmek isterler ve ayıplanmaktan, dışlanmaktan korkarlar. Bu nedenle, davranışlar grup normlarına uygun olarak gerçekleÅŸtirilir.  

​

Birey, herhangi bir kiÅŸiyi veya grubu çekici veya sempatik buluyorsa, bu kiÅŸi veya grubun sosyal etkisine açık olacak, ondan gelecek tutum ve deÄŸerleri de benimseme eÄŸilimi gösterecektir. Buna kimliklenme denilmektedir. Bu da uyumla beraber, sosyal etkinin bir diÄŸer ÅŸeklidir.

​

Sosyal etki kavramı, genel olarak hayatımızda, bilinçli olarak aldığımız birçok kararın arkasında, bilinçli olmayan süreçlerin olduÄŸunu göstermektedir. Yapılan deneyler göstermiÅŸtir ki, bu yönergelerin saÄŸladığı mantıksal gerekçelerden daha ziyade, diÄŸer insanların bu yönergelere uyup uymadıklarının görülmesi veya bilinmesi yönergeye uyma davranışını beraberinde getirmektedir. İnsan kendi bilinçli tercihi olduÄŸunu düÅŸündüÄŸü birçok tutum ve görüÅŸünü, aslında maruz kaldığı sosyal etkiyle kazanmıştır.

​

SekülerleÅŸme ve Modern Toplumda Dine YabancılaÅŸması

KiÅŸi içinden geldiÄŸi kültüre veya yaÅŸadığı çevrenin hâkim kültürüne tepki olarak onun alternatifi bir inanca yönelebilmektedir.  Çevrenin negatif etkisi iki ÅŸekilde gerçekleÅŸmektedir.

  • Birincisi dindarların veya din adamlarının olumsuz davranışlarına ÅŸahit olunması, dindarlar tarafından dışlanma duygusu, üyesi olunan grubun samimiyetsiz tutumları, bir dini gruba üye olmaktan ötürü hayatın zorlaÅŸması ve üyesi olunan dini grubun diÄŸer dinlere veya gruplara karşı hoÅŸgörüsüz olduÄŸunu düÅŸünme (Paloutzian ve Park, 2005)

  • İkincisi kültüre ve topluma karşı yabancılaÅŸma, kimlik deÄŸiÅŸimi, gelenekten kopma ve içinden geldiÄŸi topluluÄŸu inkâr etmedir (Caplovitz ve Sherrow, 1977).

 

Din Kurumu ve Dindarlar

Avrupa’da 25 ülkede Tanrı’ya inanma-inanmama oranları araÅŸtırılmıştır. Bu araÅŸtırma verilerine bakıldığında Avrupa’daki en dindar ülkelerin, nüfusunun çoÄŸunluÄŸu Ortodoks veya Katolik olan ülkeler olduÄŸu görülmektedir. Özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Avrupa ülkelerinde inançsızlık oranı çok yüksektir.

​

İçinde en fazla ateist barındıran dini kimlikler ise liberal Protestanlık ve Yahudiliktir.

​

Müslüman ülkelerde inançsızların oranı, diÄŸer ülkelere göre oldukça düÅŸüktür (Zuckerman, 2007).

​

ISSP (2008) verilerine bakıldığında, dini bir geçmiÅŸten gelip inançsız olan insanların %58,3’ünün Hristiyan geçmiÅŸe sahip olduÄŸu, buna karşın yalnızca %0,69 unun Müslüman geçmiÅŸe sahip olduÄŸu tespit edilmiÅŸtir. Müslüman olarak yetiÅŸtirilen kiÅŸilerin %95,95’i ileriki yaÅŸlarda Tanrıya inanmaya devam ederken, Katolik olarak yetiÅŸen kiÅŸilerin yalnızca %78,76’sı ileriki yaÅŸlarda Tanrı’ya inanmaya devam etmektedir.  

​

Bireyin çevresinde yer alan dindar kiÅŸilerin tutum ve davranışları, o bireyin dine karşı olumsuz bir yaklaşım geliÅŸtirmesine neden olabilmektedir. Aydın’ın (1995) yapmış olduÄŸu araÅŸtırmada dini inkârda dindarların olumsuz tutumlarının oldukça etkili olduÄŸu tespit edilmiÅŸtir.

