Arayan İnsan
İslam'a Giriş
Kur'an Okumanın Manevî İncelikleri
Gazali'nin İhya'sından ilgili bölümler alınarak oluÅŸturulan İbadetlerin Ruhu (TimaÅŸ:2013) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.
​
​
​
​
​
​
​
​
​
Kelam'ın aslının anlaşılması
Bundan maksat, Kur'an’ın yüceliÄŸinin ve azametinin idrak edilmesi; onun Allah tarafından, İlahî celal makamından insanların anlama seviyelerine inzal edilmiÅŸ bir lütuf ve ihsan olduÄŸunun anlaşılmasıdır. Bu noktada Kur an okuyucusu, Yüce Allah'ın, kendi Zat'ı ile kaim ezelî bir sıfat olan kelam'ını insanların zihinlerine nasıl muhteÅŸem bir ÅŸekilde ulaÅŸtırmış olduÄŸuna, insanların kullandıkları ÅŸu normal harflerin ve seslerin içinde o yüce ilahi sıfatın nasıl tecelli ettiÄŸine bakmalıdır. Nitekim insanların akılları Yüce Allah ın sıfatlarını idrak et mekten acizdir, ancak nefsi sıfat olan bu kelam sayesinde anlaşılabilir.
​
Hikmet ehli zatlardan kimileri, bu kadar yüce mertebede olan ilahi kelamın bu kadar düÅŸük mertebedeki insan aklına ulaÅŸtırılmasındaki hikmetleri ve incelikleri izah etmek için ÅŸu mükemmel misali vermiÅŸlerdir;
​
Hikmet sahibi bir veli, sultanı tevhid inancını kabul etmeye ve peygamberlerin ÅŸeriatlarına uymaya davet eder. Sultan da birtakım hususlar hakkında sorular sorar. Hikmet sahibi zat ona anlayabileceÄŸi ÅŸekilde cevaplar verir. Sonunda sultan ona ÅŸunu sorar: "Peygamberlerin getirdikleri sözler senin iddia ettiÄŸin gibi insan sözleri deÄŸil de Allah kelamı ise, o zaman insanlar nasıl oluyor da bunları anlayabiliyorlar?" Hikmet sahibi zat buna ÅŸöyle cevap verir; "İnsanlar kuÅŸların ve diÄŸer bazı hayvanların kendilerini anlayıp verdikleri emirleri yerine getirmelerini istedikleri zaman, bu hayvanların akıllarının eksik olduÄŸunu ve bütün güzelliÄŸine raÄŸmen kendi sözlerini anlamaktan aciz olduÄŸunu görmüÅŸler, bu yüzden de unlatacak ÅŸekilde düzenlemiÅŸlerdir. Islık ve benzeri hayvanların çıkardığı seslere yakın seslerle maksatlarını ifade etmiÅŸlerdir. Hayvanlar da bu sesler sayesinde insanları anlayabilmiÅŸtir. İnsanlar da böyledir. Allah'ın kelamının künhüne vakıf olamaz, O’nun kelam sıfatını anlayamazlar. Bu yüzden de, ilalıî hikmetin insanların anladığı ve kullandığı sesler halinde ifade edilmesi, tıpkı insanların maksatlarının ıslık gibi seslerle hayvanlara ifade edilmesine benzer. Nasıl insanların çıkardıkları bu ıslık benzeri hayvani sesler, hayvanların bu seslerin maksadını anlamalarına mani olmuyorsa, Yüce Allah’ın inzal ettiÄŸi İnsanî sesler de, bu seslerin içindeki İlahî maksadın anlaşılmasına engel deÄŸildir. Zira bu sesler artık taşıdıkları mananın ÅŸerefini ve azametini de taşır olmuÅŸlardır.
​
Bu hikmet sahibi zatın verdiÄŸi misal, kelamın manasını anlama konusunda bir nebze olup, bundan daha fazlasına iÅŸaret etmek burada uygun olmaz. Bu yüzden bu konuda bu kadarıyla yetinelim.
​
Ta'zim
Kur'an okumaya baÅŸlayan kimse öncelikle kalbinde, Kur'an'ın mütekelliminin (sahibinin) azametini hissetmeli, okuyacağı kelamın insan sözü olmadığını, Allah kelamını okumanın son derece önemli ve hassas bir iÅŸ olduÄŸunu bilmelidir.
