top of page

Ramazanların Tarih Olmuş Hususiyetleri

Dursun Gürlek'in "Dersaâdet’te Ramazan AkÅŸamları " (TimaÅŸ: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
(Süleyman ÇapanoÄŸlu'ndan nakil)

​

​

​

​

​

​

​

​

​

Bu ömrümün kaçıncı Ramazan’ı? Bu gufran, dua ve fazilet ayını, çocukluÄŸumda ne büyük bir sevinçle karşılardım.

​

Ramazan’ın, büyüÄŸümüzün, küçüÄŸümüzün nazarında baÅŸka baÅŸka manaları vardı. BaÅŸka baÅŸka sebeplerden severdik Ramazan’ı. Ona büyüklerimiz: “On bir ayın sultanı!”, “Bereket ayı!” derlerdi ve Ramazan’ı ufuklardan bir sevgili bekler gibi, içlerinde hasret ve vuslat ÅŸelâleleri çaÄŸlaya çaÄŸlaya beklerler, bu mübârek ayı böyle özlerlerdi. Onlar, Ramazan’ı, kendilerini Tanrı’ya ve peygambere yaklaÅŸtıran bir ay olduÄŸu için severler, tâzim ederlerdi. Ardı arkası alınmayan cemâatlerle dolu büyük camilerde, güzel sesli müezzinlerin okudukları dualarla, rükûdan secdeye varan safların kubbeyi inleten azametli uÄŸultularıyla mest olurlardı. Ve bembeyaz baÅŸörtüleri içinde, oruçtan sararmış yüzleri bir nevi ÅŸefkatle ruhanileÅŸen anneler, mahmur yüzünü sakalının beyazlığı çevrelemiÅŸ büyük babalar, ilk günün orucunu zemzemsiz veya hurmasız bozmazlardı.

​

Çocuklar -büyükler gibi- Ramazan’ı oruç tutmak, cami cami dolaÅŸmak için beklemezlerdi. Onlar için ramazan, her zamankinden fazla serbesti, eÄŸlence, zevk ayı demekti. Bir kere, ramazanda yatsı ezaniyle beraber yataÄŸa girerek, her sabah horozlarla beraber tatlı uykudan uyanmak yoktu. Ä°ÅŸin tatlı tarafı, mektebin öÄŸleden sonra azat oluÅŸuydu.

​

Çocuklar, Ramazan’ı, davulunu gümbürdeterek çalan ve:

Ramazan geldi dayandı,

Câmiler nûra boyandı,

Top atıldı, kandil yandı

Kalbimiz ona inandı.

 

Ä°ze geldik, size geldik,

Ä°nci mercan dize geldik

BaÅŸlar tâcı iki gözüm,

Arzeyle dik size geldik.

 

Yeni câmi direk ister,

SöylemeÄŸe yürek ister,

Benim karnım toktur ama,

Arkadaşım börek ister!

 

Mânilerini okuyan bekçi babanın arkasından sokak sokak dolaÅŸmak, evde, komÅŸu çocuklarıyla “fincan, yazı mı, tura mı?, yüzük, uçtu uçtu” oynamak, sokakta topaç çevirmek, câmi avlusunda “uzun eÅŸek, kaydırak” oynamak, Karagöze gitmek, Hacivat Çelebi’nin meÅŸhur perde gazelini okurken, Karagöz’ün, birdenbire üzerine atlayıp, alt alta, üst üste düÅŸüp boÄŸuÅŸmalarını kahkahalarla seyretmek için severlerdi. Sahur yemek için de severlerdi Ramazan’ı.

​

Sahur yemekle oruç tutarlar mıydı? Ne gezer? Fakat arife günü: “Yarın ramazan, oruç tutacak mısın? diye soran annelerine: “Tutacağım anneciÄŸim!” cevabını verdikleri için tutmaya çalışırlardı. Fakat çocukların orucu büyüklerinki ne benzemezdi. ÖÄŸleye kadardı onların orucu. Öyle ya, ufaklar akÅŸama kadar açlığa dayanabilir miydi hiç?

​

Ramazan’ın yaklaÅŸtığı, daha bir hafta evvel, evlerde baÅŸlayan temizlik seferberliÄŸinden anlaşılırdı. Ev, baÅŸtan baÅŸa badana edilir, tahtalar gıcır gıcır ovulur, ÅŸilteler atılır, çamaşırlar yıkanırdı.

