top of page

"Ayların Sultanı" İstanbul'da Hüküm Sürerken

François Georgeon'un "İstanbul'da Ramazan" (İş Bankası:2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

​

​

​

​

​

​

​

​

 

​

Ramazan ayı geldiğinde Osmanlı başkentinin sayısız tasviri insanda işte bu duyguyu uyandırır: Bu şehir bambaşka bir şehir olur birden.

​

Hangi mevsime denk gelirse gelsin, hicri takvimin dokuzuncu ayının geliÅŸi her yıl bazı deÄŸiÅŸikleri beraberinde getirir: Åžehrin silueti ve dış görünüÅŸü deÄŸiÅŸir, gündelik yaÅŸamın ve etkinliklerin ritmi altüst olur, kent mekânı deÄŸiÅŸir, ÅŸehir sakinlerinin davranışları ve haletiruhiyesi dönüÅŸür; oruçla geçecek ayın etkileri dini cemaatler arasındaki iliÅŸkilerde bile hissedilir. İstanbul’da Ramazan her yıl yeniden yaÅŸanan bir devrim gibidir.

​

Işıklar

Ramazan ÅŸehrin görünüÅŸünü deÄŸiÅŸtirir. Yılın öteki aylarında İstanbul silueti gece çöker çekmez kararırken, Ramazan’ın baÅŸlamasıyla birlikte ışıltılar ÅŸaşırtır insanı. Herhalde 17. yüzyılın başından itibaren yapıldığı üzere, Ramazan ayının baÅŸlamasından bir önceki geceyle birlikte camiler ve minareler birden ışıklı kuÅŸaklarla donanır. Camiler baÅŸta dört kandil [gecesi] olmak üzere, hiç ÅŸüphesiz baÅŸka vesilelerle de aydınlatılmaktadır ama Ramazan’da tam bir ay boyunca aydınlatılır. Bütün bunlara bir de İstanbul’un büyük camilerine, yani birden çok minaresi olanlara kurulan mahyaları eklemek gerekir; bununla Ramazan’ın geliÅŸi kutlanır. Geceleyin gökyüzünde “HoÅŸ geldin Ramazan”, “MaaÅŸallah”, ayın sonuna doÄŸru da “Elveda Ey Mübarek Ramazan” sözleri okunur. Oruç açıldıktan sonra, gece karanlığı çökerken camilerdeki aydınlatmaları izlemeye gitmek baÅŸÅŸehir sakinlerinin en raÄŸbet ettiÄŸi eÄŸlencedir.

​

Theophile Gautier Constantinople adlı eserinde, 19. yüzyıl ortasında ziyaret ettiÄŸi Osmanlı baÅŸkentinde seyredip hayran olduÄŸu mahyaları unutulmaz sözlerle aktarır:

İki minare arasına, ilahi bir kitabın sayfaları gibi, gökyüzüne ateÅŸten harflerle Kuran ayetleri yazılmıştı: Ayasofya, Sultanahmet, Yeni Camii, Süleymaniye ve Sarayburnu'ndan Eyüp tepelerine kadar Allah'ın bütün mabetleri ışıklar içinde parıldıyor, Müslümanların benimsediÄŸi sözleri alev alev emirlerle ilan ediyordu.

​

Bundan yüz yıl sonra ünlü Türk kadın romancı Halide Edib (Adıvar) (1884-1964) 1890’larda çocukluÄŸunda Ramazan baÅŸlarken, bütün ÅŸehri ışıl ışıl gördüÄŸünde nasıl hayran kaldığını hatırlar:

Sonra aniden, zayıf bir ışığın aydınlattığı evlerin üzerinde, (fenerlerin) sayılamayacak kadar çok, hareketli ışığının üzerinde, başımızın üzerinde, lacivert havanın yukarılarında bir ışık çemberi çıktı ortaya. Karanlıkta kalmış bir minarenin ÅŸerefesi laciverdi gökte, sihirliymiÅŸ gibi, gerçekle hiç alakası olmayan ince bir ışık halkası çiziyordu. Sayıları yüzlere varan bu halkalar, göÄŸün lacivert zemininde öne çıkıyor, altlarında kalan ahÅŸap ev yığınını veya kubbeleri birleÅŸtiren çizgiyi hafifçe aydınlatıyordu. Åžimdi de yine aynı semada, iki minare arasında mucize kabilinden birbirine sarmaÅŸ dolaÅŸ olmuÅŸ, havaya asılı baÅŸka muhteÅŸem ışık cizgilen harika bir yazıyla "HoÅŸ Geldin Ey Ramazan" diye ilan ediyordu.

