Arayan Ä°nsan
Ä°slam'a GiriÅŸ
TarihselciliÄŸin Ä°slam GeleneÄŸindeki Kökleri
Prof. Dr.Mustafa Öztürk'ün Kur'an ve Tarihselcilik (Anakara Okulu: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Batılı düÅŸünürlerin Kur’an ve tarihsellik tartışmasına müdahil kılınması, dahası bu tartışmada bilhassa Dilthey ve Gadamer gibi Batılı düÅŸünürlere sanki birer bilirkiÅŸi olarak sık sık baÅŸvurulması, Türkiye özelinde konuÅŸmak gerekirse hem ilmi-fikri dürüstlük hem de entelektüel seviye açısından çok üzüntü vericidir.
​
Tarihselci perspektif ile Batı dünyasındaki hermeneutik tartışmalar baÄŸlamında savunulan ve “niyetselci" diye adlandırılan yaklaşım tarzı arasında birtakım kesiÅŸmeler ve örtüÅŸmeler bulunması, söz konusu perspektifin Bati hermeneutiÄŸinden kotarıldığı anlamına gelmediÄŸi gibi, çok gevÅŸek ve geliÅŸigüzel biçimde tarihselcilik ile hermeneutik arasında sıkı baÄŸ kurmayı ve buradan kalkarak hermeneuÄŸin Kur’an tefsirinde kullanılan bir yöntem olduÄŸu iddiasında bulunmayı da gerektirmez.
​
Batılı araÅŸtırmacıların kendi kutsal metinlerini tarihsel tenkit yöntemine tabi tuttukları ve Kur'an merkezli çalışmalarında da benzer bir yönteme baÅŸvurdukları malumdur. Ancak bunların amacı, “Hz. Muhammed neler söylemiÅŸ ve bizim kitaplardan neler iktibas etmiÅŸ?" sorusuna cevap ararken, biz, “Allah Hz. Peygambere ve ilk Müslüman topluma neler söylemiÅŸ; bizden neler talep etmiÅŸ?" sorusunun cevabına odaklanmış durumdayız.
​
Kaldı ki metodoloji telaffuz edildiÄŸi kadar basit ve kolay biçimde içi doldurulabilecek bir kavram deÄŸildir. Tarihselcilik bir bakış açısı, bir perspektiftir. Ä°slam ilim ve düÅŸünce geleneÄŸi tarihselci perspektife iliÅŸkin sayısız bilgi ve örnek içerir.
​
Halk’ul Kur’an Tartışmaları
Prof. Dr.Mustafa Öztürk'ün Kur'an'ı Kendi Tarihinden Okumak (Anakara Okulu: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Kur'an'ın mahiyetine iliÅŸkin aktüel tartışmalar, haddi zatında hicri II. (VIII.) yüzyılın ilk yansında, büyük bir ihtimalle, Yuhanna ed-DımaÅŸki gibi bazı Hıristiyan ilahiyatçılarının Hz. Ä°sa'nın ulûhiyetini kanıtlama giriÅŸimleriyle eÅŸ zamanlı olarak ortaya çıkan “halku'l-Kur'an” (Kur'an'ın mahluk ve muhdes bir kelam olup olmadığı) problemiyle ilgili münakaÅŸalar etrafında ÅŸekillenen iki farklı Kur'an tasavvurunun modem döneme özgü felsefi ve kavram ve kuramların refakatinde yeniden formüle edilmesinden ibarettir.
​
Kur'an'ın mahiyetiyle ilgili geleneksel iki tasavvurdan biri Sünni, diÄŸeri Mutezili düÅŸünce sistemine aittir.
​
Sünni tasavvura göre Kur'an, aslı itibariyle tarihe tekaddüm eden bir varlık düzlemine aittir. Kur'an'ın tarih öncesi varlık meskeni ise, Levhi Mahfuz'dur. Ä°lahi irade, Kur'an'ı Hz. Peygamber'e vahyetmeyi dileyince, diÄŸer bir deyiÅŸle, vahyin vahyedilme zamanı gelince, onu melekler aracılığıyla bir bütün halinde keyfiyeti bize meçhul olan Levh-i Mahfuz'dan Beytü'l-Ä°zze'ye indirmiÅŸtir. Böylece Kur'an tarihsel varlık alanına girmiÅŸ ve dünya semasında bulunduÄŸu varsayımı dışında gerçek mahiyeti hakkında hemen hiçbir bilgiye sahip olmadığımız Beytü'l-Ä°zze’den yirmi küsur yıl zarfında peyderpey yeryüzüne indirilmiÅŸtir.