​

Zinbauer ve arkadaÅŸlarına (1997) göre, din adamlarının olumsuz davranışları ile spiritüellik arasında pozitif bir iliÅŸki vardır. Yani din adamlarının davranışlarını doÄŸru bulmayanlar kendilerini dindar olarak tanımlamaktan ziyade spiritüel olarak tanımlamaktadırlar.  

​

Dinden çıkma yalnızca bir inançtan deÄŸil, aynı zamanda bir sosyal çevreden ve kültürden kopma anlamına gelmektedir. Dinin hâkim olduÄŸu sosyal çevreden kopuÅŸ, aynı zamanda dinden kopuÅŸu beraberinde getirebilir. Yani kiÅŸinin içinden geldiÄŸi kültüre karşı duyduÄŸu duygusal nefret, din deÄŸiÅŸtirmeye sebep olabilmektedir.

​

SekülerleÅŸme ve YabancılaÅŸma

Avrupa’da sekülerleÅŸmenin yüksek olduÄŸu ülkelerde, kilise üyeliÄŸinin, dini pratiklerin uygulanmasının ve dini inancın diÄŸer ülkelere oranla anlamlı düzeyde düÅŸük olduÄŸu tespit edilmiÅŸtir. Casanova’ya (2009) göre, modern inançsızlık sekülerizm ile birlikte ortaya çıkmıştır ve aynı zamanda sekülerizm inancın irrasyonelliÄŸinden kurtulma olarak görülmektedir. Kendini seküler olarak tanımlayan bir kiÅŸinin zorunlu olarak aynı zamanda ateist olduÄŸu söylenemese de sekülerizmin inançsızlık ile iliÅŸkisi oldukça belirgindir.

​

BireyselliÄŸin ön plana çıktığı modern kent yaÅŸamı toplumsal deÄŸerleri geri plana itmektedir. Toplumsal deÄŸerler ve inançlar zayıflamakta ve birey için baÄŸlayıcı olmaktan çıkmaktadır. Kültürün içinde önemli bir yer iÅŸgal eden dini deÄŸerlerin zayıflaması ile kutsalın yerini seküler deÄŸerler almaktadır. Karaca bu durumu dini açıdan yabancılaÅŸma olarak tanımlamaktadır. Bu noktada din, birey için artık herhangi bir fonksiyon icra etmemekte ve bir anlam taşımamaktadır.

​

Kolektif toplum yapısından bireyci toplum yapısına geçiÅŸ, bu süreci hızlandırmaktadır.

​

Moderniteyle sekülerleÅŸme arasındaki bu yakın iliÅŸki, hem modern yaÅŸam tarzı yoluyla dini sosyalleÅŸmeyi asgari düzeye indirmiÅŸ hem de modern olmakla seküler olmak arasında bir iliÅŸki olduÄŸuna dair oluÅŸan algı nedeniyle bireyleri daha seküler hareket etmeye motive etmiÅŸtir. Bu motivasyonun, özellikle kırsaldan gelen ve ÅŸehir yaÅŸamına adapte olmaya çalışan genç üniversite öÄŸrencileri üzerinde daha etkili olduÄŸu tahmin edilmektedir. 

​

Modern toplumlarda iki tip seküler vardır. Birincisi ideolojik olarak kendini böyle tanımlayan dinden uzak kararlı sekülerlerdir. İkincisi ise dini aktivitelerden uzak duran hükmen sekülerlerdir (BeitHallahmi ve Argyle, 1997). Sekülerizmi benimsediÄŸini söylemese dahi pek çok kiÅŸinin seküler bir yaÅŸam sürdüÄŸü görülebilir. Bu pasif inançsızlık, modern yaÅŸam tarzıyla yaygınlık kazanmıştır. Çünkü modernleÅŸmek için dindarlığın azaltılması gerektiÄŸine inanmak, sekülerleÅŸme teorisinin temel taşını oluÅŸturmuÅŸtur (Blazo, 2013).   