​

Kandil yakılması Müslüman ülkelerin hepsinde görülüyorsa da, mahya kurma geleneÄŸi sadece Osmanlı’ya özgüdür. Bu yazılar imparatorluk sınırları içinde İstanbul’dan baÅŸka, iki eski baÅŸkent olan Edirne ile Bursa’da görülür sadece. Bu geleneÄŸin 17. yüzyıla uzandığı kabul edilir genelde. Nasıl olursa olsun, günümüzde Türk ÅŸehirlerinde hâlâ devam eden bu gelenek 19. yüzyıl başından itibaren evrilmiÅŸtir. Sultan 2. Mahmud devrinde (1808-1839) BoÄŸaziçi ya da Haliç’te demirlemiÅŸ Osmanlı donanması gemilerinin direkleri arasına veya resmi dairelerin cephelerine mahyalar asılmaya baÅŸlanır.  

​

Ne var ki Ramazan beraberinde sadece ışıkların güzel görüntüsünü getirmez; normalde gece çöker çökmez karanlığa gömülen bir ÅŸehre ışık da getirir. Sokaklar meÅŸaleler ve kandillerle aydınlatılır; geceleyin fenersiz sokaÄŸa çıkmak yasak olduÄŸundan, bir de fenerlerin ışığı olur sokaklarda.

Kahvehanelerin önlerinde, çarşıda dükkânların önünde, hatta bazen özel ikametgâhların önlerinde de ışıklar yer alır. Dolayısıyla İstanbul bütün bir ay boyunca geceleri “ışıklı bir ÅŸehir”, “Londra veya Paris’ten daha aydınlatılmış” bir ÅŸehir olur.

​

Öte yandan, Halide Edib de hatıratında 1900 yılına doÄŸru çocukluÄŸunda yaÅŸadığı bir Ramazan gecesini anlatır. Üvey babasının omzundadır; ÅŸunları hatırlar:

Sokaklarda yüzlerce fener vardı hareket eden. Bu fenerleri önümüz sıra taşıyan erkekler, kadınlar, çocuklar ateÅŸ böceÄŸi sürüsü gibi göz kırpıyorlardı; uzaktan davul sesleri geliyordu; bütün minarelerden müezzinin "Allah-ü Ekber... Allah-ü Ekber..." sesi geliyordu, bu seslerin ulvi ahengi biz ilerledikçe yaklaşıyor veya uzaklaşıyordu (...) Kalabalığın içinde en uzun olan adamın omuzundaydım. Benim altımda, esrarengiz ve kıvrımlı sokakların derin karanlıklarında fenerlerin ışığı dalgalanıyordu. Üzerimdeyse, laciverdi boÅŸluÄŸa ışıklı halkalar ve devasa harfler asılmıştı, gerçek deÄŸilmiÅŸ gibi duran telkârilere benzeyen minareler ve hafifçe yassılaÅŸmış kubbeler biz ilerledikçe uzakların laciverdi derinliÄŸinde ya cılız bir ışıkla parıldıyor ya da kayboluyordu.

 

19. yüzyılın son otuz yılına gelinceye kadar İstanbul güneÅŸin batışıyla birlikte karanlığa gömülen, pek aydınlanmayan, karanlık, günün son ışıkları kaybolunca yatsı namazından sonra herkesin yattığı bir ÅŸehirdi… Ramazan’da hayat tersine döner; 1848 tarihli bir gazete ÅŸöyle yazar: “İstanbul normalde gündüz nasılsa gece de öyle olur.” İstanbul da Ramazan’ın tarihi büyük ölçüde gecenin tarihidir.