​
Kur’an'ın tarihe ve tarihsel olan her ÅŸeye tekaddüm eden bir asli varlığı bulunduÄŸu inancı, esas itibariyle kelam sıfatının Allah'ın zatı sıfatlarından biri olduÄŸu kabulüne dayanır. Yanı sıra Kur’an’ın mana ve muhtevasının ezelde belirlenmiÅŸ olduÄŸu fikri de bu kabulde mündemiçtir. Zira Allah zatı itibariyle ezeli bir varlıktır. Dolayısıyla O’nun zati sıfatlan ile bu sıfatların tüm tecellileri de ezeli olmak durumundadır. Allah, zatına sonluluk izafe edilmekten münezzeh bir varlık olduÄŸuna göre O’nun kelamına da sonluluk izafe edilemez. Bu analojiden çıkan mantıksal sonuç ÅŸudur: Kur'an, ezeli ve ebedi bir varlık olan Allah'ın zatına iliÅŸkin bir sıfat olan kelamın tecellisidir: bu yüzden delalet düzeyleri bitip tükenmez bir anlam deryasıdır.
​
Ehl-i sünnet kelamının öncülerinden Küllab el-Basri (ö. 854) ve Haris b. Esed el-Muhasibi (ö. 857) gibi alimlerin, üçüncü bir yol, daha doÄŸrusu bir ara formül bulmak maksadıyla ortaya attıkları “mana itibariyle kadim, lafız ve okunuÅŸ itibariyle mahluk Kur'an” tezine raÄŸmen, tarih boyunca Sünni Müslümanların zihinlerinde Kurandaki lafızların sonsuz bir anlam potansiyeline sahip olduÄŸu düÅŸüncesinin hakim olduÄŸu söylenebilir.
​
Bu düÅŸünce bizi zorunlu olarak Kuran'ın geçmiÅŸ, ÅŸimdi ve gelecek nesillerin tüm muhtemel soru ve sorunlarını tükettiÄŸi ya da Müslümanların dünyevi yaÅŸamda karşılaÅŸmaları mümkün olan her problemin çözümünü içerdiÄŸi tezini savunmaya sevk eder. Nitekim, Sünni paradigmanın kurucu ÅŸahsiyetlerinden biri olan Åžafii (ö. 819) de, “Kur'an'da Müslümanların dünya hayatında karşılaÅŸacakları her problemle ilgili bir çözüm vardır" mealindeki sözüyle tam da bu tezi savunmuÅŸtur.
​
Åžafii’nin ÅŸekillendirdiÄŸi bu Kur'an tasavvuru, bilahare ZerkeÅŸi (ö. 1391) ve Suyüti (ö. 1505) gibi beyan alimlerinin ulûmu’l-kur'an (Kur'an ilimleri) terimine yükledikleri anlamı da büyük ölçüde tayin ve tahdit etmiÅŸtir.
​
Bu anlam düzeyinde Kur'an madem ki sonsuz bir anlam deryasıdır; öyleyse onda ‘yok' yoktur. Gerçekte günümüz Müslümanlarının zihnindeki hakim anlayış da budur. “Kur’an'da ‘yok' vardır, yani bugün elimizde iki kapak arasında yazıyla kayıtlı Mushaf metni beÅŸeri bir dilin (Arapça) sunduÄŸu imkânlar dahilinde sınırlı bir anlam potansiyeline sahiptir” denilmesi halinde Allah'a eksiklik izafe edilmiÅŸ olacağı düÅŸünülmektedir. Bu düÅŸünce, kesinlikle aşın tenzihçi bir refleksin ürünüdür.