​

Türkiye’de seküler, ÅŸehirli, entelektüel, eÄŸitimli ve modern olmak aynı çevrenin sahip olacağı özelliklerken, karşısında dindar, kırsal, cahil, eÄŸitimsiz ve geri kalmış bir blok olduÄŸu algısı vardır (Çınar, 2012). Bu anlamda birçok kiÅŸi için dindar olup olmadıklarına verdikleri “dindar deÄŸilim” cevabı aslında “ben modernim, liberalim, sekülerim, aydınını” demektir (Casanova, 2009).

​

Medyanın Etkisi

Sosyal çevrenin bir diÄŸer bileÅŸeni medyadır. ÇocuÄŸun hayatının ilk yıllarından itibaren televizyon ve internet, onun birçok davranışı ve deÄŸeri öÄŸrenebileceÄŸi ortamı sunmaktadır.

​

Çevresel faktörlerin en önemlilerinden biri medyadır. Karaca’ya (2014) göre medya, insanların çevrelerine karşı yabancılaÅŸmalarına neden olan bir faktördür. Televizyon, toplumun deÄŸerlerinin deÄŸiÅŸmesine neden olmaktadır. Medyada oluÅŸturulan din algısı, gençlerde dine karşı olumsuz bir tutumun geliÅŸmesine neden olmaktadır.

Bir diÄŸer medya bileÅŸeni internettir. Alidoostiye (2009) göre internet, bireylerin dinle ilgili ÅŸüphelerine en hızlı ÅŸekilde destek saÄŸlayacak yayınları bulabilecekleri iletiÅŸim kanalıdır.

​

Medyanın önemli etkilerinden biri ise duygusal salgındır. Özellikle gençler arasında belli konular “trend" olmakta ve hızla yayılabilmektedir.

Duygusal/PsiÅŸik Faktörler (Duygu Boyutu)

Birçok araÅŸtırmacı, inançsızlık nedenlerinin entelektüel olmaktan ziyade duygusal/psiÅŸik olduÄŸunu ifade etmektedir.  

​

Travmatik Olaylar ve Hayal Kırıklıkları

Travmatik olaylar, kiÅŸisel acılar veya zorlu yaÅŸam olayları ve bu olaylardan sonra duaların cevapsız kalması gibi durumlarda ortaya çıkan hayal kırıldıkları bireyi inançsızlığa yöneltebilmektedir.

​

Hayal kırıklıkları, doÄŸum gününde eÅŸinden istediÄŸi hediyeyi alamayan bir kadının yaÅŸayacağı basit düzeydeki bir hayal kırıklığından, ailesi ve yakın çevresi tarafından takdir göremeyen veya dışlanan birisinin yaÅŸayacağı hayal kırıklığa kadar farklı ÅŸiddetlerde yaÅŸanabilir. Herhangi bir taleple yapılan duanın cevap bulmaması, bazı bireylerde hayal kırıldığına ve sonra da inançsızlığa yol açabilmektedir.

​

En travmatik olaylardan biri sevilen bir yakının kaybıdır. Erken yaÅŸta ebeveynlerden birinin kaybedilmesi ateizme neden olabilmektedir ve yapılan araÅŸtırmalarda 20 yaşından önce ateist olanların yarısının bir veya iki ebeveynini bu yaÅŸtan önce kaybettiÄŸini göstermiÅŸtir.    

​

İnsanlar acı verici bir olayla karşılaÅŸtıklarında, bunun nedeni konusundan bir yükleme arayışı içine girerler. Zorlu yaÅŸam olaylarından sonra inançlı kiÅŸiler bazen sorumluluÄŸu Tanrıya yüklerler. Böyle durumlarda Tanrıya karşı yoÄŸun öfke ve güvensizlik geliÅŸebilir. KötülüÄŸe maruz kalan birey, pratikte bu kötülüÄŸün kendisini niçin bulduÄŸunu sorgulayarak varoluÅŸçu kötülük problemi diyebileceÄŸimiz bir anlamda, Tanrı’nın varlığını inkâra yönelebilmektedir.