​

Sesler

Oruç tutulacak ayı sadece gecenin ışıkları haber vermez. Sesler ve gürültüler de kendi tarzlarında haber verir Ramazan’ı. Sultanahmet Meydanından veya Selimiye Kışlası’ndan atılan topun sesi duyulur: GüneÅŸ battığında iftarı haber vermek üzere üç pare top atılır, sabahleyin yeniden oruç vaktinin geldiÄŸi yine üç pare top atılarak ilan edilir. Geceleyin çınlayan davul sesleri müminlere sahur zamanını bildirir; davulcular bazen de davul seslerinin ortasında, her evin önünde durur, sopalarıyla yere vurur ve “Kalkın, sahur vaktidir” diye bağırırlar. Yüksek sesle dört mısralık halk ÅŸiirleri, yani maniler de söylerler; çocuklar bayılırlar buna:

Ramazan geldi dayandı

Camiler nura boyandı

Top atıldı kandil yandı

Kalbimiz ona inandı.


Müezzinin sesi de daha sık duyulur olur minarelerden: BeÅŸ vakit okuduÄŸu ezan dışında müminleri geceleyin kılınan, Ramazan’a özgü teravih namazına davet eder; sabahın erken saatlerinde de Allah’ın yüceliÄŸini ilahi okuyarak, temcit ile bildirir. Camilerden, mescitlerden, hatta ileri gelenlerin konaklarından Kuran okuyan hafızların sesleri yükselir. Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında laÄŸvedilmesinden önceki dönemlerde çeÅŸitli yerlerde mehteran çalınırdı. Özellikle canlı olan bazı mahallelerde, geceleyin sokaklarda çeÅŸitli sesler duyulur, kahvelerden ve gazinolardan (taraçalı büyük kahveler) müzik sesi geldiÄŸi gibi, Osmanlı kuklası diyebileceÄŸimiz Karagöz gösterilerinin veya meddahların gülünç hikâyelerinin yol açtığı kahkahalar da yükselir.

​

Buna karşılık bir de İstanbul’un sessizliÄŸe gömüldüÄŸü saatler vardır; bu sessizlik de Ramazan’ın iÅŸaretlerinden biridir. Sabahleyin hâlâ uykuda olan ÅŸehrin alışılmadık sessizliÄŸidir bu; sütçünün, sakanın, salepçinin, simitçinin, zerzevatçının vb.nin bildik bağırışları duyulmaz.

​

Bu ay boyunca kokular bile deÄŸiÅŸir; çorba kokusu, güllaç kokusu, akÅŸama doÄŸru da fırınlardan yayılan pide kokusu doldurur sokakları.

​

Özetle, Ramazan gelir gelmez İstanbul baÅŸka bir ÅŸehir görünümüne bürünür. Åžehrin zamanında ve ritminde de hissedilir bu deÄŸiÅŸiklik.

​

Zaman ve Ritimler

Ramazan ÅŸehrin zamanını tam anlamıyla kesintiye uÄŸratır; sıradan ayların ritmini, tekdüzeliÄŸini bozar. DoÄŸruyu söylemek gerekirse bu deÄŸiÅŸiklik Ramazan ayından önce, oruç beklentisine girildiÄŸinde yaÅŸanmaya baÅŸlanır. Bunu haber veren ilk iÅŸaret, yaklaşık sekiz hafta önce yaÅŸanan ve recep ayının ilk cuma gününe denk düÅŸen Regaib Kandili’dir. İkinci iÅŸaret ise, Åžaban ayının 15’i olan Berat Kandili’dir; oruçla geçecek ayın hazırlıklarına bu geceden itibaren baÅŸlanır. Sultanın sarayından baÅŸlanıp bütün dini binalara, devlet dairelerine, dükkânlara ve en mütevazı ikametgâhlara kadar her yerde büyük bir temizliÄŸe giriÅŸilir: Etraf süpürülür, yer döÅŸemeleri Arap sabunu ve fırçayla temizlenir, halılar dövülür, böcek ilacı serpilir, seyyar hallaç çağırılıp yastık, yorgan attırılır, bakır mutfak gereçleri kalaylatılır vb. Bütün ÅŸehir arınma arzusunun pençesine düÅŸmüÅŸ gibidir.