Kur'an'ın mahiyetiyle ilgili ikinci tasavvurun Mutezili düÅŸünce sistemine ait olduÄŸunu söylemiÅŸtik. Mu’tezile, kendine özgü bilgi teorisi ve tevhid anlayışı gereÄŸi Kur'an’ın mahluk, muhdes, mefûl, mec‘ûl ve Allah’ın zatından ayrı bir varlığının bulunduÄŸu fikrini savunur. Bu itibarla, ‘Kelamullah’ denen ÅŸey, harf ve seslerden oluÅŸan, bir mahalde bulunan, belli bir tertip içerisinde insan idrakine açık bir ÅŸekilde sunulan Kur’an’dan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.
​
Özetlemek gerekirse, Mutezili gelenekte Kur’an, Allah'ın mümkün bir tarihte, beÅŸeri bir dilin imkân ve sınırları içinde konuÅŸmasıyla vücut bulmuÅŸ hadis bir kelamdır. Dolayısıyla Kur'an tarihsel, tarihe ait bir fenomendir. Bu itibarla, Allah'ın insanlık tarihinin belli bir döneminde sözel bir dilsel metin olarak somutlaÅŸan kelamını anlama ve yorumlama faaliyetinde öncelikle ve özellikle Arap dilinin tüm imkânlarını sonuna kadar kullanmak ve bu süreçte, ilahi adaletin muktezasınca yapıp ettiÄŸi tüm fiillerin gerçek öznesi olan insanın akli yetilerine güvenmek ve onu Allah’ın kelamını anlama giriÅŸiminde son derece etkin ve iÅŸlevsel kılmak gerekir.
​
Ezeli Varlık-Ezeli Kelam İlişkisi
Prof. Dr.Mustafa Öztürk'ün Kur'an, Tefsir ve Usül Üzerine (Anakara Okulu: 2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kur'an'a evrensellik atfedilmesi ve dolayısıyla onun tarih-üstü bir metin olarak görülmesi teolojik temelde ilâhi isim ve sıfatlara dayandırılabilir. Çünkü Allah zatı itibariyle zaman ve mekândan bağımsız bir ezelî-ebedi varlıktır. Allah'ın ezeli olması kelamının da ezeli olmasını iktiza eder. Tarihte ilk defa Ehl-i Hadis'in paltosunun altından çıkan, hatta Ehl-i hadis'le özdeÅŸ olan Selefiyye tarafından savunulan bu görüÅŸe göre Kur’an, Mu’tezile’nin iddia ettiÄŸi gibi muhdes ve mahluk deÄŸil hem lafız hem mana cihetinden Allah'ın zatıyla kaim olup kadimdir. Birçok ayette Kur'an Allah'a nispet edilmiÅŸ, O'nun tarafından inzal edildiÄŸi bildirilmiÅŸ, ayrıca Allah'ın ilminde bulunduÄŸuna dikkat çekilerek onun ilâhi bir sıfat olduÄŸuna dikkat çekilmiÅŸtir. Ä°lâhı sıfatlar kadimdir; Allah da ezeli olarak mütekellimdir, o halde Kur’an da kadim ve ezelîdir.
​
Gerçi Kur'an belli bir tarihsel vasatta nazil olmuÅŸtur; ancak önemli olan vahyin ne zaman ve nerede nazil olduÄŸu deÄŸil, onun kim tarafından inzal edildiÄŸidir.
​
Allah'ın sadece zatı deÄŸil ilmi de ezelîdir. Böyle olunca, Allah vahyi inzal ederken sadece ilk ve doÄŸrudan muhataplarını deÄŸil, kıyamete kadar gelecek tüm insanları hesaba katmıştır. Özellikle EÅŸ’arilik zaviyesinden bakıldığında bunun aksini düÅŸünmek, Allah’a bir bakıma cehl izafe etmektir. Kaldı ki Kur'an Allah'ın insanlığa son kelamı, Hz. Peygamber de O’nun son elçisidir. Bu keyfiyet Kur'an'ın bütün zamanlar ve insanlara yönelik olduÄŸu anlamına gelir.