​
Mushafın cildi ve yaprakları nasıl temiz olmayanların dokunmasına karşı muhafaza edilmiÅŸse, anlamının batını da Allah'ın izzet ve celali ile, her türlü pislikten arınmış ve İlahî kelama yönelik ta'zim ve hürmet ile aydınlanmış kimseler dışındaki okuyucuların kalplerinden gizlenmiÅŸ, perdelenmiÅŸ, korunmuÅŸtur. Nasıl onu her el tutamıyor, harflerini her dil telaffuz edemiyorsa, manasına da her kalp nail olamaz. İşte bu ta'zimden dolayıdır ki (Fetihten sonra müslüman olan) İkrime b. Ebu Cehil, mushafı açıp okumak istediÄŸi zaman gözyaÅŸlarına hakim olamaz ve "Bu Rabbimitı kelamıdır, bu Rabbimin kelamıdır" diye aÄŸlardı.
​
Kelam'ın sahibi olan Allah'ı ta'zim etmek, bu ta'zimi kalbine yerleÅŸtirmek, ancak Allah'ın yüce sıfatlarını ve muazzam fiillerini düÅŸünmekle mümkündür. İnsan Allah'ın yüce arşını, scmâvatı ve yeryüzünü, bunların arasında bulunan insanları, cinleri, hayvanları, bitkileri ve diÄŸer harikulade mahlûkatı düÅŸünüp de bütün bunları yaratanın, hepsine kadir olanın, hepsinin rızkını verenin eÅŸi benzeri olmayan Allah olduÄŸunu, hepsinin O'nun kudret eli altında olduÄŸunu, rahmeti ve ihsanı ile cezası ve azabı arasında olduklarını, O'nun dilediÄŸine fazlı ve ihsanı ile nimet verip dilediÄŸini adaleti ve hikmeti ile cezalandırdığını, ‘Åžunlar cennettedir, ÅŸunlar da cehennemdedir’ dediÄŸi zaman zerre kadar müteessir olmadığını, bunun da azamet ve yüceliÄŸin son haddi olduÄŸunu düÅŸünmelidir. Bunları düÅŸünmek, Kur'an okuyan kiÅŸinin kalbinde Kur'an'ın mütekelliminin azametinin oluÅŸmasını, sonra da Kur'an'a yönelik ta'zimin ortaya çıkmasını sebep olacaktır.
​
Kalbin Kur'an'a yönelmesi (Kalp huzuru)
Kur'an okuyan kiÅŸinin kalbini bütünüyle Kur'an'a vermesi, nefsinin konuÅŸmayı terk etmesi gerekir.
Arif billâh zatlardan birine, "Kur'an okurken aklına nefsine dair bir ÅŸey geliyor mu?" diye sorulmuÅŸ, o da, "Benim için Kur'an'dan daha sevimli bir ÅŸey var mıdır ki onu düÅŸüneyim!" demiÅŸtir.
​
DüÅŸünme
Bu, kalp huzurunun ardından gelir. Zira insan Kur'an okurken Kur'an'dan baÅŸka bir ÅŸey düÅŸünmeyebilir, fakat sadece okuduÄŸu seslere kendini vermekle yetinip onun anlamını düÅŸünmeyebilir de! Oysa Kur'an'ın maksadı, tedebbürdür. Bu yüzden de, Kur'an'ı ağır ağır okumak sünnettir. Çünkü Kur'an'ı zahir itibariyle ağır ağır (tertil üzere) okumak, batın itibariyle onu tedebbür etme imkânı verir.
​
Hz. Ali(ra) ÅŸöyle demiÅŸtir;
“İçinde fıkıh olmayan ibadetin ve içinde anlama (tedebbür) olmayan kıraatin hayrı yoktur."
​
Anlama
Kur'an; Allah'ın sıfatlarını, fiillerini, peygamberlerin ahvalini, onları yalanlayan inkârcıların hallerini ve bu kimselerin nasıl helak edildiklerini, İlahî emir ve yasaklan ve cennet-cehennem ile ilgili hususları ihtiva eder.
​
Kur'an okuyan kimsenin bu İlahî isimlerin anlamları üze-rinde düÅŸünmesi gerekir ki, bunların esrarı kendisine inkiÅŸaf olsun. Zira bu isimlerin altında gizli birçok mana bulunmaktadır ve bu manalar ancak Allah'ın muvaffak kıldığı kimselere inkiÅŸaf olur.