Temizlik faslı bitip de sıra gırtlak iÅŸine dayandı mı, kadın: “Tuz!” diye baÅŸladı mı, efendinin yüreÄŸi: “Cız!” der, mâmâfîh, yine: “Kilerde ne var? Torbalara bakıver neler kalmış?” emrini verirdi. O zaman hanım kilere iner, noksanları tespit eder yahut efendi bizzat kilere gider. Evvelâ küçük, tahta kutulardan iÅŸe baÅŸlarlardı.

Karabiber, yenibahar, tarçın, karanfil, fıstık, siyah üzüm az kalmış, almak lâzım.

Kavanozdaki reçellerden kayısı, idare eder. ViÅŸne, çilek, ayva, mürdüm eriÄŸi, kiraz, ananas pek az, Ramazan’ı çıkarmaz.

Åžurup, üç buçuk ÅŸiÅŸe var, kâfi.

Daha baÅŸka neler var?

Ä°ÅŸkodra’nın balık yumurtası, iki kangal sucuk, yarım tahta pastırma, yarım elek kaÅŸar, çeyrek teneke beyaz peynir, yarım çömlek tirilye zeytini, biraz Amasya’nın kuru bamyası, yarım kazevi pirinç, hoÅŸaflık üryani eriÄŸi, kuru üzüm, armut kurusu, çekirdeksiz kuru kayısı, yarım teneke sâde yaÄŸ, üç kelle ÅŸeker, bir sepet ceviz, biraz badem, bir miktar irmik, iki torba un, dört paket makarna, sekiz tane ekmek kadayıfı, bir piÅŸirimlik güllâç.

​

Bunlara münâsip miktarda ve keseye göre ilâveler yapılırdı. Kilerleri tamtakırlığa yüz tutanlar, yaÄŸiyle, peyniriyle, reçeliyle ramazan ÅŸerefine yeni baÅŸtan doldururlardı.

​

Ramazan faâliyeti, ramazan hazırlığı yalnız evlere inhisar etmez, esnaflar da harekete geçerdi. Åžekerci dükkânlarındaki reçel kavanozları, ağızları bembeyaz tülbendli küpler, bakkal dükkânlarında kırmızılı, yeÅŸilli, morlu kâğıtlara sarılmış dâire dâire güllâçlar, kangal kangal sucuklar, pastırmalar, peynirler meydana çıkar, camekânlara dizilir, hoÅŸaflıklar “enzâı-ı iÅŸtihâya arz” olunurdu.

​

PaÅŸa, bey, efendi, memur, irat sahibi, tâcir, amele, hamal, yemiÅŸçi, kunduracı, beygir sürücüsü, ırgat velhâsıl her sınıf halkla ihtiyar kadınlar, genç dullar ramazân iyeliklerini tedârik etmek için pazar pazar, dükkân dükkân dolaşırlar, her maÄŸazanın ipini çekerlerdi.

​

Dostlar, ahbaplar birbirine salık verirlerdi:

  • Güllâcı Asmaaltı’nda F.min Efendi’den al! BaÅŸka yerlere nisbeten ucuz veriyor. Mal da iyi.

  • Pastırma alacaksan Balıkpazarı’nda sarrafların karşısındaki Karamanlıya uÄŸra. Hem nefis hem de fiyatça farklıca.

  • Bakkal Zühdü Efendi’de bir zeytinyağı var, bal! Almadınsa baÅŸka yere gitme.

Kadınlar arasında da cumbadan cumbaya konuşmalar olurdu:

  • Bu yıl günler uzun, ne yapacağız?

  • Varsın uzun olsun, saÄŸ sâlim kavuÅŸtuk ya, ona da ÅŸükür. Rabbim sabrım verir.

 

Velhâsıl, ramazan bitinceye kadar, büyüÄŸümüzü, küçüÄŸümüzü sevindirir, uslulaÅŸtırır, vücutlarımızı maneviyatın vecdine sarardı. FâniliÄŸin sonsuz noktasından doya doya bekayı seyrederdik. Ve Ramazan’ın, bolluk, merhamet, neÅŸe ve zenginlik getirdiÄŸine kaniydik.

Ramazan-AV1.png
bottom of page