​
Bir kez daha belirtelim ki Kur’an’ın evrenselliÄŸine dair geleneksel algı özelde Selefi, daha genelde Sünnî-EÅŸ'ari kelam sistemindeki ezelî-kadîm Kur'an anlayışıyla örtüÅŸmekte ve bu anlayış aynı zamanda tasavvufi gelenekteki iÅŸari-bâtınî anlam teorisinin en temel argümanlarından biri olan “Kur’an sonsuz mana içerir" fikrine de mesnet teÅŸkil etmektedir.
​
Gelinen bu noktada, Kur'an’ın mahlûk olduÄŸunu savunan Mu'tezile'nin evrenselcilik karşıtı ya da daha güncel bir nitelemeyle tarihselci olduÄŸu sanılabilir. Oysa Mu'tezile de Ehl-i Sünnet kadar evrenselcidir; fakat Mu'tezilî âlimlerin bu konudaki dayanağı, Kur'an'ın son ilahi kelam olarak bütün insanlığa gönderilmiÅŸ olduÄŸu inancıdır. Binaenaleyh, Mu'tezile'nin Halku'l-Kur'an teorisinden bildik anlamda tarihselciliÄŸe yol çıkmaz.
​
Buna mukabil, Selefıyye’nin ezelî Kur'an görüÅŸünden, Kur'an'daki her ifade biriminin her zaman ve zeminde lafzî olarak geçerli ve ahkam yönünden tüm zamanlarda tatbike elveriÅŸli olduÄŸu sonucuna ulaÅŸmak mümkündür. Kur'an'da insanoÄŸlunun karşılaÅŸması mümkün ve muhtemel tüm soru ve sorunlardan söz edilmediÄŸi veya daha açık ifadeyle zamanın ve pratik hayatın her gün bir yenisini ürettiÄŸi fer'i meselelerin tümünden bahsedilmediÄŸi bedii bir gerçek olmasına raÄŸmen, Ehl-i hadis ve Selefiyye'nin erken dönemdeki önemli figürlerinden biri olan Ä°mam Åžâfiî (ö. 819), Müslümanların pratik hayatta karşılaÅŸacakları her mesele hakkında Kur’an’da ya açık-sarih yahut kısa ve mücmel bir hüküm/delalet bulunduÄŸunu ileri sürmüÅŸtür. Mücmel hüküm veya delaletin içtihat (istinbat) yoluyla belirleneceÄŸini söyleyen Åžâfiî içtihadı kendisinden önceki dönemde ortaya konan re'y faaliyetine nispetle daha formel olan kıyasa indirgemiÅŸtir.
​
Ä°mam Åžâfiî bütün gücüyle Sünnet'i savunmuÅŸ; ancak bu savunusunda Kur'ancı söylemin iÅŸine yarayacak argümanlara baÅŸvurmuÅŸtur. Daha açık bir ifadeyle, Åžafiî dini kaynak hiyerarÅŸisinde Sünnet'i saf dışı etmek isteyen zihniyete mukabelede bulunmak isterken Sünnet'i Kur'an'la özdeÅŸleÅŸtirme yoluna gitmiÅŸ ve bu yaklaşım sonuçta “Dini ahkam aslında tek kaynak olarak Kur'an'a dayanır” fikrine zımni onay vermiÅŸtir. Nitekim tarih boyunca Kur'an'ı ön plana çıkaran tüm eÄŸilimlerin en temel referansı olan, “Biz kitapta hiçbir ÅŸeyi eksik bırakmadık" mealindeki ayetin (En'fal 6/38) tefsirinde Fahreddin er-Razi’nin (ö. 606/ 1210) söyledikleri de Ä°mam Åžafiî'nin, Kur’ancılık söylemine ister istemez katkıda bulunduÄŸu iddiamızı teyit eder niteliktedir.