​
Abdullah b. Mesud(ra) da ÅŸöyle demiÅŸtir;
"Evvelkilerin ve sonrakilerin ilimlerini isteyen kimse, Kur'an'ı incelesin. Kur'an'ın ilimlerinin en büyüÄŸü, Allah'ın isimlerinin ve sıfatlarının altında bulunmaktadır. Zira insanların çoÄŸu bunlardan sadece kendi anlayışlarına göre bir ÅŸeyler idrak ederler, fakat bunların derinliklerine dalamazlar."
​
Kur'an okuyan kimse bu incelikler üzerinde düÅŸünmelidir ki oradan da daha yüksek inceliklere intikal edebilsin.
​
Yüce Allah ÅŸöyle buyurmuÅŸtur;
" YaÅŸ kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır."
​
"De ki, Rabbanin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri bitmeden önce denizler tükenirdi. Bu denizlerin bir misli daha ilave edilse yine denizler tükenirdi.”(Kehi 18/1)
​
Bu söylediklerimizden maksat, Kur'an'ı anlama yoluna dikkat çekmek ve onun kapılarının açılmasını saÄŸlamaktır, yoksa Kur'an'ın anlamlarının bütünüyle açıklanması deÄŸildir.
​
Anlamayı engelleyecek şeylerden arınma
İnsanların çoÄŸu Kur'an'ın manasını anlamaktan alıkonulmuÅŸtur. Bunun sebebi ise, ÅŸeytanın kalplerine kapattığı ve Kur'an'ın sırlarını görmelerine engel olan perdelerdir.
​
Hz. Peygamber bu hususta ÅŸöyle buyurmuÅŸtur;
"Åžeytanlar insanoÄŸlunun kalbini kuÅŸatmamış olsalardı, insan melekûta nazar edebilirdi."
​
Kur'an'ın manaları da melekut alemindekiler arasındadır, zira duyularla algılanamayan ve sadece basiret nuru ile idrak edilen her ÅŸey melekût âlemindendir.
​
Kur'an'ı anlamayı engelleyen perdeler dört tanedir:
​
Birincisi; bütün gayreti mahâric-i hurûfa (harflerin çıkış yerleri, tecvid) tahsis etmek. Bu, ÅŸeytanın Kur'an okuyucularının baÅŸlarına sardığı bir beladır ki bu sayede onları Allah kelamının manasını anlamaktan alıkoyan Sürekli onlara harflerin mahreçlerini yanlış yaptıklarını fısıldar, hep bu konuyla uÄŸraÅŸmalanna yol açar. Bütün gayreti mahâric-i hurûf olan bir kimseye nasıl Kur'an'ın manaları inkiÅŸaf etsin ki? İşte bu gibi vesveselere kapılan kimseler ÅŸeytanın en büyük maskarası olmuÅŸ durumdadır.
​
İkincisi; taklit yoluyla baÄŸlandığı bir mezhebin mutaassıplığını yapmak, kendisi müÅŸahede veya basiret yoluyla anlayıp karar vermediÄŸi halde bu mezhebin görüÅŸlerini körü körüne ve taassup ile savunmak, ona baÄŸlı kalmak. Böyle olan kimsenin düÅŸünceleri kendisini baÄŸlar ve onları aÅŸamaz hale gelir, mezhebinin dışında bir düÅŸünceyi aklına bile getiremez olur ve nazarı sadece taklit ettiÄŸi mezheple sınırlı kalır. Mezhep dışından bir düÅŸünce aklına gelecek ya da içinden geçecek olsa ÅŸeytan hemen iÅŸe koyulur ve onu taklide iyice baÄŸlamak için ÅŸu vesveseyi fısıldar; "Atalarının inançlarının aksine olan bu ÅŸeyi nasıl düÅŸünürsün?" Böylece kiÅŸi, mezhebinin dışındaki görüÅŸleri birer ÅŸeytan vesvesesi olarak görür ve bu tür görüÅŸ¬lerden uzaklaşır. Bu gibi kimseler için sûfiler ÅŸöyle demiÅŸtir;
"İlim bir hicaptır, engeldir."
​
Hakiki ilim ise basiret nuru ile elde edilen keÅŸf ve müÅŸahededir ki bunun perde olması nasıl mümkün olur? Zira bu ilim, hedeflenen nihaî gayedir.