Herhangi bir kötülüÄŸe veya zorlu olaya maruz kalan bireylerden bazıları dine yönelmekte, bazıları ise dinden uzaklaÅŸmaktadır. Bu durumda, zorlu yaÅŸam olaylarına maruz kalmanın tek başına belirleyici olmadığı, bunun dışında birçok deÄŸiÅŸkenin olduÄŸu ortaya çıkmaktadır. Olayı yorumlama biçiminin, olaydan önceki dindarlık düzeyinin, sosyal baÄŸlamın, doÄŸru bilgi kaynağı olarak görülen referansların ve bunlara baÄŸlantılı olarak sergilenen baÅŸa çıkma sürecinin, kiÅŸinin anlam dünyasını deÄŸiÅŸtirmesinde ve böylece inançlı iken inançsız olmasında önemli etkileri bulunmaktadır.

​

Bağımsızlık Arzusu ve Kendini Güçlü Görme

İnsanda doÄŸal bir bağımsızlık arzusu vardır. Din, insanın üzerinde yüce bir varlık tasavvur ederek insanın bu bağımsızlık ve en güçlü olma arzusunu sınırlandırmaktadır. Üstün bir yaratıcıya karşı sorumlu olarak yaÅŸamak ve onun koyduÄŸu kurallara uygun hareket etmeye çalışmak bazı kiÅŸiler için özgürlüÄŸü kısıtlayıcıdır. 

​

Tanrı inancı, temelde yüce bir varlığa teslimiyettir. İslam dinindeki kul kelimesi baÅŸlı başına bu teslimiyeti ifade eder. Tanrı fikri, dini kurallar ve dinin belirlediÄŸi sosyal normlar bazı kiÅŸiler için insan özgürlüklerinin önünde bir engeldir. Bu bireyler özgürlük arayışlarının bir ifadesi olarak inançsızlığı tercih edebilmektedir.

​

Özellikle 17. yüzyıldan sonra bilimin verdiÄŸi güçle insan doÄŸayı daha iyi tanımaya ve ona hükmetmeye baÅŸlamıştır. İnsanın bilmediklerinin bilinir hale gelmesiyle ve bilginin verdiÄŸi güçle birlikte Tanrıya sığınma gereksinimi azalmaya baÅŸlamıştır. Bu, bazı insanların Tanrıya gereksinim duymadıklarını veya duymamaları gerektiÄŸini hissetmeleriyle ortaya çıkabilen psikolojik bir vakıadır.

​

Modern kültürde “kimse bana ne yapacağımı söyleyemez” anlayışı bir kliÅŸe haline gelmiÅŸtir. Bu anlayış özellikle de gençler arasında yaygındır. Bu duygu bazı bireylerde dine karşı isyanı baÅŸlatabilmektedir. Gençlik döneminde görülen din deÄŸiÅŸtirme veya dinden çıkma, bu isyan ve tepki davranışıyla ilgilidir.

​

Haz Arayışı

Din, yasaklarla bazı bireyler için bedensel hazların önünde engel teÅŸkil etmektedir. Haz arayışı ve bu arayışın dini kurallarla çatışması sonucu oluÅŸan ahlaki gerilim, beraberinde inançsızlığı getirebilmektedir. Bazı bireyler dinin koyduÄŸu yasakları aÅŸarak serbestçe hazları yaÅŸamak istemektedirler.

​

Cinsel isteklerin sınırsızca yaÅŸanması, dinen yasak içeceklerin ve yiyeceklerin tüketilmesi ve benzeri türden haz arayışları bireyi inançsızlığa götüren önemli bir etken olarak görülmektedir.

​

Vitz’e (2013) göre günümüz seküler toplumunda ciddi bir inançlı olmak, oldukça zahmetli bir iÅŸtir. İnançlı olmak birçok zevkten vazgeçmek ve istemediÄŸin birçok ÅŸeyi yapmak demektir. Ayrıca din, dua, ibadet, dini metin okumaları gibi bir dizi faaliyetle birlikte çok zaman alır.

​

İşte bunun gibi sebepler haz ve eÄŸlence arayışındaki modern insanı dinden uzaklaÅŸtırabilmektedir. Haz arayışı genellikle serbest cinsel iliÅŸki, alkol ve uyuÅŸturucu kullanımı, dini ritüelleri yerine getirmeme, dinin sıkıcı olduÄŸunu düÅŸünme ÅŸeklinde kendini gösterir.

​

Ateizm daha geniş anlamda kişisel serbestliğe ve hedonizme fırsat verebilmektedir.