​
Sonuç olarak, Ehl-i hadis ve Selefiyye'nin savunduÄŸu “Kadim Kur’an” görüÅŸü, “Kur’an ister asli ister fer’i olsun, her konuda ÅŸâfi ve kâfi bir kitaptır” ÅŸeklinde özetlenebilecek bir fikri tazammun eder. Zira dini meselelerin tümünün naslara dayanmak zorunda olduÄŸunu savunan Selefiyye’ye göre Allah inanılması gereken hükümleri vahiyle bildirdiÄŸi gibi onları ispat ve takviye edecek akli istidlallere de yine naslarda iÅŸaret etmiÅŸtir. Bu yüzden, nasları anlama çabası dışında baÅŸka deliller aramaya gerek yoktur. Dolayısıyla deliller arasında akli-nakli ayırımına gitmeye ve dini çerçevesi bulunmayan bir akli istidlal alanı oluÅŸturmaya gerek olmadığı gibi buna cevaz da yoktur. Müslümanların ihtiyaç duyacakları her ÅŸey naslarda mevcuttur.
​
Halku'l Kur'an Tartışmasının MenÅŸei ve Kısa TarihçesiRecep Demir'in Kur'an Tefsirinde Tarihselci Yöntem (Hikmetevi: 2013) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Hz. Peygamber Dönemi
Halku’l Kur’an meselesi, Hz. Peygamber’in saÄŸlığında münakaÅŸa konusu olmamış, Hz. Peygamber de bu konuyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Kelam ilminin teÅŸekkülünden ve bu tartışmaların baÅŸlamasından sonra konuyla ilgili bazı rivayetler Hz. Peygamber’e atfedilmiÅŸtir. Ancak bu rivayetler, isnad açısından sahih görülmemiÅŸtir. Kuranda ve Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerde Kur’an’ın mahluk ya da gayri mahluk olduÄŸunu ifade eden kat’i ve açık bir hükmün bulunmadığını belirtmekte yarar var.
​
Konu Allah’ın kelam sıfatıyla yakından ilgilidir.
​
Tartışmaların Kökeni
Kuranın yaratılmışlığı konusundaki tartışmaların nereden kaynaklandığı hususunda farklı görüÅŸler mevcuttur. Bu tartışmaların bir taraftan dahili sebeplerden; yani Ä°slami nasslar üzerinde düÅŸünmekten veya Ä°slam toplumunda görülen siyasi ve toplumsal olaylardan zuhur ettiÄŸinden söz edilirken diÄŸer taraftan dış tesirlerden söz edenler de mevcuttur. Bu dış tesirlerin de Yahudilik, Hıristiyanlık ve Yunan felsefesi olduÄŸu belirtilmiÅŸtir.
​
Kaynaklarımızda oldukça fazla olay ve neden sayılmıştır. Ancak bunların içerisinde Hıristiyan etkilere özellikle dikkat çekilmektedir. Hatta bununla ilgili ÅŸöyle bir olay anlatılır: Kendisi bir Hıristiyan olmasına karşın, uzun yıllar Emevi sarayında kalmış olan Yuhanna ed-DimeÅŸki, bir Hıristiyanın kendisini Ä°slam’a davet eden kiÅŸilere karşı nasıl davranacağına dair bir kitap yazmıştır. DımeÅŸki, Kur’an’daki “Ä°sa Mesih, Allah’ın Meryem’e attığı kelimesi ve O’ndan bir ruhtur”ayetine atıfta bulunarak, kurgusal tarzda bir Hıristiyanla bir Müslümanı tartıştırır. Hıristiyan, Müslümanların Kelamullah’ı ezeli görmekle, Hz. Ä°sa’yı da Allah’ın bir parçası olarak görmek arasında bir fark olmadığını, Hz. Ä°sa’yı Allah’ın oÄŸlu saymakla Hıristiyanlar nasıl ÅŸirke düÅŸmüÅŸlerse, aynı ithama Müslümanların da maruz kalacağını belirtmiÅŸtir. DimeÅŸki’nin amacı, Kelamullah olan Kuran kadim olunca, kelime olan Ä°sa’nın da kadim olmasına ve Allah’ın oÄŸlu olmasına Müslümanların itiraz etmemesini saÄŸlamaktadır.