​
Üçüncüsü; günahta ısrar etmek ya da kibirli olmak veya genel olarak dünyevî arzulara uyup itaat etmek. Bunlar kalbin paslanmasına, kararmasına neden olan ÅŸeylerdir. Aynanın üzerine yapışan ve orada hakkın tecelli etmesine engel olan lekeler gibidir. Bunlar kalbin üzerindeki en büyük perdelerdir ki insanların çoÄŸu iÅŸte bu perdeden dolayı Kur'an'ı anlayamaz. Åžehvetler birikip yığıldıkça kelamın manası daha da perdelenir. Kalbin üzerindeki dünyevî ağırlıklar kalkıp hafifledikçe, orada manalar tecelli eder. Kalp bir ayna gibi, ÅŸehvetler aynaya bulaÅŸan lekeler gibi, Kur'an'ın anlamları ise aynada yansıyan suretler gibidir. Åžehvetleri gidererek yapılan kalp temizliÄŸi (riyazet) ise, aynanın parlatılması gibidir.
​
Dördüncüsü; âyetlerin zahirî tefsirini okumak ve Kur'an kelimelerinin anlamlarının sadece İbn Abbas'tan, Mücahid'den (öl. 722) ve diÄŸerlerinden aktarılan rivâyetlerden ibaret olduÄŸunu, bunun ötesindeki tefsirlerin "re'y tefsiri" olduÄŸunu düÅŸünmektir. Böyle düÅŸünen kimseler "Kur'an'ı re'y ile tefsir eden kimse cehennemdeki yerine hazırlansın" diye düÅŸünürler. Bu düÅŸünce de, Kur'an'ın anlaşılmasına engel olan perdelerdendir. Nitekim eÄŸer âyetlerin anlamının sadece zahir ve rivayetle nakledilen anlam olduÄŸu doÄŸru olsaydı, insanların bu konuda ihtilaf etmelerinin söz konusu olmazdı.
​
Tahsis
Bu, Kur'an okuyucusunun Kur'an'daki her hitapta kendisinin kastedildiÄŸini, orada bir emir ya da nehiy duyduÄŸu zaman bu emrin ve nehyin kendisine hitap ettiÄŸini, her vaat ve vaidin doÄŸrudan kendisine yönelik olduÄŸunu, oradaki peygamber kıssalarının sırf eÄŸlence olsun diye deÄŸil, aksine ders ve ibret olmak üzere indirildiÄŸini düÅŸünmesi demektir.
​
Yüce Allah Kur'an'daki hitabını bütün insanlara yönelttiÄŸine göre, onların her biri bu hitaba muhataptır. Her bir okuyucu doÄŸrudan muhataptır, baÅŸkalarını bırakıp kendisine bakmalıdır! Kendisinin kastedildiÄŸini düÅŸünmelidir.
​
Teessür
Kur'an okuyan kimsenin okuduÄŸu âyetlerden müteessir olması, âyetlerde anlatılan farklı durumlara göre kalbinin halden hale girmesidir. OkuduÄŸu âyetlere göre kalbi hüzün, korku, ümit gibi hallere girer. Âyetlerin anlamıyla ilgili marifeti kemale ulaşınca, kalbine galib olan hal haÅŸyet hali olur, zira Kur'an âyetlerinde bir tazyik (baskı ve gerilim) durumu hâkimdir; âyetleri okuduÄŸu zaman görecektir ki, rahmet ve maÄŸfiretin zikredildiÄŸi her yerde, hemen okuyucunun bu rahmet ve maÄŸfirete nail olmakta kusurlu olduÄŸunu belirten ÅŸartlar da zikredilmektedir.
​
Bunu fark eden kimsenin, bir haÅŸyet ve hüzün haline bürünmesi gâyet tabiidir.
​
Kulun okuduÄŸu âyetten müteessir olması demek, okuduÄŸu âyette mevcut olan sıfatla muttasıf olması demektir, İşte o zaman okuduÄŸu âyette zikredilen maÄŸfiret ve rahmetin birçok ÅŸartla mukayyet olduÄŸunu ve birçok uyarının, vaîd'in bulunduÄŸunu görecek ve hissettiÄŸi korku ve haÅŸyetten ötürü küçüldükçe küçülecektir. İlahî rahmetin ve geniÅŸliÄŸin zikredildiÄŸi yerlerde ise içi aydınlanacak, sevinçle dolacak, sevinçten adeta kanatlanıp uçacaktır. İlahî isimlerin ve sıfatların zikredildiÄŸi âyetlere geldiÄŸi zaman Allah'ın celalini ve azametini hissedecek ve bu celalin ve azametin karşısmda büyük bir huÅŸû' ile boynunu eÄŸecektir.