​

Evlenmeden önce cinsel iliÅŸki yaÅŸayanlarda dini faaliyetlere katılmadaki, dine verilen önemdeki düÅŸüÅŸ oranı ve dinden ayrılma oranı, evlilik dışında cinsel iliÅŸki yaÅŸamayanlara göre oldukça yüksektir. Aynı farkı hem marihuana hem de alkol kullanımında bariz ÅŸekilde görmek mümkündür.

​

Buradan iki sonuç çıkarılabilir. Birincisi serbest cinsel iliÅŸki, alkol ve uyuÅŸturucu kullanımı bireyleri inançsızlığa yöneltmektedir. İkincisi ise inançsızlık bireyleri serbest cinsel iliÅŸkiye, alkol ve uyuÅŸturucu kullanımına sevk etmektedir. Bu iki durumdan hangisinin ne derece geçerli olduÄŸuna dair herhangi bir araÅŸtırma yapılmış deÄŸildir. Fakat hazları sınırsızca yaÅŸama isteÄŸi önünde dini kuralların engel teÅŸkil ettiÄŸi bir realitedir. Bu yasakları benimseyip aynı zamanda da yasakları çiÄŸnemek zamanla biliÅŸsel çeliÅŸkiye yol açacağı için, yasaklarla ilgili düÅŸüncelerin inançsızlık lehine deÄŸiÅŸmesi muhtemeldir.

​

Entelektüel/BiliÅŸsel Faktörler (DüÅŸünce Boyutu)

EÄŸitim arttıkça veya entelektüel düzey arttıkça inançsızlık artar mı?

​

EÄŸitimin, bireyin inançsızlığa yönelmesinde iki tür etkisi vardır. Birincisi, bireyin bilgi düzeyini olumlu anlamda etkilemesi ve onun entelektüel anlamda geliÅŸmesine katkı sunmasıdır. İkincisi ise bireye yeni ve farklı bir sosyal ortam saÄŸlamasıdır. EÄŸitimin etkisinden bahsedilirken çoÄŸunlukla birincisine vurgu yapılır. Oysa İkincisinin de önemli derecede etkisi vardır.

​

EÄŸitimin, inançsızlık entelektüel geliÅŸim baÄŸlamında etkisi, eÄŸitim yoluyla bazı ideolojik fikirleri, felsefi akımları veya siyasal görüÅŸleri öÄŸrenmekle ilgilidir. Bu akımlara mensup olmak veya bu fikirleri öÄŸrenmek, bireyde düÅŸüncelerin deÄŸiÅŸmesine yol açabilmektedir.

​

Okulun, dünya görüÅŸlerini etkilediÄŸi söyleyenlerden, bunun nasıl gerçekleÅŸtiÄŸini açıklamaları istenmiÅŸtir. Veriler incelendiÄŸinde görülmektedir ki katılımcıların %34'ü okulda edindiÄŸi bilgilerin, bakış açısını geniÅŸlettiÄŸini, eleÅŸtirel bakmayı öÄŸrettiÄŸini veya dinlerdeki çeliÅŸkileri görmelerini saÄŸladığını söyleyerek entelektüel geliÅŸime vurgu yapmaktadır. Katılımcıların %31 i ise okuldaki sosyal ortamdan olumlu veya olumsuz anlamda etkilendiÄŸini belirtmiÅŸtir. Olumlu anlamda etkilenmek, inançsız bir hocanın veya arkadaÅŸ grubunun tesirinde kalmak ÅŸeklindedir.

​

Hunsberger (1983) yaptığı araÅŸtırmada mürtedler, kendilerinin akademik olarak daha baÅŸarılı olacaklarını öngörmüÅŸler ama gerçek sonuçlara bakıldığında inançlılar ile inançsızların akademik baÅŸarıları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Aynı araÅŸtırmada, problemleri çözme konusunda bilime olan güven, dinin meseleleri tartışmaktan hoÅŸlanma ve entelektüalizm hususlarında iki grup arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Yani mürtedler kendilerini zihinsel olarak daha geliÅŸmiÅŸ görme eÄŸilimindedirler, ama gerçekte öyle deÄŸildirler.