​
Mutezile Dönemi
Mu’tezile’nin halku’l Kur’an’ı kabul etmesini Hıristiyanlığa bir tepki olarak görmek mümkündür. Ä°sa Mesih’in kıdemine inanan Hıristiyanlara karşı Allah’ın kelamının kadim olması tevhide aykırı görülmüÅŸtür. Buradan Ä°sa mahluk olduÄŸu gibi, Kuranın da mahluk olması gerektiÄŸi neticesine varılmıştır. Abbasi halifesi Me’mun, Halku’l Kuranı tartışırken Kuran’ın mahluk olmadığını savunanları, Allah’ın kelimesi olan Ä°sa ya mahluk deÄŸildir diyen Hıristiyanlara benzemekle suçlamış, Allah’ın dışındaki her ÅŸeyin mahluk olduÄŸundan hareketle Kur’an’ın da mahluk olduÄŸunu iddia etmiÅŸtir.
​
Mu’tezili alimler kelam sıfatı üzerinde detaylı bir ÅŸekilde durmuÅŸlardır. Mesela, Kadi Abdulcebbar (ö. 1024), konuyu o kadar geniÅŸ ve detaylı bir ÅŸekilde ele almaktadır ki neredeyse asıl konu unutulacak noktaya varmaktadır. O, Kelamı nefsinin varlığı konusunda ortaya konan bütün delilleri tek tek ele alarak, kendi sistemi içerisinde bunları çürütme yoluna gitmektedir. Sıkı bir tartışma yürüterek ve çok farklı ihtimalleri de deÄŸerlendirerek "eÄŸer ÅŸöyle denirse, ona denilir ki…” ÅŸeklinde akla gelebilecek çeÅŸitli soruları bizzat kendisi sorarak kelam sıfatının kıdemini nefyeder.
​
Abdulcebbar kelamı, “algıyla bilinen ve idrak edilip iÅŸitilen, dilde cereyan eden, belli bir tarzda peÅŸpeÅŸe, düzenli ve dizili olarak bulunan harflerdir” ÅŸeklinde tanımlar. Fiziki dünyadaki kelamın nitelikleri neyse, Allah’ın kelamının da özellikleri aynıdır. Ä°nsanların bilip tanıdığı kelam ses cinsindendir, kulun gücü dahilindedir, algılanan bir arazdır, sürekliliÄŸi yoktur, bir mahalde bulunma özelliÄŸi vardır, cümleye hulul etmesi zorunlu deÄŸildir, sıfat olarak deÄŸil, kendisini varlık alanına çıkaran, fiil olarak iÅŸleyenle birlikte bulunmaktadır. Kelamı fiil eden, kelam sahibi (mütekellim) dir. Kelam ses olunca, kalpte bulunan bir mana deÄŸil, iÅŸitme özelliÄŸi olan bir manadır.
​
Mu’tezile’nin Kelamullah tanımı, biz insanların ÅŸahidde bildiÄŸimiz, duyu organlarımızla idrak ettiÄŸimiz beÅŸeri kelama benzer bir kelamdır. Bunun sebebi Mutezilenin Kelamullah’ı bütünüyle anlaşılır görmelerindendir. Kelamullah’ın nefiste kaim ve bütünüyle duyu organları aracılığıyla ifade edilmeyen bir ÅŸey olarak görülmesi onu belirsizliÄŸe iter ve anlaşılmaz kılar. Böyle bir anlayış Allah’ın vahyi hakkında konuÅŸmayı ve onun pratik hayatta uygulanmasını imkânsız kılar.