​
Kur'an okuyan kimse, okuduÄŸu âyetlerdeki özelliklere bü-rünmezse, o zaman Yüce Allah ona, "Sen nerede, Benim kelamım nerede... Mademki Benden yüz çevirmiÅŸsin, o halde tevbe edip Bana yönelmedikçe Benim kelamımı okuma!" diye hitap eder. Kur'an'ı tekrar tekrar okuyan, fakat İlahî emirlere isyan eden kimse, padiÅŸahın memleketi imâr etmeyi emrettiÄŸi fermanını günde birkaç defa okuyan, fakat memleketi tahrip etmeye devam eden kimsenin haline benzer. Bu kiÅŸinin bütün yaptığı, fermanı okumaktan ibarettir.
​
Yusuf b. Esbât (öl. 810) ÅŸöyle demiÅŸtir;
"Ben Kur'an okumaya niyetleniyorum, fakat andaki ahvali düÅŸündüÄŸümde içimi İlahî azap korkusu kaplıyor ve bu yüzden Kur'an okumayı bırakıyor, teÅŸbih ve istiÄŸfarla meÅŸgul oluyorum."
​
Bu nedenle Hz. Peygamber(sav) ÅŸöyle buyurmuÅŸtur;
''Kalbiniz Kur’an ’a yöneldikçe ve bedeniniz onu okumakla yumuÅŸadıkça Kur'an'ı okuyunuz; fakat bir taraftan okuyup diÄŸer taraftan okuduÄŸunuza muhalefet ederseniz, o zaman onu okumuÅŸ olmazsınız."
​
Gerçekten de Kur'an, iÅŸte bu halleri kalbe celb etmek ve kendisiyle amel etmek için okunur. EÄŸer Kur'an okumaktan amaç bu deÄŸilse, sadece harflerin seslendirilmesi ve dilin hareket ettirilmesi önemsizdir. Bu nedenle, Ehl-i Kur'an (Kurrâ) bir zat ÅŸöyle demiÅŸtir;
"Hocamın huzurunda Kur'an’ı hatmettim, sonra tekrar hatmetmek üzere baÅŸlamak istediÄŸimde bana ÅŸöyle dedi: Benim huzurumda Kur’an okumayı bir amel mi belledin? Git, Allah'ın huzurunda oku, sana neler emrettiÄŸine, neleri yasakladığına, neler anlattığına bak!"
Kur'an okuma konusunda esas ve faydalı olan, iÅŸte onu okuyup anlamını anladıktan sonra mü'minin kalbine Allah tarafından ihsan edilen bu tür hallerdir. Yoksa sadece dilin hareket ettirilmesinin pek bir faydası yoktur.
​
Kur'an'ın hakkıyla okunması; dil, akıl ve kalbin ortaklaÅŸa okuması demektir. Bu okumada dilin payı; Kur'an'ı ağır ağır (tertil ile) okuyup harfleri açıkça belli etmektir. Aklın payı, okunan âyetlerin manasını anlamak, kalbin payı ise, onlardan ibret almak, İlahî emir ve yasaklara riâyet etmektir. Dolayısıyla dil nasihatçi, akıl tercüman, kalp ise nasihati alandır.
​
Terakkî
Terakkî, Kur'an okuyan kiÅŸinin, okuduÄŸu kelamı bizzat Yüce Allah'tan iÅŸitir hale yükselmesi demektir. Kıraatin üç derecesi vardır. En alttaki hal, kulun kendini Allah'ın huzurunda hissetmesi ve O'nun huzurunda Kur'an okuduÄŸunu düÅŸünmesidir. Bu derecedeki kiÅŸi Allah'ın kendisine nazar ettiÄŸini, kendisini dinlediÄŸini düÅŸünür ve bu düÅŸünce ile bir huÅŸû', tazarru ve isteme haline girer. İkinci derece, okuyan kimsenin, Allah'ın kendini gördüÄŸünü, lütfü ile kendine hitap ettiÄŸini, nimetleri ile münacat ettiÄŸini müÅŸahede etmesidir. Bu kimsenin makamı hayâ, ta'zim, kulak verme ve anlama makamıdır. Üçüncü derece ise, kelamda mütekellimi, kelimelerde İlahî sıfatları görmesi, dolayısıyla kendisine de, okumasına da, kendisine iletilen nimetlere de nazar etmeyip sadece ve sadece Kelamın Sahibi'ne (Mütekellim'e) nazar etmesi, fikrini O'na hasretmesi, sadece O'nu müÅŸahede ediyor gibi olmasıdır. Bu üçüncü derece arif ve mukarreb zatların derecesi, ikinci ve birinci dereceler "ashâb-ı yemin" kimselerin derecesi, bunların dışındaki dereceler ise gafillerin dereceleridir.