​

Ateizme Yol Açan DüÅŸünceler

Bilimsel Ateizm

17. yüzyıldan itibaren deney ve gözleme dayalı, olgulardan hareket eden, sınanabilir, tümevarıma bilgi anlayışını ön-plana çıkarmıştır. Bu yeni anlayışa göre, dini bilgi doÄŸrulanabilir ve sınanabilir olmadığı için anlamsız görülmeye baÅŸlanmıştır. Batı’da 18. yüzyıl aydınlanma düÅŸüncesinden sonra “bilimsel ateizm” denilen bir olgu ortaya çıkmıştır. Dixon (2002), bilimsel ateizmin üç temel doktrine inandığını ifade etmektedir.

  • Birincisi “teizm karşıtlığadır. Buna göre, doÄŸaüstü kiÅŸisel bir Tanrı, mucize, cennet-cehennem, ölümden sonra hayat, madde diÅŸilik ve ruh yoktur.

  • İkincisi “bilimcilik”tir. Bilim, özellikle de doÄŸa bilimleri, insanoÄŸlunun en deÄŸerli ürünü olarak görülür.

  • Üçüncüsü ise natüralizmdir. İnsan yaÅŸamının anlamı ancak doÄŸa bilimleri ile anlaşılabilir. 

 

Bilimsel ateizmde, bilimin kendimiz dışındaki gerçekliÄŸin bilgisini bize verebilecek yegâne yol olduÄŸu kabulü söz konusudur. Bilimin, doÄŸaüstü herhangi bir unsura atıf yapmaksızın çok daha fazla ÅŸeyi açıklayabildiÄŸi düÅŸünülmektedir. 

​

Swatos ve Christiano’ya (2002) göre, eÄŸitime ve bilime aşırı derecede bel baÄŸlamak, bunu bir inanç dizgesi haline getirmektedir. Yani bazı insanlar bilime “inanmaktadırlar”. Bu ÅŸekilde kendileri için yeni ve daha yakın bir kutsal inÅŸa etmektedirler. 

​

Bilimsel ateizmin en dikkat çekici özelliÄŸi, tüm diÄŸer bilimsel teoriler arasında evrim teorisine daha büyük bir önem atfedilmesidir. Ateistlere göre Darwin’in yaklaşımı, Tanrı’nın olmadığını kanıtlamaz, ama Tanrı’nın var olduÄŸunu düÅŸünmeyi gerektirecek bir durumun olmadığını gösterir.

​

VaroluÅŸçu ateizm ve hümanizm

VaroluÅŸçuluk 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra sadece felsefede deÄŸil, sanatta, edebiyatta, psikolojide ve daha pek çok alanda etkisini göstermiÅŸtir.

​

Özgür olabilmemiz için Tanrı’nın varlığını inkâr etmemiz gerekir. Teist inanç, insanları özgürlükleri sınırlanmış birer obje durumuna düÅŸürmektedir. Tanrıya inanç, onun mutlak iradesine katı bir boyun eÄŸiÅŸtir.

​

VaroluÅŸçu ateizmin önemli temsilcilerinden Nietzsche (2001), üstinsanın ortaya çıkabilmesi için Tanrının ölmesi gerektiÄŸini savunmuÅŸtur.

​

Dinden kaynaklanan ahlak ilkeleri insan özgürlüÄŸünü kısıtlamaktadır ve aynı zamanda da gerçek anlamda birer ahlak ilkesi olarak görülmeleri mümkün deÄŸildir. Bazı ateistler, dini ahlaksızlığın kaynağı olarak görürler. İnsanları cehennemle korkutmanın bir tür psikolojik istismar olduÄŸu iddia edilmektedir. Ateistlere göre bir davranışı cennete gitmek için yapmak veya cehenneme gitmemek için yapmamak kesinlikle ahlaki deÄŸildir. Ahlaki davranış, herhangi bir çıkar gözetmeksizin yapılmalıdır.  

​

Hümanizm ise en genel anlamıyla, insani ilgi, deÄŸer ve onura özel bir önem veren dünya görüÅŸünün adıdır. Bu tanım birçok dindarı hümanist yapabilir. Ancak hümanizm, bu geniÅŸ anlamının dışında dar bir ateistik anlamda kullanılmaktadır. Hümanizm, kelime anlamından da anlaşılacağı üzere, Tanrı’ya karşı “insancı” olmaktır. Hümanizm, “dine karşı oluÅŸmuÅŸ bir reflekstir” (Monfasani, 2005).