​
Ehli Sünnet ile Mu'tezile Arasında Halku'lKur'an Tartışması ve Tarihselcilik
Kelamullah’ın yapısı hakkındaki ihtilaftan dolayı Ehli Sünnet ve Mutezile Kuranın yaratılmışlığı hakkında farklı kanaatlere varmışlardır. Mu’tezile alimleri, bir ÅŸeyin kelam olarak nitelendirilebilmesi için ses ve harflerin bulunmasını zorunlu ve yeterli ÅŸart olarak görürler; yani kelam dediÄŸimiz ÅŸey, harfler ve seslerle dile gelen anlamlardır; kelam bunun ötesinde baÅŸka bir anlama sahip deÄŸildir. Sonraki dönem Ehli Sünnet alimlerine göre ise kelam lafzı iki anlama gelir. Birincisi, fiziksel konuÅŸmaya tekaddüm eden ve insanın iç dünyasında vuku bulan enfüsi konuÅŸmadır (hadisu’n nefs). Kelam, ikinci anlamı itibarıyla, bir tertip içinde gerçekleÅŸen ses ve harflere iÅŸaret eder; bunlardan birincisi kelamı nefsi, Ä°kincisi de kelamı lafzidir. Kelamı lafzi, bir bakıma insanın varlığı ile bütünleÅŸmiÅŸ olan kelamı nefsinin dışa vurumudur. Ehli Sünnet ile Mu’tezile arasındaki problemin esası, iÅŸte bu kelam-ı nefsinin kabul edilip edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bir diÄŸer husus da kelamın, Allah’ın fiili mi sıfatı mı olduÄŸu konusudur. Ehli Sünnet, kelamı Allah’ın sıfatı olarak görmektedir. Her iki taraf da kendi görüÅŸlerini desteklemek için akli ve nakli delillere baÅŸvurmaktadır.
​
Kısaca ÅŸunu söylememiz mümkündür: Kur’an’ın yaratılmışlığı konusundaki tartışmanın ve ihtilafın özü, Allah’ın kelam sıfatının mahiyetiyle ilgili tartışmalara dayanmaktadır. Aslında Kuran, Allah’ın mütekellim olduÄŸunu belirtmekte, bunun ötesinde “ilahı kelamın mahiyeti nedir, kadim midir, mahluk mudur; nefsi midir; lafzi midir; iÅŸitilme keyfiyeti nasıldır?” gibi detaylara kesinlikle girmemektedir. Dolayısıyla Allah’ın sıfatlarıyla ilgili yapılan yorumların spekülatif olmaktan öteye gitmeyeceÄŸi muhakkaktır. Suyuti, (ö.1505) selefin Allah’ın sıfatlarına iman ettiÄŸini, onların mahiyet ve yorumunu bilmeyi Allah’a havale ettiklerini (tefviz) belirtir. Gerçekten Allah’ın sıfatlarının keyfiyet ve hakikatlerini bilmek, insan aklını aÅŸan bir durumdur. Kıyas yoluyla keyfiyetlerini bilmeye de imkân yoktur. Ä°ÅŸte bu sebeple selef, sıfatlarla ilgili naslarda anlatılanların keyfiyetleri üzerinde durmamış ve ayrıntılara dalmaktan kaçınmıştır.
​
Tarihselcilerin Kur’an’ın tarihselliÄŸine giriÅŸ kapısı olarak gördükleri Kur’an’ın mahluk olduÄŸu hususu, yukarıda da belirtildiÄŸi gibi Mutezilenin ele alıp tartıştığı anlamda Kuranın tarihselliÄŸiyle doÄŸrudan bir ilgisi bulunmamaktadır. Kelam ister yaratılmış isterse yaratılmamış olsun Yüce Allah her halûkarda bu kelamıyla genel geçer hükümler koymaya muktedirdir. Mutezile Kuranın mahluk olduÄŸunu söylerken ayetlerin tarihselliÄŸini hiçbir zaman iddia etmemiÅŸtir.
​
​
Prof. Dr.Mustafa Öztürk'ün Kur'an'ı Anlama Yolunda (Kuramer: 2017) adlı toplantı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Halk'ul Kur'an Tartışması Tarihsellik Söylemi ile Nasıl KesiÅŸiyor
KuÅŸkusuz, Halku’l Kur’an tartışmasının ortaya çıktığı sosyolojik baÄŸlam farklıdır; dolayısıyla bu tartışmanın arka planında bugün tartıştığımız tarihsellik gibi bir mesele bulunmamaktadır. Tarihsellik söylemi her ne kadar Halku’l-Kur’an anlayışına doÄŸrudan atıfta bulup bu anlayıştan argüman tedariki yapmasa da iÅŸin başında Kur’an’ın mümkün bir tarihsel kesitte, yani belli bir tarihsellik içerisinde vücuda gelmiÅŸ bir kelam olduÄŸunu söylüyor ve tam bu noktada tarihsellik söylemiyle Halku’l-Kur’an fikri ister istemez kesiÅŸiyor.