​
Cafer-i Sadık bir defasında Namazda düÅŸüp bayılmış, uyandığında kendisine; "ne oldu da Namazda düÅŸüp bayıldın?” diye sorulduÄŸunda ÅŸöyle buyurmuÅŸtur: “Kalbimde bir âyeti tekrarlayıp duruyordum. Nihayet onu, onunla mütekellimde (Yüce Allah'tan) dinledim. İşte o an O'rıun kudretinin görünmesine bedenim güç yetiremedi ve düÅŸüp bayıldım."
​
Böyle bir derecede olan kiÅŸi için kelâmın tadı, münacatın lezzeti arttıkça artar. Bu sebeple hikmet ehli bir zat ÅŸöyle demiÅŸtir;
“Önceleri Kur'an'ı okuyor, fakat ondan hiçbir tat alamıyordum. Nihayet onu sanki Hz. Peygamber'in mübarek aÄŸzından sanki ashabına okuyor gibi dinleyince, kelamın lezzetini almaya baÅŸladım. Sonra daha üst bir makama çıktım ve o makamda Kur'an'ı sanki Cebrail Hz. Peygamber’e(sav) ilkâ ediyor gibi dinleyip okudum. Daha sonra Yüce Allah bana baÅŸka bir derecede tecelli etti. Bu tecelliden sonra artık Kur'an'ı bizzat Yüce Allah'tan dinlercesine okuyorum. Bu ÅŸekilde okuduÄŸum zaman onun lezzetini alıyorum. Bu öyle muazzam bir nimettir ki, bu nimetten biran olsun ayrı kalmaya dayanamam!"
​
Hz. Osman ve Huzeyfe b. el-Yeman (ra) ÅŸöyle demiÅŸlerdir;
"Kalpler teiniz olsalar Kur'an'm okunmasına doyanamazlar."
​
Teberrî
Teberrî, Kur'an okuyan kimsenin bütün güç ve kuvvet iddiasından sıyrılması, nefsine rıza ve tezkiye (arınmışlık) gözüyle bakmaması demektir. Bu ÅŸekilde Kur'an okuyan kimse sâlihleri metheden ve onlara bahÅŸedilecek ilahi nimetleri vaat eden âyetleri okuduÄŸu zaman kendini o kimselerden saymamalı, o kimselerin yakîn ve sadakat sahibi kimseler olduÄŸunu düÅŸünmeli ve Allah'ın kendisini onların kervanına katması için dua etmelidir, İsyankârlar ve günahkârları kınayan âyetleri okuduÄŸu zaman da kendini onlardan biri olarak görmeli ve kendisinin muhatap alındığını düÅŸünerek Allah korkusunu yaÅŸamalıdır.
​
Yusuf b. Esbât’a (öl. 810), "Kur'an okuduÄŸun zaman nasıl dua ediyorsun?" diye sorulduÄŸunda, "Nasıl dua edeyim? Kusurumdan ötürü yetmiÅŸ defa af diliyorum!" diye cevap vermiÅŸtir.
​
Kur'an okuyan kimse kendisini böyle kusurlu görürse, bu hali onun Allah'a yakınlaÅŸmasına sebep olur, çünkü Allah'a yakınlık halinde iken kendini uzak gören kimse, Allah korkusu nimeti ile nimetlendiriliyor demektir ve bu nimet (Allah korkusu) onu daha üst bir yakınlık derecesine sevk edecektir. Bunu tam tersi durumda olan, yani Allah'a uzak olduÄŸu halde kendini O'na yakın gören kimse ise bu ÅŸekilde aldanmaktadır ve bu aldanışı onu iyice uzak bir dereceye sürükler.
​
Gazali'nin İhya'sından ilgili bölümler alınarak oluÅŸturulan İbadetlerin Ruhu (TimaÅŸ:2013) adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.
​