​

Politik Ateizm

Bazı siyasal akımlar din ve devlet iÅŸlerinin birbirinden ayrılmasından öte, dinin toplum açısından zararlı bir kurum olduÄŸu düÅŸüncesini savunmuÅŸtur. Bu akımlardan en bilineni Marksizm’dir. Marks’ın en meÅŸhur sözü “din afyondur”dur. Buna göre, din insanlığı deÄŸil, insanlık dini meydana getirmiÅŸtir. Din toplum tarafından üretilmiÅŸtir ve toplumdaki emek sömürüsünün bir aracı olarak iÅŸlev görmektedir. Dinin kökeni ve fonksiyonu ile ilgili bu radikal sosyal eleÅŸtirellik ateizme bir kapı açmıştır.

​

Yapılan araÅŸtırmaların büyük çoÄŸunluÄŸu inançsızların genellikle sol veya liberal siyasi görüÅŸü benimsediklerini göstermektedir.

​

Türkiye’de yapılan araÅŸtırmalar, solcuların daha az dindar, saÄŸcıların daha dindar olarak kendilerini tanımladıklarını göstermiÅŸtir (ÇarkoÄŸlu ve Toprak, 2006). Sol siyasi parti “seçmeni İslam’ın temel ÅŸartları sayılabilecek ibadet türlerini en az yerine getiren seçmen kitlesi olarak göze çarpmaktadır” (ÇarkoÄŸlu ve Toprak, 2000).

​

Feminizm

Feminizm ile inançsızlık arasında nedensel bir iliÅŸki olduÄŸu söylemek iddialı bir ifade olacaktır. Çünkü inançsız feministler olduÄŸu gibi bir dine inanan feministler de vardır. Ama feminizmin yaygın yorumu ile inançsızlık arasında bir iliÅŸki öngörülebilir.  

​

Bu yaklaşıma göre monoteist dinler kadınlara zarar vermektedir. Kadın eÄŸitimden ve din eÄŸitiminden mahrum edilmiÅŸtir. Böylece din erkekler tarafından ÅŸekillendirilmiÅŸtir. Kadınlar ayrıca dini liderliklerden de mahrum bırakılmışlardır. Din, kadınları cinsellik konusunda kısıtlamıştır. DoÄŸum kontrolü, kürtaj ve boÅŸanma hakkı engellenmiÅŸtir. Geleneksel olarak kadın ikinci sınıf bir konumdadır. Kadınlara yönelik cinsel ve fiziksel istismar din tarafından gerekçelendirilmiÅŸtir. 

​

Khalil ve Bilici (2007), İslam’dan çıkanların hayat hikâyelerinden hareketle, dinden çıkışta hangi süreçlerin ve hangi koÅŸulların geçerli olduÄŸunu tespit etmeye çalışmışlardır. Tüm motivasyonlar arasından iki motivasyonun belirgin biçimde öne çıktığı görülmüÅŸtür. Birincisi kadının konumu ve İkincisi de Müslümanların acımasız, baskıcı ve geri kalmış olmalarıdır.

​

Kötülük Problemi

Kötülük problemi ve acı çekme, dini ÅŸüpheye önemli bir kaynak teÅŸkil eder. Kötülük problemi, din felsefesinin en önemli konulan arasında yer almaktadır. Kötülük problemi, dünyada tecrübe edilen kötülük ile teist Tanrı fikrinin çeliÅŸik olduÄŸu iddiasına dayanmaktadır.

​

Dünyada birtakım kötülükler vardır. Tanrı bu kötülükleri bilmiyor da mı engellemiyor, yoksa biliyor da gücü mü yetmiyor, yoksa biliyor ve gücü yetiyor da engellemek mi istemiyor?

​

Kötülük problemi salt bir felsefi tartışma olmasının yanında, sıradan herhangi bir bireyin kötülüÄŸe maruz kalması veya ÅŸahit olması durumunda baÅŸvurabileceÄŸi basit bir akıl yürütmeyi de göstermektedir.

bottom of page