​

Hazırlıklar erzak teminini de kapsar, çünkü ne kadar ters gelirse gelsin oruç tutulan ay, aynı zamanda en çok gıda tüketilen aydır. “Sanki savaÅŸ varmış gibi” mahzenler ve kilerler peynir, reçel, zeytinyağı, zeytin, pastırma, sucuk, un ve ÅŸeker benzeri erzakla doldurulur. SoÄŸan ve patates çuvalları yığılır. Ramazan kışa denk geldiyse kömür ve odun alınıp mahzene yerleÅŸtirilir çünkü evde her zamankinden daha uzun zaman geçirilecektir, dolayısıyla akÅŸamları evleri daha da sıcak tutmak gerekecektir. Aydınlatmada kullanılsın diye camilere yaÄŸ ve mum dağıtılır. Minareler arasına mahya kurarken kullanılacak ipler çekilmeye baÅŸlanır. İki haftalık bu süre Osmanlıca telaÅŸ kelimesinin gayet güzel anlattığı hummalı ve endiÅŸeli bir çalışmayla geçer.

​

Sabah saatleri bunu yapmaya imkânı olanlar için büyük ölçüde uykuyla geçer. Åžehir nerdeyse boÅŸtur, Müslümanlarınkiler baÅŸta olmak üzere dükkânların çoÄŸu geç açılır, daireler ve okullar yavaÅŸ çalışır. YaÅŸam öÄŸle namazı civarında yeniden canlanır gibi olur, daha sonra daireler ve okullar kendi faaliyetlerine yeniden döner, öÄŸleden sonra saat dörde doÄŸru yani ikindi namazına kadar çalışır. Ardından memurlar cami avlularında kurulan, her tür malın ve zahirenin bulunduÄŸu pazar tezgâhlarını, sergileri gezerler. Erkekler kahveye gider, son eksikleri toparlar, en yakın fırından eve götürecekleri pide, simit ya da çöreklerini satın alırlar. Böylece son alışveriÅŸ de yapılıp eve dönme yarışı baÅŸlar. Yoksullar, hatta memurlar bile paÅŸaların kapısında toplaşırlar, bedava dağıtılacak iftardan faydalanmak isterler. Koca ÅŸehir iftardan önceki dakikalarda yeniden boÅŸalır.

​

Bütün ev orucun bitiÅŸ vaktini bildirecek top sesini beklemeye baÅŸlar. Herkes saatine bakar, tütün tiryakileri sigaralarını, nargilelerini ya da çubuklarını hazırlar; beklenen saatten biraz önce sofranın etrafına oturulur, yere koyulan ahÅŸap dayanağın üzerine büyük bir tepsi, yani sini yerleÅŸtirilir. Normalde iftar iki aÅŸamalıdır: Atıştırmalıklarla oruç açılarak baÅŸlanır; zeytin, peynir, reçel, kuru meyveyle bir ÅŸeyler atıştırılır. AkÅŸam namazından sonra çorbalardan, et ve sebze yemeklerinden, hoÅŸaflardan ve meyvelerden oluÅŸan asıl öÄŸün yenilir.

​

Yemekten sonra yatsı namazı, hemen peÅŸinden de Ramazan’a özgü olan teravih namazı kılınır. Bu namazlar evde kılınabileceÄŸi gibi tercihen camide ya da bir derviÅŸ tekkesinde de kılınabilir; gece eÄŸlenceleri, sohbetler, evde oynanan oyunlar, etraftaki eÄŸlencelerden, gösterilerden istifade etmek için sokaÄŸa çıkmak da hep daha sonraya sarkar. Sonunda davulcu koca davulunu çalarak evlere dönme vaktinin geldiÄŸini haber verir; sabahlayacak birkaç gece kuÅŸu dışında müÅŸterilerin çoÄŸu meydanı boÅŸaltır, kısa süre sonra karanlığa ve sessizliÄŸe gömülecek olan İstanbul sokaklarına dağılır. GüneÅŸ doÄŸduÄŸundaysa havlayan köpeklerden baÅŸka hiç kimse olmaz sokaklarda.

​

İstanbullu bir Müslümanın Ramazan boyunca yaÅŸadığı alelade bir gün böyle geçer. Bu ay kendi içinde de çeÅŸitlilikler barındırır. Ramazan’ın ortası bir tür kesinti oluÅŸturur. İlk on beÅŸ günlük süreye “yokuÅŸ”, bayramla sonuçlanacak olan ikinci on beÅŸ günlük süreye de “iniÅŸ” denilir. Ramazan’ın on beÅŸinden sonra mahyacılar metin yerine cami, köÅŸk, tekne, çiçek, bazen de Osmanlı baÅŸkentinin simgelerinden biri sayılan Kız Kulesi gibi basit resimler kullanırlar.

​

Bu arada yeni hazırlıklara giriÅŸilir: Bu defa oruçla geçen ayın sonundaki bayram hazırlıkları baÅŸlar; evde kıyafetler dikilir (Terzi kadınların ayıdır Ramazan), bayram geldiÄŸinde ikram edilecek ÅŸekerlemeler ve hediyeler satın alınır. Bayramdan bir önceki gün, yani arife günü özel bir hareketlilik görülür, son alışveriÅŸler yapılır, hamamlar dolup taÅŸar. Ramazan’ın 26’sında, Kuran’ın indiÄŸi kabul edilen Kadir Gecesi’nde her tür eÄŸlence, ÅŸenlik ve gösteri ertesi güne kadar son bulur ve yerini Müslümanlığın en kutsal gecesinin gerektirdiÄŸi dini heyecan ve tefekküre bırakır.

Bayramın ilk günü sabahleyin kılınan bayram namazından sonra aileler genellikle kabristana gider ve yakınlarının kabirlerinde dua ederler. Ardından da akrabalar, dostlar, komÅŸular birbirilerini ziyaret ederler; çocuklara ufak hediyeler verilir, gezintiye çıkılır, mesire yerlerine, çocukların oynayabileceÄŸi yerlere vb.ne gidilir. Bayram üç gün sürer; bitiÅŸiyle birlikte İstanbul da diÄŸer ayların alışıldık ritmine yeniden kavuÅŸur.

​

Dolayısıyla gündelik yaÅŸam Ramazan’la birlikte aslında altüst olmaktadır. Devlet çalışma hızını düÅŸürür. Siyaset iÅŸleri ihmal edilir, önemli olanlar da bazen geceleyin görüÅŸülür Divan toplantıları ya askıya alınır ya da kısıtlanır. Bayramdan önce önemli kararlar alınmaz. Yabancıların, büyükelçilerin, yüksek mevkiden görevlilerin ya da önemli ziyaretçilerin sultanın, hatta sadrazamın huzuruna girebilmeleri çok zor, nerdeyse imkânsızdır. Devlet dairelerinde daha az çalışılır: Memurlar öÄŸlen namazından sonra gelir, sonra da ikindi namazı için camiye gidecekleri için erken çıkmaları gerektiÄŸi bahanesiyle öÄŸleden sonra dörtten önce iÅŸten çıkarlar. Bazı dairelerde ayın ilk günü çalışılmadığı olur. Kütüphaneler ay boyunca kapalı olur.

​

BaÅŸkentin nerdeyse bütün okulları da bu ay tatil olur. Tatil medrese öÄŸrencileri için önceki iki ayda, recep ve ÅŸaban aylarında baÅŸlar, kameri takvimin dokuzuncu ayı boyunca da devam eder. Müslüman ilkokullarında Ramazan ayının üçüncü haftasından itibaren ÅŸevval aynının ilk haftasına kadar on beÅŸ günlük tatil olacaktır. Mevzuat hükümleri idadileri ve sultanileri kapsayacak biçimde geniÅŸ tutulmuÅŸtur. BaÅŸka kurumlarda ise Ramazan ayı yegâne tatil ayıdır. Neredeyse sadece Müslüman öÄŸrencilerin gittiÄŸi askeri rüÅŸtiye ve askeri idadilerde recep aynın başında dersler biterdi, öÄŸrenciler Åžaban ayı sonunda imtihana girip, ardından bütün Ramazan boyunca tatil yaparlardı. BaÅŸkentteki yükseköÄŸrenim kurulularında, örneÄŸin tıp mektebi olan Tıbbiye’de ya da 1900 yılında kurulmuÅŸ olan üniversitede yani Dar-ül Fünûn’da, bütün yıl içinde yapılacak tatil Ramazan ayıyla sınırlanmıştı.  

Esli İstanbul8-1.png
bottom of page